Hıncal Uluç

Hıncal Uluç

Mail: jdgklgkd@homail.com

Yabancılarınız başınızda parçalansın!..

8+3 ile başlayan Türk futbolunu Türkleştirme planında ikinci adım, yani 7+4 yaklaştı ya, başta Beşiktaş Başkanı Ahmet Nur Çebi ve tabii Türklerden nefret eden, 8+3'e bile tahammül edemeyip yedeklere dek tüm kadroyu yabancı isteyen Fatih Terim başta, onların dümenindeki medyayla kampanya açıldı bile..
Türkiye Futbol Federasyonu'na baskı yapılacak demeçler veriliyor, bu demeçler manşetlere çıkarılıyor..
Dün bizim gazetede, "Türklere ölüm" diye bağırmadığı kalan Fatih Terim manşetteydi.
"Parayı kim veriyorsa kararı da o alır" demiş hazret..
Yani, bu yüzde 90'ı süprüntü adamları bize sokuşturan, profesyonel futbol pazarlamacısı menecerleri ve onların Türkiye'deki gizli ve kayıtdışı ortaklarını zengin eden o yabancı transferlerine harcanan dolarları kulüpler veriyormuş ya.. Kararı da onlar alırlarmış. Türkiye Futbol Federasyonu kim oluyormuş!.
Bak Fatih Hocam!.

"Parayı veren düdüğü çalar" 
devrinde kalmış kafanla, bilir bilmez konuşma..
Parayı kimin verdiği değil, kimin aldığı, kimlerin de sebeplendiği önemli aslında ama, şimdi onu konuşmuyoruz.
Parayı kim veriyor?.
Başkan!. Ve hiçbir sorumluluk duymadan..
Kulübü içinden çıkılmaz borçlara sürükleyerek. Çünkü artık devasa şirketlere dönüştükleri halde, kulüpler hâlâ Dernekler Yasası ile yönetiliyorlar.
"Kabul edenler.. Etmeyenler..
Edilmiştir.."
Sırf kendi adını manşetlere çıkarmak için yaptığı keyfi transferlerle kulübü neredeyse iflas noktasına getiren o "herif-i na şerif" zerre sorumluluk almadan ayrılıp gidiyor.
Kulübe ve yeni gelene bir doldurulmaz çukur bırakıyor.
Yeni gelende de durum ayni.. Yani "Benden sonra tufan!. Ben şöhret, ben manşet olayım da, kulüp benden sonra batsın isterse.." Fener batar mı?. Galatasaray, Beşiktaş?. 90 milyonun en az 60 milyonu bu takımdan.. O zaman mecburen hükümet devreye giriyor. Devlet bankalarına, mesela adı üstünde kırsala ve tarıma hizmet ve destek için kurulmuş Ziraat Bankası'na talimat.. Kulüplerin borçlarını, bilmem kaç senesi ödemesiz, vadelere bağlıyor, hatta yeni krediler açıyor ki, o sorumsuz başkan, yönetim ve teknik direktörler, Amerika ve Afrika'nın en on para etmez adamlarına, menecer tezgâhı ile milyonlar ödemeye devam etsinler..
50 bin dolara razı bir paçavraya, milyonlarca dolarlık sözleşme imzalatsınlar..
Bal tutanlar ve parmak yalayanlar hakkında söylentiler, Kafdağı'nı aştı..
Kemal Belgin dostum, bizim programda belge bile gösterdi.. İsmen sordu..
Senelerdir cevap yok.. Aslında bu konu Federasyon'u aşar. Maliye Bakanlığı soruşturma açmalı.. Çünkü işin içinde vergiden sıyırma durumları da var.
Neyse.. Şimdi kulüp, devlet bankasına borçlanıyor. Borçları, dedim ya bilmem kaç yılı ödemesiz, yeniden yapılandırıp, yeni transferlere, yani yeni borçlara giriyor. Sonra yeniden yapılandırma..
Kulübü batıran başkan, yönetim ve teknik direktör yasal sorumsuz.. Peki o zaman bu paralar kimin cebinden çıkıyor, yani düdüğü asıl çalan kim, Fatih Efendi?.
Benim, ben.. O bankadaki paralar benim.. Yani Türk halkının..
Ve sen, benim paralarımı, asıl kıymetlisi dövizlerimi, ne olduklarını dünyanın bildiği menecerler eliyle çöplere dağıtmak, sahaya yedekleri dahil 18 yabancı ile çıkmak ve Türk gencini, Türk futbolunu yok etmek istiyorsun..
Türk futbolunun kaderini Türkiye Futbol Federasyonu değil de, Türk düşmanı Fatih Terim belirleyecek öyle mi?.
Abartmıyorum.
Türk düşmanısın Hocam..
Federasyonu, medyayı ve taraftarı uyuttunuz.. "Yabancı serbest kalırsa, Avrupa kupalarında daha iyi sonuç alırız" masalını yutturdunuz..
Aldık.. Neyi aldığımızı söylemeye terbiyem müsait değil..
Avrupa'da en büyük yere ulaşan, en büyük kupayı alan, senin yarattığın takım değil miydi?. O takımda kaç yabancı vardı Fatih?. O takım, Şenol Güneş'in eline, Dünya Şampiyonu olacak bir Türk Milli Takımı iskeleti vermedi mi?.
Sonra.. Sonra Euro 2016'da, sen artık eski Fatih olmaktan çıkıp tanıyamadığımız biri olduğun için, Milli Takım'ı darmadağın ettin. Kendinde suç ve kusur görme yeteneğini kaybettiğin için futbolcularını suçladın. Onların seni sattığını düşündün ve Türk'ten nefret edip, sahaya 11 milli marşını okuyamaz adamdan kurulan Galatasaraylar çıkarmaya başladın.
Türkler de transfer ettin. Milli Takım'ın gözdeleri, en seçmeleri Türkler.. Hepsi bugün futbolu unuttu neredeyse..
Çoğunu bedava yolladın. Kalanları da yok etmek için çırpındın.. Bana isim saydırma şimdi..
Ama sana sorayım. Galatasaray'a geldikten sonra 1 adım ileri gideni değil, yerinde sayan birini, bir Türk'ü sayabilir misin?.
Bir isim söyle.. Bir örnek göster?.
Nerde şimdi aldığın zaman milli forma giyen o futbolcular?.
Umurunda değil ki, cevap veresin?.
Türk Milli Takımı umurunda değil..
Türkler Süper Lig'de oynamaz da, o dünya süprüntüleri tüm 11'leri tutarsa, hangi büyük takım altyapı kurar?.
Geçimlerini büyük takımlara sattıkları futbolcularla sağlayan küçük Anadolu kulüpleri de kapılarına kilit asmazlar mı?.
Peki ne olacak, Türk genci?. Ne olacak Türk futbolu?. Ne olacak Türk Milli Takımı?.
Türk halkının parasını bol keseden ele güne dağıt.. Türk'ü öldür..
Ahmet Nur Çebi'lerin, Fatih Terim'lerin ve peşlerinde gidenlerin, bilerek ya da bilmeyerek niyetleri budur, Nihat Özdemir Başkan..
Sakın ola korkma, çekinme bunlardan..
Asla geri adım atma..
Biz Kurtuluş Savaşı'nı, ülkemiz sömürge olmasın diye yaptık..
Şimdi sömürgecilerin ortakları içimizden çıkıyor..
Çok dikkatli ol Başkan..

***


VAROLUŞÇULUĞUN KAMBER'İ JEAN-PAUL SARTRE...
Ünal Özüak/ Kitap
Bu aralar kitap sunumlarım 60'lardan bugüne taşınan felsefi örgü yumaklarından oluyor bağışlayın... Melali çok iyi anlayan bizim 68 kuşağına aşina olabilmeniz için damarlarımız neyle doldu anlatmam lazım...
Dersimiz varoluşçuluk... Hocamız kim olabilir? Jean-Paul Sartre... Usta, dünya gençleri ve edebiyatçılarına rol model olmuştur; akademik dünyasına kapanmış kürsü profesörü değil, bugünkü yaygın deyişle, günlük hayatın siyasi ve yaşamsal her noktasına dokunmuş, roman ve makaleleriyle, çıkardığı politik dergileriyle, ünlü feminist kuramcı Simone de Beauvoir'la yaşadığı 51 yıl süren girift ve sıra dışı aşk hayatıyla, üzerini mesken tutunup yayın ve ders notlarını yazdığı, dünya entelektüellerinin buluşma noktası haline getirdiği Cafe de Flore'deki bulvar sohbetleriyle, Paris'ten tüm dünyaya sirayet eden 68 öğrenci kalkışmasının tetikçisi aktivistiydi Jean Paul Sartre. Eylemciliğinden azılı karşıtlığına varan devinimleriyle komünistliği salt SSCB'nin siyasi rejimi olmaktan çıkarıp sokağa dökmüş, halka indirgemiş adamdır. Yaşamı karşı koymanın, gelenekçi felsefeye başkaldırmanın ta kendisidir...
20. yüzyılın önde gelen aydınlarından Jean-Paul Sartre, romanları, oyunları ve düşünce yazılarıyla varoluşçuluk düşüncesini olduğu kadar bütün bir yüzyılı da derinden etkilemiştir. Can Yayınları'ndan 48. baskısı yapılan Bulantı, 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre'ın ilk romanı. Hemen kaçmayın, kitabın mide değil kafa bulantısı üzerine olduğunu anlatacağım...
Bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçu akımın sözcülüğünü üstlenen Sartre, adını 1938'de yayımlanan bu romanıyla duyurmuştu.
Döneminin bütün geleneksel kalıplarını yıkarak günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin'in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin'in kendi bedenine de yönelikti. Kimi eleştirmenler romanı hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirdilerse de, Bulantı, yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, sonradan Sartre'ın felsefesinin temellerini oluşturacak birçok konuya yer veren özgün bir yapıttı. "Varoluş"la yüz yüze gelen Roquentin'in geçirdiği değişimi anlatan Bulantı, varoluşçuluğun kült kitaplarından biri oldu.
Peki ben nasıl Roquentin'e dönüştüm ona bakalım... Ölü Ozanlar Derneği benzeri kabul edebileceğimiz, yatılı erkek okulunda ergenlikte boğuşmaktayken o zamanın ruhunun hoş getirisi şekillendirdi yaşamımı... Jean-Paul Sartre'ın baş eseri Bulantı ile kafamı bulandırdılar.
Öyle ki yarım asırdır kafam hâlâ bulanık. Camus'nün YABANCI'sından yediğim yumruk yetmiyormuş gibi sloganı dayattılar; "VAROLUŞ ÖZDEN ÖNCE GELİR."
Hadi gel de çık işin içinden... Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl "nasihatleri" yanı sıra "Amerikan ipiyle de kuyuya inme" telkinlerinin kafa karışıklığı içerisinde, Amerikan Marshall yardımları kapsamında dağıtılan süt tozuyla beslendi, yani pek de helal süt emmedi 68 kuşağı.
Hele ben peş peşe iki "Amerikanlaştırma projesi" gibi duran okulda okudum. Kadıköy Maarif Koleji ve ODTÜ.
Maarif Koleji, Amerika'da eğitilmiş Türk hocalar ve misyoner İngiliz ve Amerikalı hocalarla (ki Nausea/Bulantı'yı Mr. M.P. Harlow'dan İngilizce ders olarak okumuştum) 1955'te, Demokrat Partili yıllarda kurulmuştu.
Ama, bizden ilk başkaldırıyı lisede yediler.
İngilizce gazetelere ulaşımımız sayesinde 59'da Amerika'nın arka bahçesinde onların adamı Batista'yı alaşağı etmiş Küba devrimcileri Fidel Castro ve Che Guevara çoktan rol modelimiz olmuştu bile. Amerikalılar da Komünizmle Mücadele Derneği'ne imam Fetullah Gülen'i İran'ın Humeyni'sine koşut biçimde monte ettiler.
68 gençliği geçen yüzyılın ikinci yarısının kanaat önderlerinden "absürd/ saçma'nın babası" Albert Camus ile ruhu reddederek maddeciliği düşün yaşamımın merkezine oturtan Jean- Paul Sartre arasında "gitgel"ler yaşadı.
Sartre'a göre "Varoluş özden önce gelir"di. Tercümesi.. Gelenek, görenek, kalıtımı koy bir tarafa. Sen, kendini nasıl inşa edersen O'sundur.." Sadede gelirsek.. 68 kuşağı, yaşam motifi yaptığı, hayatını karartan, canlarına mal olan sosyalizm pratiği, küreselleşme girdabında, Perestroyka/Yeniden Yapılanma, Glasnost/Açıklık derken, sabun köpüğü gibi eriyip gidince pusulasını şaşırdı. Yeni bir dünya kuruldu, 68 kuşağı da orda yerini buldu mu?
Posada kalan sosyal demokrasi, şahin kuşağa yeter mi?
Yoksa bizimkiler, "Bilmem ki bu dünyaya ben niye geldim" diye kendi kendine sorup duruyor, apolitik yeni kuşaklara uzaylı gibi mi bakıyor?
................
BULANTI

Jean-Paul Sartre Can Yayınları Çağdaş Dünya Yazarları Dizisi www.canyayinlari.com

***


MESELE 'MENEMEN' Mİ?..
Günlerdir tartışıyoruz.. Aslında aylardır tartışıyoruz da, son günlerde artık karara bağlanıp bağlanmadığını tartışıyoruz.
"Bir deli kuyuya bir taş atar da kırk akıllı çıkaramaz" demiş eskiler.. Niye demişler?. İşte medyayı ve köşeleri böyle aptalca tartışmalara konu ettiğimiz için..
Siz Türk mutfağını bilir misiniz?. "Bilirim" diyecek olanın 7 bölgeyi dolaşması yetmez..
Güneydoğu mutfağı der geçeriz değil mi?.
Antep ile Kilis'in arası 58 kilometre..
Gidin ikisinde de en popüler yiyecek, bir lahmacun ve en popüler tatlı, katmer isteyin bakalım..
Birbirlerine benziyorlar mı?. Bunun daha, Urfa'sı, Mardin'i, Adana'sı, Hatay'ı var..
Menemen'de yapılan menemen ile Tokat'ta yapılan menemen ayni olabilir mi?.
Bu tartışılır mı?.
Ama ciddi ciddi tartışılacak bir şey var.
Özellikle köşelerinde sadece TV programlarını duyuran, eleştiren yazarlara bakıyorum da, hiçbirinin umurunda değil..
Yahu ikramiyesi 1 milyon lira olan, çok ciddi, çok popüler ve yıllardır devam eden bir yarışmada şöyle bir soru sorulabilir mi?.
"Menemenin TDK Güncel Türkçe Sözlük'teki tanımında '... yapılan bir yemek' ifadesinden önce tam olarak hangisi yazar? a) Yumurta ve domatesle b) Yumurta, kaşar peyniri ve domatesle c) Yumurta, yeşil biber ve domatesle d) Yumurta, soğan, yeşil biber ve domatesle" diye bir soru sorulur mu?.
Millet TDK Sözlüğü'nü, hem de ezbere bilmek zorunda mı?. Türk Dil Kurumu yöneticilerine sorun bakalım bir maddeyi, ezbere bilecekler mi?.
O soruları kim hazırlıyorsa, karşıma gelsin, ATV ekranında.. Ben ona on soru soracağım, bunun gibi..
Yarısını bilirse 100 bin lira avucunda..
Bunu tartışan yok.. Bu "Kim Milyoner Olmak İster" yarışması başladığında ben gençtim.. Bir kişi milyoner olmadı, olamadı?. Neden?. Bunu tartışan da yok..
Türk Dil Kurumu yazdı diye, menemen soğanlı olurmuş, karara bağlanmış..
Yapmayın arkadaşlar!.
Etmeyin, eylemeyin..
Ülkede seyredilecek yayın, inanılır, güvenilir ana haber, tematik haber kanalı var mı, yok mu?. Onu tartışsanıza..
5 senedir keyfim gıcır..
Çünkü hiçbir kanalı, hiçbir diziyi, hiçbir programı izlemiyorum. Ana haberler ve tartışmaları açmak yasak, evimde. Açık olan tek kanal TRT Müzik..
Çünkü müziksiz eve tahammül edemem. Okurken, sohbet ederken bile arka planda müzik olmalı.. Bu yüzden eleştirilerim de müzik kanalına oluyor ya..
Son günlerde bir iki güzel şey yaptılar ama, kanalın temel felsefesi hâlâ yok.. Görev sorumluluğu hâlâ yok.. Bu yüzden ara ara dokunduruyorum zaten.. Ama bu kanalın da ciddi bir şekilde ele alınması gerek, TV yazarı dostlar!.
Alkışladığım bir kanal var ama.. TRT 2!. İşte asıl onları bir gün alkışlarla yazmalıyım!.

***


SEVDİĞİM LAFLAR
"Kazanmaya mecbur değilsiniz. Her gün elinizden gelenin en iyisini yapmaya mecbursunuz." Marian Wright Edelman

***


TEBESSÜM
Saatleri bu sene de geri almayacakmışız. Bütün dünya geri alırken, benim saatim yıllardır, tamirci Zeki Usta'da bekliyor.. Ne zaman nasıl geri alacağım yahu?.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar