Hıncal Uluç

Hıncal Uluç

Mail: jdgklgkd@homail.com

Yaşarken unutulan dev adam!.. Güngör Denizaşan!..

Ölüm haberini aldığımda, hemen oturup bir şeyler yazmadım.. Bekledim bakalım, Bab-ı Âli'den kalan gazeteler, kendilerine çok hizmet eden bu adam için iki satır yazacaklar mı?. Yazdılar.. Tahminimden fazla yazdılar ve hiç tahmin etmeyeceğim kadar da büyük verdiler..
Vefa güzel şey.. Alkışladım tabii.. Ama sormadan da edemedim..
"Güngör yaşarken, başını eğmeden, kimseye el açmadan didinerek yaşar, tek başına gazete çıkarır ve 'Abone olun.. Bir ilan verin yeter' derken nerdeydiniz?."
Güngör, bugün yazdıklarınızı yukardan izliyorsa, muhakkak "Daha önceleri neredeydiniz?" şarkısını mırıldanıyordur..
Bu sütunun okurları onu yakından tanırlar.. Çok yazdım onu ben..
Beyoğlu'nda asansörsüz bir eski evin beşinci katında yaşıyordu.. İlk gittiğimde nefes nefese kalmıştım.. O benden 5 sene de yaşlıydı, ama 20 yaşındaki genç gibiydi ki, her gün birkaç defa inip çıkıyordu o bitmez tükenmez basamaklardan..
Onunla ilişkimi, 1967 yılında çıkarmaya başladığı Gazete 13 sağlamıştı. Kuşe kâğıda bastığı aylık sosyete gazetesi. Ordaki telefondan aradım, buldum. Ev telefonuymuş. Cep telefonu yok. Ev de zaten, Gazete 13'ün ofisi ayni zamanda..
Kendi asansörü yoktu ama, mahallenin kedileri için bir asansör yapmıştı o..
Arka bahçeye ip sarkıtıyor ve kedi yemlerini o iple indiriyordu. Yem saatlerini de aksatmıyordu. Bir defa o saate denk geldim.



Gösterdi, bahçenin dibinde toplanmış yukarı bakan kedileri..
Onunla harika saatler geçirirdim, gittiğimde..
17 yaşında başlamış gazeteciliğe.. Fotoğraf makinesi ile birlikte.. O zaman "Beyoğlu muhabirliği" vardı.
Çok kıymetli.. İstanbul'a gelen ünlüler, başta tarihi Pera ve en yeni Hilton Beyoğlu'ndaki otellerde kalırlardı.
Tiyatrolar, tiyatro gibi gala yapan sinemalar Beyoğlu'ndaydı. Gece kulüpleri, gazinolar ve adeta onlar gibi, bitmez tükenmez kokteyl partiler, yemek davetleri, tanıtımlar hep Beyoğlu mekânlarında olurdu genelde..
Bu yüzden önemliydi Beyoğlu muhabirliği.. Dil bilecektin.
Edep, adap bilecektin, sevilir olacaktın. Adam gibi şık giyinecektin. Kimseyi kırmadan sormayı ve yazmayı bilecektin.
Yani insan olacaktın. Hem "adam" hem "gazeteci" olacaktın..
Pek çok ünlü gazeteci Beyoğlu muhabirliğinden gelirdi.
Mesela Abdi İpekçi..



Gazeteci muhabirlikten gelirdi zaten.. Gökten zembille inmezdi. Spor ve polis adliye en iyi yetişme yerleriydi mesela.. Her yerde Beyoğlu yoktu ki?.
Ama Güngör, Beyoğlu ile bağlı kalmaz, bir gecede abartmıyorum, çıkardı arşivinden bir gün fotoğrafları gösterdi, 15 yere yetişmişti, köprüsü olmayan İstanbul'da.. Beyoğlu'nda fotoğraflar çekmişti.
Karşıda Büyük Kulüp'te fotoğraflar çekmişti. Vaniköy, Çengelköy yalılarındaki yemeklerden fotoğraflar çekmişti.
Nasıl yetişmiş ve nasıl gazeteye de yetiştirmişti o haberleri..
O zaman "Haber atlatmak" vardı. Gazetecilik yarışı oydu. Sende yok da haber, başkasında varsa, hapı yutmuştun. Gazeteye sabahın dördü beşine dek haber konurdu. Mesela tiyatro galası mı var?. Hem galaya abiye tuvaletle gelen hanımlar ve smokinli beylerin fotoğrafları yetişmeliydi hem de oyunun eleştirisi.. Yoksa "atlardın!." Meslekte en büyük ayıptı atlamak..
Güngör resmi çekmekle kalmaz, önemli kişilerle de konuşur, haberi foto/röportaj gibi yazardı da..
Bana arşivini gösterdi.. 10 binden fazla fotoğrafla Beyoğlu tarihi..
Hemen zamanın Beyoğlu Belediye Başkanı'na koştum. Şimdi Kültür Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan'a..
"Son Beyoğlu hazinesi Güngör'e sahip ol. Destekle.. O arşivi de 'Ölümünden sonra devredilmek üzere' Beyoğlu Belediyesi'ne al.. Doğuş Holding, Ara Güler'in arşivini kurtardı. Sen de Beyoğlu arşivini kurtar" dedim..
Olmadı. Yapamadı.. Niye yapamadığını da bana anlatmadı. Bilmiyorum.
Ama o her gün tırmanmak zorunda kaldığı evine "Depreme dayanıksız" raporu verildi ve bina boşaltıldı.
Ben de Güngör'ün izini kaybettim.. O telefon o evdeydi.. Kayboldu. Güngör de kayboldu. O aramayınca, nerden nasıl bulacaktım ki..
Ölümünden sonra öğrendim.. Bu arada, Parkinson'a yakalanmış, giderek ağırlaşmış durumu..
Ölüm sebebi, hastalığı.. Bana hiç sözünü etmediği (Kendinden ve ailesinden hiç söz etmezdi ki) kızına taşımış arşivini.. Çok sevindim.. O hazine emin ellerde.. Dilerim İstanbul Büyükşehir Belediyesi, şehrin bu tarihi ile ilgilenir. İmamoğlu, Ferit Şahenk'in yaptığını yapar, o fotoğraf ve filmleri elden geçirir, düzelttirir, tasnif eder, katalog haline getirir.. Sergiler açar..
O tarih yaşadıkça Güngör de yaşar!.
Yaşamalı.. Yaşatmalıyız!.

***


MEĞER KİMMİŞ?..
Bana İstanbul'da kulağı fevkalade delik bir arkadaşım, "Benden duymuş olma sakın" diye söylemişti. Ağbim Öcal, dün Türkiye'de yazınca açığa çıktı. Yarın açılacak Altay Alsancak Stadı'na doğal adıyla "Mustafa Denizli Stadı" denmesine karşı çıkan siyasi meğer Alpay Özalan'mış..
Futbol hayatında bir tek özellik var.
Avrupa Kupası'na tarihte ilk kez 1996'da katıldık ya.. 1-0 yenilgimizle biten bir maçımız vardı Nottingham'da galiba.. Ordaydım. Ama rakibi bile tam hatırlamadığım o milli maçta hatırladığım birisi var..
Mesut'un Galatasaray'a attığı golü hatırlıyor musunuz.. Benzeri pozisyon. Alpay müthiş fiziği ve hızı ile adama hemen yetişti. Dokunsa, santranın oralardan faul.. Ama dokunmadı. Sadece takip etti.. Peşinden gidip durdu ve adam da golü attı.
1-0 yenilgimize sebep olan golü ne kurallar içinde, ne de taktik faulle önledi, Alpay.. Yani bugünkü "siyasi" arkadaşımız..
Tam siyasi bir tercih değil mi, maçta yaptığı, pardon yapmadığı hareket?. Ertesi gün Ada gazeteleri maçtan çok Alpay'ı yazdılar.. Ona bir de Centilmenlik Ödülü verdiler iyi mi? Takım yenilsin, ama kendi ödül alsın.. İşte "siyasi" olmak bu değil mi?.
Bütün İzmir değil, bütün ülke "Mustafa Denizli Stadı"nın açılışını bekliyor, Sayın Cumhurbaşkanım!.

***


BİR HARİKA CUMARTESİ Kİ!..
Pandemi birazcık izin verince, devlet baba da ipleri biraz gevşetti.
Gerçi ipleri sıkma da, gevşetme de oyun..
Birileri, büyük devletler, büyük şirketler dünya ile oynuyorlar.
Gerçeği söyleyen, ısrarla, inatla söyleyen ve aşıyı zorlayan, maske, mesafe isteyen ve dışarı çıkmaları sınırlayanlarla adeta dalga geçenler sayesinde, bu uluslararası oyuna bizim devletin de nasıl alet olduğunu hemen her gün yazan, aşı, maske ve mesafe karşıtlarını dinlemediğimiz için biz bu oyunlarla yapılan eziyetlere layığız ya..
Neyse.. Biz Mekteb-i Mülkiye'de "Vatan İdaresi" okuduk. Devlet adamı olmak üzere yetiştirildik. Onun için devlete saygımız sonsuzdur.
Kızsak da, denileni yaparız.
Bu yüzden işte, devlet ipleri biraz gevşetince, cumartesi bir program yaptım ilk defa..
Öğle 11'de, heykeltıraş dostum, can kardeşim Oylum Öktem İşözen'le buluşma.
AKM'de.. Orada Tankut Öktem Hocamın, cinayet denecek bir kaza(!) ile öldürülen babasının hayat boyu sergisi var. Oylum, "İlle benimle gez. Ben sana anlatayım" dedi.. Kozak'taki ıssız yolda Tankut Usta'nın yaptığı Atatürk Anıtı'nı Gözlem Gazetesi'nden naklen yazmıştım ya.. Hocamı da yakından tanırdım. "Ahbabım" demekten gurur duyduğum insanlardan biri..
Sonra ver elini Kalamış.. Hem bir tatlı huzur alırız. Hem de çoktandır görmediğimiz Bedri Usta'nın elinden bir Adana yeriz..
Ardından Kadıköy'de Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde "Baba Kız" oyunu..
Baba Müjdat Gezen.. Kız da, Elif.. Hani o dünyalar güzeli, o dünyada eşi benzeri olmayan Rumelihisarı Açık Hava Tiyatrosu'nda Sezen Aksu ile sahneye çıkan ve "Dilsiz" işaretleriyle sözlerini anlatan elleri, şarkısına eşlik ederken binlerce seyirciyi büyüleyen Elif.. Müjdat'ın öz kızı. Elif, evlenmiş, Hollanda'ya yerleşmiş, o yüzden adını duymaz olmuşuz. Babası çağırınca da koşmuş gelmiş.. Öğleden sonra 3'te sahnede olacaklar..
Kaçar mı?. Biz de sahne önünde..
Eeee.. Yaş 82 tahmin edersiniz.. İki senedir, hem de ilk defa tam gün program..
Yorgun döndük eve.. Ama bakmadan edemiyorum.
TRT 2 harika filmler oynatıyor son zamanlarda, ama gecenin sonunda oynatıyor.
Bazen 2.5 saat film.. Gece yarısını yarım saat geçe bitiyor.. Niye?. Film meraklısı iseniz, Film Arkası'nı yani Alin Taşçıyan ile Mehmet Açar'ı da dinlemek şart.. Yazık değil mi, bu filmlere asıl meraklı olan yaşlı, hele benim gibi halen çalışan kitleye..
Neyse "Beş on dakka bakar, sıkılırsam kapar uyurum" dedim, yatak odamdaki televizyonu açtım.
Paralel Yaşamlar / La Pointe Courte diye bir harika film.. Dünya ünlüsü Agnes Varda'nın çıkış, Fransız Yeni Dalgası'nın doğuş filmi.. Yıl 1955!.. Onu da nasıl merak ve zevkle izledim..
Pandemiden bu yana en güzel Hıncal günü..
Sergiyi de, oyunu da, filmi de ayrıca anlatacağım.. Yarından başlayarak..

***


GERÇEKTEN DE 'CADI'YMIŞ HANİ!..
Cadı gibi konuşmuş.. Cadı lafı bana ait değil. Kendisi, kendine koymuş, "Gardırop Cadısı" diye.. Kaçtır yazacağım, erteliyorum. Gardırop Cadısı, Kelebek ekinde o köşeyi çamur atmak için kullanıyor sanki. Hele de yazdığı kıyafet hemcinsine aitse..
Salı günü bana göre çok şirin, çok şıktı, Demet Özdemir'in bembeyaz kılığı. Kendisini tanımam, etmem. İnanın ne iş yapar onu da bilmem.
"Ama herkes, her şeyi giymesin" diye emir kipinden, herkesin o tartışılmaz zevkine ve rengine, emrederek müdahale etmesi dikkatimi çekti.
Yazı baştan aşağı alay, aşağılama, hatta hakaret..
Bak şimdi Cadı!.
Ya bu işten hiç anlamıyorsun ya da kişisel sempati ve antipatilerini tatmin için kullanıyorsun bu köşeyi her gün.
Bana sorarsan, dedim ya, çok şık, çok şirin Demet..
Ben kim miyim?.
Bir Amerikan dergisinden alıp uyguladığım Pizzazz köşesi ile bu yaptığın işi bizde başlatan adamım.. Çok sevdiğim Deniz Seki benden neler çekmişti?. O Deniz'i hâlâ haksız olduğuna inandığım bir kararla hapse attılar.. Tek savunan ben oldum, o da ayrı.. Kaç yazım var, o mahkemede ve içerde iken.. Çıkınca "Alo" bile demedi.. Boş ver.. Bu hayat neler gördü, 82 yılda.. Ben hâlâ inandığımı yazarım.
İkincisi ben erkeğim Cadı.. Kadınlar genelde erkekler için giyinir, bizim sizler için giyindiğimiz gibi. Karşı cinsin dikkatini çekmekte kıyafet en önde gelir.
Yani.. Benim beğenmem, senin yerin dibine sokmandan çok daha değerli..
Biraz içten ol.. Biraz zevklere, özel zevklere hak tanı.. Üslubuna dikkat et.. Dizüstü çizme ile dalga geçeceğine (ki bence çok yakışmış, kıyafeti tamamlamış.
O çizmeler mini etekten sonra moda oldu) sen de "Ben olsam, dizüstü çizme yerine şıpıdık terlik giyerdim" gibisinden bir cümle kur mesela..
Mini dedim de..
Tasarımcı Mary Quant tam 60 yıl önce, hem de bugünlerde mini eteği dünyaya sununca, tüm kadın cadılar tepesine çökmüştü. Biz erkekler ona uysaydık, bugün hiçbiriniz mini etek giyiyor olmazdınız..
Bilmem anlatabildim mi?.

***


TEBESSÜM
Kedi, yerde emekleyerek kendisine doğru gelen bebeğe baktı ve dedi ki..
"Yakında iki ayağın üstünde dikileceksin, seni hemen okula yollayacaklar. Hepsini bitireceksin, işe sokup çalıştıracaklar. Şimdi anladın mı, ben niye asla iki ayağımın üstüne kalkmıyorum!."

***


SEVDİĞİM LAFLAR
Başkalarının sınırlı algılarının sizi tarif etmesine izin vermemelisiniz.. Virginia Satir

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar