Sana hem hissim hem akıl ve idrakimle hitap etmek isterim. Kendimi bildiğim… Estağfurullah, ben hiçbir zaman kendimi bilmedim; hafızam hadiseleri kaydetmeye başladığı zaman seni tanıdım. Pek dindar Müslüman olan ebeveynim, yirmi sekiz peygamberin isimleriyle birlikte senin adını da vicdan ve imanına kazıdılar. O vakitler vicdanıma bugünkü gibi bin bir günahın azabı, imanıma bin bir şüphenin ızdırabı bulaşmamıştı. Ben senin nübüvvetine, yani insanları doğru yoldan sapmaktan ve isyanlar ve günahlardan uzaklaştırarak hayr u salâha sevk etmeye Allah tarafından memur bulunduğuna uzun seneler masumane, hürmetimle, muhabbetimle iman ettim. Fakat o masumiyet gibi bu hürmet ve muhabbet de şimdi sarsılmış ve bozulmuştur. Eğer hâlâ iman ediyorsam sebebini sen kendi zatında arama. Seni tasdik etmezsem kendi peygamberimi inkâr etmiş olacağım. Allah’ın bu emrini o âlî-cenâb peygamber, ilk Müslüman ceddim vasıtasıyla bana tebliğ etti. (…) Ne yapayım ki Müslüman doğduğum gibi Müslüman ölmeye karar verdim. Hesapsız badirelerden, zorluklardan ve tehlikelerden kurtardığım dinimin ahkâm-ı esâsiyesinden birini, senin gavurlarına hiddetle, red ve inkâr ederek, büsbütün dinden çıkmak istemem. İşte sana hissimin masumane hitabı budur.
Şimdi de akıl ve idrakimin sual ve itâbını huzuruna tevcih edeyim:
(…) Söyle var mısın yok musun? Kimsin, nesin? Yerde mi gökte misin? Senden beş yüz yetmiş bir sene sonra doğmuş olan Resûlullah… Benim Peygamberim, Allah’ın Meryem’e üflediği ruhtan senin vücut bulmuş olduğunu söylüyor. Hatta insanların seni çarmıha gererek katletmiş olduklarını ağza almaya o şefkatli ve merhametli Nebi’nin gönlü razı olmadığından, dipdiri göğe çıktığını “sadık haberci” sıfatı ile haber vermiştir.
O halde sen sağsın. Ve bulunduğun yerden dünya denilen bu facialar ve belalar mahşerini görüyor, buradan yükselen duaları ve bedduaları işitiyorsun demektir.
Ümmetinin ilk fertlerini Roma kayserlerinden Neron katliam etti. (…)
Sözüme kızma: Biraz sonra Kayser lakabını Papa unvanına tahvil ile onun makamına ve senin vekaletine geçen herifler zulümde, cinayette, kötülükte ve fenalıkta Neron’u fersah fersah geçtiler. Neron, yalnız on dört sene Roma şehrinde hükumet etmiş ve bu meyanda güya biraz da zulmetmişti. (…)
Halbuki sana mensubiyet iddiasında bulunan ümmet, bin sekiz yüz seneden beri, dünyanın her tarafında, art arda kan döküyor ve dökülen kanlar da hep mazlum ve masum damarlarından fışkırıyor. Neron ’un mübarek satırı çekilir çekilmez, ümmetin tecavüze başladı. İnsanlar o zamandan beri rahat ve huzurdan mahrumdurlar.
Kristof Kolomb adlı İtalyan mı, İspanyol mu, Allah’ın ne belası olduğunu bilmediğim serserinin aklına bir gün eserek, icra ettiği uzun seyahat esnasında, o zamana kadar meçhul kalmış bir kıt’a meydana çıktı. Senin vaktinde bilinmeyen bu yeni dünyanın adına dört yüz seneden beri Amerika diyorlar. Yaratılışın başlangıcından beri rahat yaşamış ve seninkilerin şerrinden bin dört yüz yıl sağlam kalmış ve korunmuş olan bir halka, İtalyan serserisi, İspanyol gemisiyle, yok oluş ve ölüm götürüyordu. Hakikaten çok geçmeden, oradaki asıl ahali imha edilerek, yerlerine seninkiler geçip kuruldular. Senin –güya- şehadetinin işareti olan kanlı haç, şimdi Amerika’dan da dünyanın Hristiyan olmayanlarla meskûn kısmına fesat, iğva, fitne ve katliam tevzi ve tasadduk ediyor.
Ah!… Kaç senedir, kaç asırdır bu uğursuz haç, katil sürülere hem öncülük hem artçılık etmekte!… Müslüman Afrika’ya İngiliz, Fransız, İtalyan, İspanyol, Portekiz, Felemenk, Belçika ve daha bilmem kimler musallat olmuş, misyonerlerin ellerinde haç, her tarafa, her kabileye, her eve barka ateş ve ölüm saçıyorlar.
(…) Müslümanlar Endülüs diyarına bin iki yüz sene evvel medeniyet ve ilim götürdüler. Ümmetini, bir gün alemin başına bela kesilecek kadar takviye ve teçhiz etmiş olan maarifin ilk tohumlarını, ikinci defa olarak, bu Endülüs Müslümanları Avrupa’nın toprağına saçmışlardı. (…) Bu medeniyet Hristiyanlaşmadan önce, yani Müslüman iken onda ahlak ve insafın, itaat edilen ve mukaddes, kavâid-i müdevvenesi vardı. Seninkiler hepsini kovup uzaklaştırarak “hakk ”ın yerine “kuvvet’’i ikame ettiler. Bugün İblis’in Hristiyan medeniyetindeki mevkii senin makamından çok yüksek ve imtiyazlıdır. (…)
Seninkiler yalnız bize ve kendilerinden olmayan diğer milletlere kötülük etmekle kalmadılar, sen de onların mağdurlarındansın. (…)
Sana Allah’ın oğlu dediler (…) Hatırın için Allah’ı üç parça ettiler (…) Adına İncil namıyla birbirini nâkız kitaplar yazdılar (…)
Saf olan bizimkiler senin ahir zamanda yeryüzüne inerek, insanları ıslah edeceğine inanmışlardır. Seninkiler onları yıkıp dökerek viraneye çevirirken bile, biçareler bir Mesih-i Muntazar’a itikad ediyorlar, seni bekliyorlar ve yolunu gözlüyorlar. Eğer hakikaten alemi ıslah edeceksen, vakti çoktan geçmiştir. Şam’daki minareye mi, nereye ineceksen acele et. Artık beşerin sabrı ve seninkilere karşı tahammül kudreti kalmadı.”
1924 İstanbul...
Süleyman Nazif...
Kim mi?
Diyarbakır’da doğmuş, bundan tam 94 yıl önce yarınki tarih 4 Ocak 1927’de vefat etmiş!
Edirnekapı Şehitliği’nde merhum Mehmet Akif Ersoy’un yanı başında medfun!
Daha doğrusu, merhum Mehmet Akif Ersoy onun yanına ilişmiş, 1936’da!
‘’1924 İstanbul ‘’ ifadesindeki tarih kısmına 2021 yazın ve yazıyı tekrar okuyun!
(Bu mektup, Süleyman Nazif’in, Emir Hüseyin Yiğit tarafından hazırlanıp, Büyüyenay Yayınları’nca 2016’da basılan Hz. İsa’ya Açık Mektup – Hz. İsa’nın Cevabı – Kafir Hakikat adlı kitabından alan Sayın Ömer Lekesiz ’in 24 Ocak 2017 tarihli Gerçek Hayat Dergisi yazısından alınmıştır.)
Yorum Yazın