28 Şubat, Yaşar Kemal'in ölüm yıldönümü.. Onu tam 7 yıl önce, pazartesi günü kaybetmiştik.. "Ben Kürt asıllı Türk'üm" diyen büyük ustayı dünya tanırdı. Her Nobel öncesi adı geçerdi. Vermediler.. Ama biz, ona gönlümüzün Nobel'ini verdik..
Hayattaki en büyük gururlarımdandır, büyük ustanın dostu, hatta aile dostu, arkadaşı olmak.. Eşi Ayşe, harika kadındır, insandır, dosttur.
Ustayı, 1970'li yıllarda, Cumhuriyet'e Ankara'dan haftalık spor ve TV yazıları yazarken tanımıştım. Gazeteciliğe Ankara'da M. Ali Ağabey'in ekibinde (Kışlalı) başlayan, ışıklar içinde yatsın, Oktay Kurtböke, Cumhuriyet Genel Yayın Müdürü olmuştu, o tanıştırdı bizi...
Yaşar Ağabey, gazetenin röportaj yazarıydı. Her röportajı hem de nasıl lezzetle okunan yazar.. Cumhuriyet'te o, Dünya'da Fikret Otyam.. Ezeli rakip, ebedi dosttular. Hatta bir Anadolu Röportaj turnesini birlikte yapmışlardı. Ayni yerin röportajlarını hem Yaşar, hem Fikret ağabeylerden okumak, nasıl bir lezzetti.
Röportaj dediysem.. Çoktandır kalmadı röportajcılık, gazetelerde.. Okuduklarınız mı?.
Bakın Yaşar Kemal daha 1980'lerde, "röportacılık sanatı"nın bittiğini söylemişti. Sanat ya.. Şöyle demişti, aynen..
"Bize insan yaşamının ve doğanın gerçeğini en güzel veren bir daldır röportaj. Röportaj bir sanat, bir edebiyat türü, bir yaratma eylemidir. En az romanlarım kadar röportajlarıma emek verdim."
"Yeni kuşaktan röportajcı çıkmıyor. Bugün, röportaj deyince bir kişiye sorular sorup, aldığın yanıtları yayınlamayı belliyorlar. Oysa, röportaj bir edebi olay...
Bir insanı, çevresi, fiziksel ve ruhsal yapısı ile anlatamıyorsan, o insanın görüşlerini nasıl anlatabilirsin ki...
Röportajın sınırı yoktur. Bir yazar, bir sanatçı için her şey, her insan, hele üretkense bir yenilik, bir röportaj konusudur. Yeryüzünde bir tek çöp ve bir tek yazar kalmışsa röportaj olayı vardır, olmalıdır. Son zamanlarda bu konu yozlaştırıldığı için röportaj yazmıyordum."
Büyük roman ve öykü yazarı, büyük gazeteci ve büyük röportaj ustasının 7. ölüm yıldönümü, 28 Şubat Pazartesi'ye rastlıyor. Yani bizim dükkânın kapalı olduğu güne.. Ancak reklamcı arkadaşlarım sağolsun, bize o özel günü de açtılar. Bu yüzden, Büyük Usta'ya üç gün ayırdım.. O da yetmez ama aslında..
Pazar ve pazartesi günleri, çıkarmakla gurur duyduğum o muhteşem dergim Erkekçe için kaleme aldığı hayatının son röportajını yayınlayacağım.
Haziran 1982.. Okurken bayılacak ve "Röportaj"ın nasıl ve neden bir edebi sanat olduğunu anlayacaksınız.
Yarın ise kendisi de büyük röportaj sanatçısı Faruk Şensoy'dan, Yaşar Kemal'in Erkekçe için yıllar sonra yeniden bir röportaj yazmayı kabul etmesinin öyküsünü okuyacaksınız.
O da harikulade bir Yaşar Kemal röportajı aslında..
Bugünün genç gazetecileri, bu üç günkü köşemi satır satır, kelime kelime okumalı, kesip dosyalarına koymalılar.. Olur a, aralarından biri, gazetecilik mesleğinin bu edebi sanatını yeniden canlandırmaya ve "RÖPORTAJ" yazmaya heveslenebilir!.
Şimdiden mutlu hafta sonları okurlarım..
..Ve şimdiden bir ölümsüz "Röportaj Semineri" genç meslektaşlarım!.
Yaşar Kemal'siz 7 sene takvimsel..
Ama Yaşar Kemal hiç aramızdan ayrılmadı ki.. Hep Yaşar Kemal'li olduk ve hep olacağız..
"Başımız hep sağ olsun"a gerek yok.
Çünkü başımız hep sağ, Sevgili dost, Yaşar Kemal'in can eşi Ayşe Baban, kardeş..
Yaşar Kemal'ler ölmez.. Adı üstünde "Yaşarlar hep!."
***
İKİ FİLM BİRDEN...
Hafta sonu için iki film tavsiye edeceğim size.. Biri, sinema salonlarını özlemişler için.. Biri de Netflix'te, evde ailecek, ama mutlak ailecek izleyecek bir şey arayanlara..
Önce aile filmi..
Ağır Sıklet / Here Comes the Boom, gerçekten ailenin tüm bireylerine söyleyecek ve gösterecek şeyi olan, görünüşte spor, boks da değil, boksun en vahşisi Amerikan güreşi dediğimiz olay üzerine kurulmuş bir film.. Bir "insanlık" dersi.. Ama öykü öyle güzel kurulmuş ve işlenmiş ki, ders, doğrudan yüreğinize işliyor..
Kevin James, Salma Hayek ve eski ustalardan Henry Winkler harika oynuyorlar.
Sinemadaki film de enfes..
Hayatı boyunca 66 harika polis romanı yazmış Agatha Christie'nin emsalsiz hafiyesi Hercule Poirot işbaşında..
Nil'de Ölüm..
İlk çevriminde Peter Ustinov hafif mizahi oynamıştı. Bu defa kudretli Shakespeare oyuncusu Kenneth Branagh ciddi yorumlamış.
Gal Gadot ve Annette Bening gibi güçlü kadın oyuncular da var.
Agatha'nın özelliği, katili bulmaya götüren ipuçlarını anında okuru ile paylaşması.
Yani filmde dedektifin gördüğü her şeyi siz de görüyor, duyuyorsunuz.
Deneyin kendinizi bakalım, katili hangi sahnede keşfedeceksiniz?.
..Ve de çıkınca, içinizden Pera Palas'a gidip Christie'nin İstanbul'da kaldığı, aynen muhafaza edilmiş odayı gezmek de geçerse, şaşmam!.
***
FELAKET TELLALLARINA...
Şaka gibi görünüyor ama, felaket tellallarının adeta çağrısını yaptıkları Üçüncü Dünya Savaşı üzerine, gördüğüm en güzel şey bu.. İnternette tesadüfen karşıma çıktı. Altındaki yazıda da şöyle diyordu, haritayı işaretleyen..
"Rusya eğer Ukrayna'yı işgal etmezse ne olur?. O zaman belki de, ABD ile Rusya kendi savaşlarını, daha uygun bir bölgede yapmaya karar verirler.." Bakalım bizim Kovid'le başlayıp, 3. Dünya Savaşı ile devam eden felaket tellalları bu fikre ne diyecekler?.
***
AH YAVUZ AH!..
Yavuz Donat kardeşim dün de Antep'imizi yazmış. Ona Gaziantep Gazeteciler Cemiyeti Başkanı İbrahim Ay rehberlik etmiş..
"Tok karnına dokuz dolma yenir" sözünü yaratan, "Antep ikramı" diye dünyaya ün yapan kentin hem de Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, Yavuz'a neler neler teklif etmiş.. Beyran içmekten katmerle kahvaltı yapmaya, İmam Çağdaş'tan Koçak'a sıcak baklava yemeye..
Yavuz, kusura bakmasın ama, marifet yapmış gibi, hepsini geri çeviriyor..
"Baklavasını tatmayacak, katmerle kahvaltı etmeyecek, patlıcan ve biber kuru dolmasına dokunmayacaksan, Antep'e niye gittin" derler adama..
Hele sana Organize Sanayi Bölge Başkanı'nın hediye ettiği o emsalsiz Antep işlemeli ibriği başkasına vermen!. Hediye, hediye edilir mi?. O ibrik ne başkanı fakir, ne seni zengin ederdi, oysa.. ..Ve de emsalsiz bir Antep hatırası olurdu, evinin başköşesinde..
***
BRAVO BURAK ELMAS!..
Hem de nasıl yürekten alkışladım bu defa Galatasaray'ın genç başkanı Burak Elmas kardeşimi..
Galatasaray'ın Dursun Özbek, Mustafa Cengiz ve kendi dönemlerinde futbolumuzu yabancı çöplüğüne çeviren menecerlere dolar, euro ve Türk Lirası olarak ödediği milyonları açıklamış..
Ünal Aysal dönemini de açıklasaydı da asıl Fatih Terim döneminde dağıtılanları öğrenseydik..
Bizim Spor Müdürü Murat Özbostan, bu müthiş yürekli ve tüm kulüplere örnek olması gereken hareketi "Gündem değiştiriyor" diye saptırıyor. "4-5 yıl görevde kalsa o da iki haneli rakamlara ulaşacaktı" diye de küçümser havada, normalleştiriyor..
663 milyon Türk Lirası ödemiş Galatasaray, menecerlere..
Bu, resmi açıklanan rakam..
Peki Özbostan, sen, ödenenin tam da bu olduğuna eminsin, değil mi?.
***
BAYRAKLARI BAYRAK YAPAN...
Öcal Ağabeyim, İzmir Gözlem Gazetesi sütununda altına imzamı attığım minik satırlar yazmış, "Sözün Özü" başlığı altında..
Buyrun..
*
Türk Bayrağı Tüzüğü'nün 21/P maddesine göre, öldüğümde tabutumun üzerine "Türk Bayrağı" örtülebilecektir!. Zira Basın Şeref Kartı sahibiyim.
Onun için şu soruyu sormak hakkımdır..
"Kıbrıs'ta Halil Falyalı'nın tabutunun üstüne Türk Bayrağı'nın konulması için KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın 'Değerli bir kardeşimizdi, bu ülkeye yatırımlar yapmıştı' sözü yeterli midir?"
***
TEBESSÜM
Annesi, küçük Temel'e sordu..
- Küçük ayını neden buzdolabına koydun?.
- Kutup ayısı olsun, diye..
***
SEVDİĞİM LAFLAR
İlk özür dileyen en cesur, ilk affeden en güçlü, ilk unutan en mutludur!. Anonim
Yorum Yazın