Tatil olur yolculuk yaparız. Bir yerden bir yere gitmek özgürlüktür. Fiziksel olarak bir yerden bir yere gidiyorsak bu dış özgürlüktür. Kendi içimize dilediğimiz gibi yolculuk yapıyorsak iç özgürlüktür.
Ulucanlar Cezaevi Müzesini gezenler görmüşlerdir. En ağır suçluların yattığı yer, tek kişilik hücrelerdir. Gün yüzü görmeyen, dar koridoru, loş ışıkları, demir kapıları ile kapkaranlık bir dünyadır. Hareket alanları alabildiğine sınırlıdır.
Koğuşlar ise avluya bakıyor. Dış dünya görülmüyor, karşı duvar ve gökyüzü görünüyor. Hareket sahası avlu kadardır.
Hilton diye adlandırılan ve hapishane duvarının üstünden Ankara’ya görebilecek şekilde ikinci katta yapılmış iki koğuş bulunuyor. Bülent Ecevit, Osman Bölükbaşı, Necip Fazıl Kısakürek gibi kişiler orada yatmış. Yine beton, pamuk yatak, demir ranza. Tek özelliği pencereden bakınca Ankara’yı görüyor olması.
Müzeyi gezince, görüş ve hareket alanımızın özgürlüğümüzle doğrudan bağlantılı olduğunu düşündüm. Eğer görüş alanımız ve hareket alanımız ne kadar genişse kendimizi o kadar özgür hissediyoruz.
Farkında olmadan fiziksel ve sosyal çevremiz çoğu zaman hep aynı kalır ve onun içinden dışarı çıkamayız. Hep aynı insanlar, hep aynı eşyalar, aynı iş..vs. "Aynılar" etrafımızda aşamadığımız saydam bir duvar oluşturur. Kendimizi duvarları geniş alana yayılmış bir hapishanede gibi hissederiz.
Hep aynı yazlığa gidenler, hep aynı insanlarla konuşanlar, hep aynı yoldan gidenler, farkında olmadan kendilerine geniş bir hapishane duvarı örmüşlerdir.
Palo Neruda bir şiirinde:” Yavaş yavaş ölürler/Alışkanlıklarına esir olanlar,/Her gün aynı yolları yürüyenler,/Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,/Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,/Bir yabancı ile konuşmayanlar. Ölürler” der. Aslında kişinin kendi ördüğü hapishane de çürümesi gibidir bu.
Onun için insan yolculuk yapıyorsa yeni yerler ve yeni insanlar görmelidir. Ancak öyle özgürlüğü duyumsayabilir.
Bazen kişiler farklı yerlere gitseler de kafalarındaki dünyayı yanlarında taşır ve fiziksel değişikliği, farklı insanları görmezler.
Sokrates, hayatından bunalan birine seyahati tavsiye etmiş. “Ama” demiş “yanına bir şey alma” Adam seyahat etmiş gelmiş, sonra: “Dediğini yaptım, tatile çıktım ama sıkıntım geçmedi” demiş.” Sokrates. “Hayır yanına bir şey almışsın, kendini almışsın onun için bir şey görmemişsin” demiş.
Bazen insan fiziksel olarak bir yere gidemez ama iç seyahat yapar. Kitap okumak, hayal kurmak da yeni bir iç seyahattir ve bize iç özgürlük verir. Einstein “Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür, hayal gücü ise her yere” demiştir.
Kişi hep aynı şeyleri düşünüyor, hayal kurmuyor, ve yeni bir kitap okumuyorsa yani iç dünyasında bir hareket yoksa, iç hapishanesinde yaşıyor demektir.
“Hayvan çiftliği” ve “1984” ün yazarı George Orwell, “neden yazdığını” şöyle anlatır: “Sözcüklerle aramın iyi olduğunu ve tatsız gerçeklerle yüzleşme yetisine sahip olduğumu biliyor ve bunun günlük yaşamdaki başarısızlığımdan kendimi koruyabileceğim bir alan yarattığını hissediyordum.” Orwell, günlük hayatın tatsızlığın kelimelerin dünyasına seyahat ederek rahatlar.
Cemil Meriç’te içe doğru yolculuk yapar. “Beni kitaplara kaçıran ne çok insan var” “İnsanlar kötüydü kitaplara sığındım” diyerek iç yolculuğunu anlatır.
Oğuz Atay, Günlük’ünde: “Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.”
Düşünmek hayal kurmak yazı yazmak da bir iç yolculuktur. İnsan orda özgürce bir dünya kurabilir.
Yazarlar okuyarak, yazarak, düşünerek dış dünyanın kısıtlılığını aşmış ve iç dünyalarında seyahat etmiş ve hayata tutunmuşlardır.
Haydi özgürce hem dış hem iç seyahat yapalım. Dışımızdaki ve içimizdeki hapishaneden kurtulalım.
Yorum Yazın