Rafine bir hayat yoktur. Hayatta sevinçler olduğu gibi kederler de vardır. Başarılar olduğu gibi başarısızlıklar da var. Elimizde olan ve olmayan nice travmatik olaylarla karşılaşırız.
Bunlardan bazıları kendi hatalarımızdan, bazıları da de bize bağlı olmayan dış etkenlerden kaynaklanır. Hayat kırar, yaralar, bizi kendi halimizle baş başa bırakır. Işte bu durumda önümüze iki yol çıkar. "Niye bunlar benim başıma geliyor?" diye hayata küsmek veya bu kırıklığı daha güzel bir şeye dönüştürmenin yollarını aramak.
İşte burada karşımıza Japon felsefesi Kintsugi tekniği çıkıyor. Kintsugi etimolojik olarak Japonca kin kelimesi altın tsugi ise birleştirmek kelimelerinden oluşan bir kelimedir. Altınla birleştirmek anlamındadır.
İlginç bir hikayesi var. Rivayete göre 15. Yüzyılda Japon İmparatorunun çok sevdiği vazosu kırılmış. Tamir için Çin'e göndermişler. Tamir sonrasında imparator vazoyla uyumlu olmayan metal zımbaları beğenmemiş. Japon sanatçılardan kırılan vazoyu daha güzel yapmalarını istemiş. Kırılan yerler altınla yapıştırılınca eskisinden daha değerli bir eser ortaya çıkmış. Kintsugi tekniği ile bakış açısını değiştirerek kırık ve kusurlu bir şeyden güzel bir eser oluşturmak mümkün.
Yine bir japon felsefesi göre kusurlu olanı görmek ve ondaki güzelliği keşfetmek olan wabi-sabi’ ile kintsugi tekniği (altınla tamir) birlikte değerlendirildiğinde kırık ve kusurlu bir eşyanın daha güzel olabileceğini bize öğretmektedir.
Başarılı insanlara baktığımızda yaralarını kırıklarını altınla tamir edip ondan olağanüstü güzellikler çıkardığını görüyoruz. Ernest Hemingway, “Dünya herkesi kırıyor ve sonra bazıları o kırık yerlerden daha güçlü çıkıyor” der.
Örneğin Aziz Nesin çok yoksul ve zor bir çocukluk dönemi geçirmiştir. Hayatta karşılaştığı zorlukları mizaha dökmüştür. Kendini “Gözyaşlarını kahkahaya çevirmeyi başaran simyacı” olarak tanımlamıştır.
Aşık Veysel, "Kör olmasaydım çoban olurdum. Kör oldum aşık Veysel oldum” diyerek körlüğünü adeta altınla tamir ederek meşhur bir halk ozanı olmuştur.
Kafka; Yahudi, dışlanmış, sosyal ve fiziksel mekanda hep yabancı kalmış, dışlanmış çelimsiz bir vücut yapısı var, otoriter ve ezen bir baba var. Kafka yaşadığı bu gerçekliği bir avantaja dönüştürerek edebiyat dünyasına önemli eserler kazandırmıştır. Eğer onları yaşamasaydı Kafka olur muydu diye merak ediyorum.
Dostoyevski, yoksul doğar, yoksul ölür, Annesini 15 yaşındayken kaybeder. Baba gaddar ve alkoliktir. Tatsız bir çocukluk dönemi yaşamıştır. Nörolojik bir hastalığı var. Epilepsi. Sık sık nöbet geçirir, depresyona girer. Hapis yatar. Ölüm cezasına çarptırılır. Dostoyevski bütün bu yaşanmışlıkları eserleriyle taçlandırır, insan psikolojisini derinlemesine anlatır. Dostoyevski adeta kırgınlıklarını, yaralarını altınla tamir ederek şaheserlere dönüştürmüştür.
Beyin kendine sunduğumuz seçeneklere ve verdiğimiz komutlara göre çalışır. Ya hayatın acılarını, yaralarını bir sorun olarak görüp ve onu mayalandırıp hayatı çekilmez hale de getirebiliriz ya da bu acıları, yaraları Japonların Wabi-Sabi (kusurda güzelliği keşfederek) ve kintsugi (altınla tamir ederek) hayamızda yeni güzellikler oluşturabiliriz. Bu tamamen bize bağlı. Mazeretin de mucizenin de mucidi biziz.
Yorum Yazın