Bu fotoğraf 1992 yılında Bosna’nın Jajce şehrinde çekildi.
Sırp mezaliminden kaçan insanları gösteren bir kare...
Çünkü önceki günden itibaren bu fotoğraf, dünyadaki bütün savaş bölgelerindeki üst düzey memurları çok yakından ilgilendirir hale geldi.
Şimdi size bunu anlatacağım.
* * *
Dünya savaş suçluları tarihinde önceki gün çok önemli bir şey oldu.
Lahey Savaş Suçluları Mahkemesi, tarihinde ilk kez, siyasetçiler dışında iki üst düzey memuru savaş suçlusu olarak mahkûm etti.
Böylece artık uluslararası suçlar bakımından sadece siyasetçiler, başkanlar, başbakanlar, bakanlar, yani karar alıcılar değil, o kararın uygulanmasında görev alan memurlar da suçlu sayılacak.
* * *
Mahkeme bunu yaparken yeni bir kavram yarattı:
“Joint Criminal Enterprise...”
Yani “İltisaklı Suç Eylemi...”
Hâkim bu kararı alırken bir de şunu söyledi:
“Sırbistan’da bu ortak insanlık suçu işlenirken bazı üst düzey polis ve askeri yetkililer de siyasilerle ortak hareket etmiştir...”
Anlayacağınız mahkeme bizde çok kullanılan “iltisak” kavramını kullanarak, üst düzey memurları da uluslararası suç çetesinin üyesi haline getirdi.
* * *
Bu karar artık çok önemli bir uluslararası içtihat haline geldi.
Bundan böyle, bütün dünyada insanlığın tamamını ilgilendiren bazı yeni suç kategorilerinin oluşacağını tahmin ediyorum.
Mesela çevre ve deniz kirlenmeleri, insan hakları ihlalleri, göçmenlerin sorunları...
Bu meseleler tahminimizden büyük bir hızla “milli meseleler” olmaktan çıkıp uluslararası içtihat ve yaptırımların konusu haline gelecek...
Ve bundan böyle hiçbir üst düzey memur da çıkıp, “Ne yapayım ben emir kuluyum. Yap dediler yaptım” diyemeyecek...
İLTİSAK: FETÖ DAVALARININ YARATTIĞI KAVRAM
“İltisak” kelimesi hukuk dilimize yaygın olarak FETÖ davalarından sonra girdi.
Türkçeye Arapçadan geçen kelime, “kavuşma”, “birleşme”, “bitişme” anlamına geliyor.
FETÖ davalarında ise hukuki olarak şu anlamda kullanılıyor:
“Gönüllü veya gönülsüz başka kişilerin mesajlarını uygulama hali...”
2023 SEÇİMİ HANGİ KONULARDA BİR REFERANDUMA DÖNÜŞECEK
Yıllardır bu köşede birçok anketin sonuçlarını yayınladım. Ama yine yıllardır hiç yapmadığım bir şey var... Hiçbir zaman seçim anketi yayınlamadım...
Çünkü seçim dışındaki anketlerin gerçeği daha iyi yansıttığına inanıyorum...
***
Yıllar boyunca izlediğim anketlerde seçimle ilgili sonuçlar birbirinden farklı olduğu halde, seçim dışındaki konularda anketler birbirine çok yakın sonuçlar veriyor...
Ne mi?
- Mesela, inanç aidiyetinde azalma...
Yani oruç tutan, namaz kılan, camiye giden insan sayısının azalması... Deist eğilimlerin artması gibi...
***
Son zamanlarda okuduğum anketlerin neredeyse tamamında şu ortak sonuçları görüyorum.
- İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmanın yanlış olduğunu düşünenler, doğru olduğunu düşünenlerden fazla...
- Kanal İstanbul’u yanlış bulanların oranı doğru bulanlardan fazla...
- Başkanlık sisteminden memnun olmayanların oranı, olanlardan fazla...
***
İşte bu sonuçlardan çıkarak şimdiden şunu söyleyebilirim...
2023 seçimi şu konularda bir tür referanduma dönüşecek
- Kanal İstanbul’a devam mı tamam mı...
- İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçilecek mi, yeniden dönülecek mi?
- İstanbul Havalimanı’nın adı “İstanbul” olarak mı kalacak yoksa “Atatürk Havalimanı” mı olacak?
Tabii en önemlisi de şu:
- Türkiye “güçlendirilmiş başkanlık sistemi” ile mi yönetilecek, yoksa parlamenter sisteme mi dönülecek...
***
O nedenle bütün partilerin şimdiden bu konulardaki görüşlerini açıkça ifade etmelerinde de yarar var...
Bugün kutuplaşma neticesinde büyük tartışmalara yol açan bu konuları, referanduma dönüşen bu seçim sonuca bağlayacak.
VANITY FAIR FOTOĞRAFÇILIĞI MI ÖLÜYOR, BEN Mİ DEMODEYİM
Vanity Fair dergisinin bu ayki kapak konusu Dua Lipa...
Arnavut asıllı şarkıcı pandemi döneminin en büyük çıkışını yapan pop sanatçısı oldu.
Elton John ve Kylie Minogue gibi dev sanatçılar bile onunla düet yapmak için sıraya girdi.
Streaming platformlarında belgeselleri yayınlanıyor.
Derginin kapak ve içerideki fotoğraflarını Venetia Scott çekmiş...
Geçmişte Annie Lebovitz’in fantastik fotoğraflarına alışmış bir okuyucu için bunlar çok sıradan, renksiz, ruhsuz fotoğraflar gibi geldi bana...
Efsane genel yayın yönetmeni Graydon Carter ayrıldıktan sonra dergi büyük bir değişim geçiriyor.
Başına kadın editör Radhika Jones geçti... İlk etkisini kapak konusu seçimi ve fotoğraflarda gördük.
Fotoğraflar gözüme o kadar sıradan göründü ki, şüpheye düştüm...
Gerçekten çok sıradan mı...
Yoksa vintage trendi bizi başka bir yere mi götürüyor?
Ve ben çok mu demode kalıyorum...
BLAHNIK VE LOUBOUTIN DE BASİTLİĞE Mİ DÖNÜYOR
Dua Lipa’nın kapaktaki fotoğraflarında benim için kadın ayakkabısının Olimpos’u sayılan Manolo Blahnik’in ayakkabıları kullanılmış.
Bir fotoğrafta da Christian Louboutin var...
Her ikisi de fotoğraflardaki basitliğe ve sıradanlığa uygun ayakkabı...
O rengârenk burlesk tarz gitmiş, “İngiliz kraliyet ailesinin akşam 5 çayı ayakkabıları” gelmiş...
Yine karar veremedim ve Tansu’ya sordum.
O çok beğendi...
Ne dersiniz benim burlesk görselliğim fazla mı demode oldu?
TENİS EKONOMİSİ SADECE İLK 100’E KAZANDIRIYOR
Eline raket alan her tenisçiyi milyarder sanma...
Her tenisçi Djokoviç veya Nadal değil...
Dün New York Times’ta tenis ekonomisi ile ilgili ilginç bir yazı yayınlandı.
- Dünya tenisinde sadece ilk 100’e giren oyuncular para kazanabiliyormuş...
- İkinci 150 ise ancak yaptığı masrafları çıkaracak bir gelir sağlıyormuş.
- Geriye kalanlar ise ya baba parası yiyor, ya cepten harcıyormuş...
Çünkü hocalara verilen paralar, otel ve yolculuk harcamaları vs çok yüksekmiş...
‘PAZARTESİ BIONTECH’E GEÇİYORUM DOKTOR MRNA, DNA’MI BOZAR MI’
Dün itibarıyla bir “60 plus Türkiye vatandaşı olarak” üçüncü aşıya hak kazandım. Pazartesi günü gidip olacağım... İlk iki aşıda mecburen Çin Sinovac oldum.
Ama üçüncüde kendi isteğimle BioNTech’e geçeceğim. Böylece yeni nesil aşıyla tanışacağım. Tabii çevremde hâlâ şöyle bir endişe var:
“Abi bu aşı DNA’larımızla oynayıp bizi canavar yapabilir...”
Buna bir de anti Batıcı Perinçek komplo teorisini ekle... Tabii girip ne bulduysam okudum... Okuduğum çeşitli bilimsel yazılardan çıkardığım sonucu en basit şekliyle şöyle özetleyebilirim:
OĞLUM SENİN EMEKÇİ SINIFINI RNA DEĞİL, ASIL EMPERYALİSTLER KAFALAYIP BOZUYOR
- SORU: mRNA bazlı aşı nedir?
“R, yani ‘Messenger’ RNA, son yıllarda bulunan bir molekül. Görevi, DNA’larımızın emirlerini, protein hücresi üreten fabrika işçilerine iletmek. Yani bir tür postacı bunlar.”
***
- SORU: Peki bu postacı ya yanlış mesaj iletirse?
“Hayır DNA’lar üzerinde asıl kötü etkiyi yapan mRNA molekülü değil, COVID virüsü. Çünkü bu virüs vücuda girdikten sonra DNA merdiveninin tepesinden, yani o basamaklardan aşağı iniyor ve oradaki atölyeye girip, çalışan işçileri esir alıyor ve onlara yanlış emir verip aldatıyor ve protein yerine virüs ürettirmeye başlatıyor.”
***
- Ya mRNA, o ne diyor aldatılmış emekçi sınıfına?
“mRNA diyor ki, ‘Arkadaşlar durun. O kötü herifler sizi aldatıyor. Onun dediğini değil benim dediğimi yapın’. Bunun üzenine işçiler virüs üretmeyi bırakıp tekrar protein hücresi üretmeye başlıyor.”
***
Evet olay bu...
O nedenle pazartesi günü iç rahatlığı ile gidip BionNTech aşısı olacağım.
İçimdeki emekçi sınıfını da emperyalist güçlerden kurtaracağım.
Yorum Yazın