Bu fotoğrafta, sırada bekleyen insanların ancak bir bölümünü görüyorsunuz. Çekilen videoları seyrederseniz, kamera sıranın sonuna kadar gidip köşeyi döndüğünde, bu kuyruğun devam ettiğini göreceksiniz...
Bu bir maç kuyruğu değil...
Bir pop müzik konseri kuyruğu değil...
Ahmet Güneştekin’in geçen cumartesi Diyarbakır’da açılan “Hafıza Odası” sergisine girmek için bekleyen insanlar bunlar...
Sanat alanında böyle bir kuyruğu geçtiğimiz 10 yıl içinde iki defa gördüm...
Biri İstanbul’da Sakıp Sabancı Kültür Merkezi’ndeki Picasso sergisiydi.
Öteki de İzmir’de Arkas Sanat Merkezi’nde açılan Picasso sergisiydi.
Bugüne kadar Ahmet Güneştekin’in başka büyük sergilerinin de açılışına katıldım.
Mesela Viyana’daki sergisi...
Mesela Bakü’deki sergisi...
Mesela Macaristan’da Vasarely Müzesi’ndeki sergisi... Ama inanın hiçbiri bu kadar etkileyici değildi...
Tarihi Keçi Burcu, bana, sanki Venedik Bienali’nde bir sanat mekânındaymışım hissi verdi.
*
Güneştekin’in bu sergi için hazırladığı özel eserler çok etkileyiciydi.
Beni en çok şu önünde fotoğraf çektirdiğim ayakkabılardan oluşan eser etkiledi.
Ayakkabı hepimizin tarihidir.
Çocukluğumda giydiğim ilk Cızlavet (Gislaved) lastik ayakkabılar...
Hep çivisi çıkan ve ayağımı çiviyle yaşamaya alıştıran kösele ayakkabılarım...
Bugünlerde ayağımdan çıkaramadığım beyaz sneaker’larım...
Hepsi hayatımın bir parçası...
Ama asıl önemlisi, kolektif hafızamıza kazınan ayakkabılar var.
Mesela Hrant Dink’in asla hafızamızdan çıkmayacak o karesi...
Üzerine serilmiş beyaz bir örtünün altından direkt vicdanımıza saplanan bir çift ayakkabı... Ölüm ayakkabıları...
İsimli, isimsiz ayakkabılar...
*
Bu ayakkabı griliğinin, kasvetinin tam karşısında ise cıvıl cıvıl, umut veren, rengârenk bir eser...
Anadolu’da kadınların giydiği rengârenk basma kumaşlardan oluşan üç boyutlu bir kırk yama gibi...
Sergi önce bizi en umutsuz anlarımıza götürüyor... Diyarbakır zindanının 5 numaralı koridorundan boynunuzu eğerek geçiyorsunuz. Sonra sizi oradan alıp umudun kapısına bırakıyor...
*
Bu sergi buradan İzmir’e gidecek...
Çok doğru bir adres. Eminim orada da kuyruklar oluşacak... Picasso kuyrukları gibi... Ve emin olun bir sanat olayının önündeki bu kuyruklar hepimiz için umudun ve barışın işaretidir.
Tebrikler Ahmet Güneştekin...
BANA ÇOK UMUT VEREN SPONSORLAR
SERGİNİN açılışı nedeniyle yapılan panelde, arka fonu oluşturan dekora bakıyorum.
Orada bu serginin sponsorlarının adları var. “Arçelik”, “Denizbank”, “UPS”, “Lokal Enerji”, “Pernod Ricard”, “Jiber” ve başka gruplar...
Türkiye çapında büyük kuruluşlar da var, başarılı yerel şirketler de... Güzel bir sanat imecesi oluşmuş.
*
Bu arada Diyarbakır Ticaret Odası’ndan da özellikle söz etmeliyim.
Oda Başkanı Mehmet Kaya, bu serginin gerçekleşmesinde çok büyük rol oynayan insan. Mehmet Kaya ile ilk defa karşılaşıyorum.
Açıkça söyleyeyim, beni çok etkiledi. Vizyoner, cesur bir insan.
Bölgenin gerçeklerini ve Türkiye’nin gerçeklerini çok iyi bilen, dengesini çok iyi kuran sakin bir insan. Bölgede sakin bir güç...
*
Böyle insanların Türkiye’nin kutuplaşmadan, çatışmadan kurtulmasında çok büyük katkıları olacağına inanıyorum.
EN BÜYÜK TARTIŞMA
BENİM SURİÇİ EVLERİ İLE İLGİLİ İZLENİMİM FARKLI
SERGİNİN yapıldığı Keçi Burcu, eski Diyarbakır’da Suriçi denilen bölgeye bakıyor. Burası geçtiğimiz yıllarda hepimizi üzen olaylara sahne oldu. Bölge bir anlamda yıkıldı.
*
Şimdi o bölgeye yeni bir semt inşa edildi. Ancak bu semt halen Diyarbakır’ın en tartışılan yeri... Bir bölümü, yapılan evlerin güzel olmadığını, Diyarbakır bazaltı yerine Kayseri bazaltı kullandığını söyleyerek eleştiriyor. Bir bölümü, bunların evi yıkılan kişilere bile çok pahalı satıldığını anlatıyor.
Bir bölümü ise bu bölgenin altında insanlık dramları olduğunu, bunun üzerine neşeli bir hayat kurulamayacağını söylüyor.
*
Psikolojik ve duygusal gerekçeleri tartışmak zordur. Hele benim gibi o bölgeden olmayan, o olayları orada yaşamayan bir insanın bazı şeyleri onlar gibi hissetmesi de mümkün değil. Ama bazen benim konumumda olmak, olaya bakışta daha adil bir yaklaşıma imkân tanıyabilir. Ben de onu yapmaya çalışacağım.
ÖNGÖRÜ
SOSYOLOG OLARAK İDDİA EDİYORUM, BU BÖLGE 10 YIL SONRA ŞAŞIRTACAK
ORADA konuştuğum bazı insanlar, şu yazacaklarımı söylediğimde “Çok eleştiri alırsın” dediler. Alışığım... Kendi payıma devletin burada yaptığı evleri ve hâkim olan düşünceyi fena bulmadım..
Mimari olarak dışarıdan bakıldığında, yöre mimarisine dikkat edilmiş.
Dar sokaklar, küçük meydanlar, evlerin birbiriyle ilişkileri güzel bir doku oluşturuyor.
*
Daha iyisi yapılamaz mıydı? Tabii ki yapılabilirdi.
Devletin satış politikasını, buradaki mağdurlara tanınan haklar gibi konuları bilemem. Ama bir sosyolog olarak şunu iddia edebilirim. Burası 10 yıl sonra Diyarbakır’ın en canlı, en yaşayan yeri olacaktır.
Hep birlikte göreceğiz.
HAFIZ ODASI
ALTTA BU KADAR ACI VARKEN ÜSTTE CANLI HAYAT OLUR MU
ŞÖYLE düşünen epey insan var ve ben onları çok iyi anlıyorum, saygı duyuyorum:
“Altında bunca ıstırap, bunca kavga ve acı bulunan bir toprağın üzerine canlı hayat kurulabilir mi?”
*
Ben de şöyle düşünüyorum: Altında ıstırap, acı, adaletsizlik olan yerlerin üzerinde hayat olmaz dersek, nerede yaşayacağız?
Bu ülke engin bir acılar topoğrafyasına sahip.
Çanakkale’de binlerce şehidin kemikleri üzerinde hayat kuramayacak mıyız, o köprüleri yapamayacak mıyız...
İzmir’de Hasan Tahsin’in vurulduğu Konak’ta gençlerimiz gülmeyecek mi; Kurtuluş Savaşı şehitlerinin belli ve meçhul mezarları üzerine sadece meçhul asker anıtları mı dikeceğiz?
Dersim’in gençleri o yeşil topraklarda trekking yapamayacak mı...
Soma madeninin mahallelerinde gençler artık el ele gezemeyecek mi...
*
Bence Sur’da veya bu ülkenin herhangi bir yerinde herkesin bir kendi acısı varsa, önce bunu ortak acı haline getirip sonra o toprakların üzerine barış içinde güzel bir hayat kurmak gerek... Şuna samimi olarak inanıyorum. Onları anmanın en güzel yolu inadına yaşamaktır.
*
Bu acıları hafıza odamızda tutalım... Ama gelecek nesillere bu odadan sadece hiç bitmeyecek yaslar bırakma hakkımız yok... Belki de neşe, bizleri daha güzel birleştirir...
Ve Allah inşallah bana ömür verir, yaşayan bir Suriçi’nde mutlu ve güler yüzlü bir kalabalığa karışırım...
DİYARBAKIR’IN BAZI YERLERİ İZMİR’DEN İYİ
DİYARBAKIR beni şaşırttı...
Gelişmiş ve modern bir Batı şehri haline gelmiş.
Caddeleri çok geniş.
Özellikle şehrin yeni semtlerindeki bina kalitesi ve estetiği güzel.
Binaların gece ışıklandırmaları çok etkileyici.
Gece hayatı çok canlı.
Kulüplerinde genç bir enerji var.
Kafeler dolu...
Konuştuğum buralı insanlar şunu söyledi.
Bu planlamaların çoğunu eski Belediye Başkanı Osman Baydemir yapmış. “Onun hakkı büyüktür” diyorlar ve hayırla anıyorlar.
Bir de eski ODTÜ Öğretim Üyesi Tarık Şengül’ün şehir planlamasına katkılarını anlatıyorlar. Kayyum sistemine karşıyım. Ama anladığım, burada devlet de büyük işler yapmış.
LEVHALARDA TÜRKÇE VE KÜRTÇE KADAR İNGİLİZCE
ŞEHİR vitrinlerine iki gün baktıktan sonra aldığınız en çarpıcı izlenim, Diyarbakır’ın İngilizce ve yabancı dil isimlere merakı.
Sadece en önemli üç hastanesinin ismini yazayım:
“Genesis”... “Memorial”... “Bower...”
Bina ve butik isimlerinde, kafe adlarında dikkat çekici kadar çok İngilizce var.
Yani levhalara bakarsanız Türkçe ve Kürtçe kadar İngilizce kelimeler de görürsünüz.
YARIN
Bir İzmirli zeybeği mi daha iyi oynar, halayı mı daha iyi çeker
Serginin iki gecesinde kimleri dinledik?
Hangi şarkıda dayanamayıp ayağa fırladım? Hayatımın ilk halayında performansım neydi?
Bindiğim servis aracında keşfettiğim iki şarkı neydi?
İki gecede dinlediğimiz dört sanatçı hakkındaki görüşlerim.
Diyarbakır’da yemediğim iki şey neydi...
Bodrum katında doğup dünya markası olan bir fabrikada üç saat.
Türkiye’nin gerçek dramı: İki ayrı görüş ve “Senin orada ne işin var?” sorusu.
Yorum Yazın