Türkiye'nin dünyaca ünlü müzik adamı, en popüler davulcusu, orkestra şefi Durul Gence'nin haberini, Ahmet Kurtaran'dan aldım.. Perşembe öğlen bir yemeğe yetişmem gerek. Cuma yazılarının bir kısmını çarşamba öğleden sonra yazıyorum.. Bu yakınlarda kaybettiklerimiz var, onları anlatıyorum. Tam bitirdim ki, Ahmet aradı.. "Boss" dedi, "Son zamanlarda, hep kötü haberlerle birbirimizi arar olduk. İşte bir kötü haber daha.. Durul'u kaybettik.."
Ankara yıllarımızda çok yakın, ailecek dostluklarımız vardı. Birlikte yurt içi ve dışı ne tatiller, piknikler, geziler yapmıştık. Öylesi yakındık, biz Modern Folk ve Durul..
"Çok çekiyordu Ahmet.. Durul gibi yaşam dolu bir adam için o ne demektir" dedim.
20 yıldır Parkinson'du. Gittikçe ilerleyen.. Son yıllarda bir de kanser eklenmişti. Son aylarda da hastanede, yoğun bakımdaydı..
Benimle yaşıttı.. Kardeş gibi değil, kardeştik.. Bana yolladığı bir plağının ardından, 2011 Eylül'ünde Sabah'ta şöyle yazmıştım.
*
"Hıncal kardeşime sevgilerimle" diye imzalamış Durul.. Buradaki "Kardeş" bir nezaket sözcüğü değil..
Babalarımız Mehmet Gence ve Fuat Uluç kardeş gibilerdi.. Biz çocuklar da kardeş olduk..
Harika bir adamdır Durul.. Bana atmaya bayıldığı kazıklara rağmen..
Efendim o zamanlar daha disko icat olup mertlik bozulmamış..
Çaylarda, balolarda, kulüplerde hep canlı müzik var. Durul da en popüler orkestranın şefi..
O zaman, "Beş dakkada Beşiktaş" günleri de yok.. Kızı tanıman, elini tutman altı ay sürer.. En büyük başarın da, dansa götürüp, slow çalarken sokulmak ve yanağını yanağına dokundurmak..
Haftalar, hatta aylar sonunda nihayet Durul'un çaldığı yerde buluşuruz.. Hemen kulağına fısıldarım..
"Beni pistte gördün mü, slowları biraz uzat.." Hain, tam tersini yapmaya, beni çıldırtmaya bayılır.. Beni pistte gördü mü, çaldığı slowu bile bitirmeden ritim değiştirir.. Twist..
Shake.. Kızın elini bile tutmadığın, bir metre mesafede yaptığın danslar..
*
Hey gidi günler hey!. Durul'la anılar bir kitap doldurur. Hele sevgili dost Tefo'nun sırf Durul'a moral olsun diye düzenlediği bir gece var ki onu ayrı yazacağım. Bugüne sıkışmaz. Hafta sonunda..
*
Yahu nedir bu?. Caner gazeteleri getirdi.
Sedat Sertoğlu kardeşimi de kaybetmişiz..
Önce babası Murat Sertoğlu ile çalışmıştık, yerel Ankara gazetemizde.. O zamanlar pehlivan tefrikalarıyla ünlüydü Murat Bey.. Sonra oğlu Sedat'la, Sabah'ta çalıştık yıllarca. Dış Haberler şefimizdi. Nasıl neşeli, nasıl geldi mi odamı şenlendiren adamdı Sedat..
Daha 72 yaşındaydı, kanser onu aramızdan aldığında..
Ulu Tanrım ne kadar çok üst üste geldi bugünlerde.. Biraz ara ver, ne olur!.
Hepsi ışıklar içinde yatsınlar.. Hepsinin yeri cennet olsun!.
***
ECZANELER DİKKAT!..
Bu ilaç hanginizde varsa, hemen 0 532 779 94 37 numaralı telefonu, "Çok acil" arayınız lütfen..
Çok sevgili Türker Ağabeyim (İnanoğlu) uzun zamandır evinden çıkamıyor. Hastalığını uzun süredir çözemiyorlardı. Sonunda New York'taki bir tıp merkezi, kanında onu hasta eden mikrobu buldu. Çok ender, 10 milyonda bir rastlanan mikrobun ilacı da var, ama yapan, dağıtan yok. Çünkü talip olan eczane yok. Hasta sayısı yok denecek kadar az olunca, hiçbir eczane pahalı ilacı rafında tutmak istemiyor.
Amerika ve Almanya Sağlık Bakanlığı kataloglarında ortaya çıktı ki, bugün bu ilaç dünyanın üç ülkesinde var.. ABD, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Türkiye.. Türker Ağabey tüm imkânlarını kullanıp her üç ülkede de arattı ama henüz olumlu sonuç yok..
Türkiye'de yaklaşık 25 bin eczane var. Bunların hepsine sormak mümkün değil tabii. Onun için bugün burada, tüm eczacılara yazıyorum.
Lütfen, bilgisayarınıza, raflarınıza bakın ve ABD ve Alman kayıtlarına göre Türkiye'de "VAR" görünen ETHİONAMİD (500 mg) sizde varsa, hemen, şimdi, 0 532 779 94 37 numaralı telefonu arayın.
Nerede olursanız olun, gelip sizden alacaklar.
***
BİRİKEN NOTLARI BİRAZ AZALTALIM!
Tabletimde bir "Notlar" uygulaması var.
Yazmak istediğim konuları oraya not ediyorum.. Eee.. Yaş 82.. "Akıl yaşta değil, baştadır" demiş eskiler ama, unutkanlık da, başta olduğu kadar yaştadır, ayni zamanda..
Her akşam bu notlara da bakıp, ertesi gün yazacaklarımı listeliyorum ama, Türkiye o kadar hızlı konu üreten bir ülke oldu ki..
Bir defa ben, kimselerin pek sevmediği konuları yazıyorum. Birisinin yazması gerek. İkincisi hele spor alanında, bu kulüp sözcüsü gibi çıkan, yazmayan, yazacak olana da yazdırılmayan medyamızda bazı şeyleri yazmam gene zorunlu oluyor.
Ama ülkemde öyle şeyler oluyor ki, benim liste sıfırlanıyor. Salı günü olduğu gibi, bir sayfanın tümünü tek bir spor konusuna ayırıyorum.
O zaman biriken notlar ne oluyor?. Bir kısmı "az önemli" ya da "gündem"den düştü diye çöpe gidiyor.. Geri kalanı beklemeye alınıyor..
Dün öğleden sonra biriken notlarıma baktım..
"Hıncal daha evvel de yaptın. Bunları kısa kısa yaz ve notları eksilt" dedim kendi kendime ve başladım yazmaya..
***
Özdemir Bayraktar'ı itiraf edeyim, tanımaz ve bilmezdim.. Ölümü üzerine Başkan Erdoğan hemen her büyük gazeteye tam sayfa taziye ilanı verince, ardından yazılanları okumaya başladım.
SİHA denen Silahlı İnsansız Hava Araçları atölyesini tasarlayan ve kuran adammış.. O atölyeyi kurduğunda ofisine gidenler, arkasındaki tabloda şu sözleri okumuşlar..
"İstikbal göklerdedir. Mustafa Kemal Atatürk!."
Hakkındaki en doyurucu ve en anlamlı yazıyı Ertuğrul Özkök yazdı.
Onu okurken öğrendim ki, Ergenekon davasında yargılanan generallere sahip çıkmış. Davaları boyunca onları Silivri'de ziyaret etmiş. FETÖ tuzağı ortaya çıkıp serbest bırakıldıklarında da onları hapishane kapısında bekleyip karşılamış. Balyoz mağduru bir paşayı, oğlunun düğününe davet etmiş.
Ertuğrul'un son satırlarına ve temennilerine katılmamak elde değil..
"Güle güle Özdemir Bey...
Ne mutlu size ki, bu ülkenin her mahallesine güzel bir insanlık, sevgi ve vefa çiçekleri ekerek veda ediyorsunuz...
Mekânınız cennet olsun..."
*
Bu öğlen bir ölüm haberi daha, ilanlardan geldi.
Gazeteleri öğleden sonra okurum ya..
Çok ama çok sevgili Sedefhan Hocamın, Yeditepe gibi muhteşem bir üniversiteyi ülkemize kazandıran asker arkadaşım Bedrettin Dalan'ın sağ kolu Prof. Dr. Sedefhan Oğuz'un babası Prof. Dr. Orhan Oğuz'u da kaybetmişiz. 97 yaşındaydı..
Bugün Eskişehir, Eskişehir ise, o şimdi dünya güzeli kenti yaratan iki kişi vardır. Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ve bir İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu'ndan Anadolu Üniversitesi'ni Büyükerşen'le beraber yaratan Orhan Hoca.. Hoca daha sonra Marmara Üniversitesi'nin de kurucularından oldu. Milli Eğitim Bakanlığı, RTÜK Başkanlığı yaptı ve ekranlara en özerk dönemlerini yaşattı. Fransa ona en büyük nişanı Legion D'Honneur'ü verdi.
Başımız sağolsun Sedefhan Hocam..
*
Ve bizim mesleğin en ama en eskisi.. En unutulmazı ve gerçekten Son Mohikan'ı Sami Kohen Usta..
Milliyet'in Dış Haberlerini yöneten, yorumlayan adam.. 70 yıllık gazeteci. Bunun son 65 yılını Milliyet'te geçirdi. Son iki yıldır yazılarını eşine dikte ettiriyormuş. O Milliyet'e başladığında gazetelerin Dış Haberler Bölümü bile yoktu. (Bugün de yok ya..
Varsa yoksa ajanslar..) Bizim aile gibi dünyaya meraklı olanlar, olup bitenleri Sami Ağabey'in ekibinden, sayfasından ve yorumlarından öğrenirdik.
Son Mohikan dedim..
Dünyaya kapıları kapalı, hele gazeteciyi sınıra bile yaklaştırmayan komünist Arnavutluk'a bir futbol takımının masörü diye girmiş, görmüş ve yazmıştı.
Yazılarıyla Kruşçev ile Enver Hoca'nın arası bozulmuş, Sovyetler bu en kızıl devlete tüm yardımları kesmişti.
Kanlı Kıbrıs olaylarından sonra, Kıbrıs'a özel vize ile giren ve Makarios'la özel röportaj yapmayı başaran ilk Türk gazetecisi olmuştu.
Sovyet tankları işgal ettikleri Prag'da halka ateş açarken, tüm dünyaya kapanan Çek sınırlarından girmekle kalmayıp Prag'a ulaşmayı da başaran Kohen, o korkunç dramı yerinden izleyip dünyaya duyuran ender gazetecilerden oldu.
Kültür devrimi sırasında dünyaya adeta kapanan Çin'e girmeyi ve yazmayı da başarmıştı Kohen..
Kuzey Kore'ye de ilk girenlerdendi.
Var mı bugün, böyle, yılmaz, yorulmaz, haber için hatta ölümü göze alan muhabir?.
Sanmayın ki, o sadece dünya haberlerini ithal ederdi. Hayır, tersini de yapardı. Türkiye'yi en uzak, en ücra ülkelere bile tanıtan yazıları, haberleri ora gazetelerine ulaştırırdı.
Dünya Dış Muhabirleri arasında öyle bir dostluk çemberi kurmuştu ve Türkiye'mizi öyle tanıtmıştı ki, geçen yıl Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun elinden "Devlet Üstün Hizmet Madalyası"nı aldı.
Ben Sami Ağabey'le o zaman Milliyet magazin müdürü kuzenim Doğan Şener sayesinde ayaküstü tanıştım sadece..
Bugün onun, hem de onunla el sıkışan bir meslektaşı olmanın gururu bana yetiyor.
*
Jüpiter'e Lucy adında bir uzay aracı yollanmış.
12 yıl sonra varacak. İçinde İngilizce kaydedilmiş mesajlar varmış.. Aralarında bizden de bir atasözü var. Savaş Özbey'in köşesinde okudum, o sözü..
"Ağaca balta vurmuşlar, 'Sapı bendendir' demiş."
Savaş "Onca atasözünden niye bunu seçtiler, anlamadım" diyor.
Ben anladım Savaş.. Bu yazıyı yazdığın köşenin içinde, dünya çapında ünlü Türk Şef Nusr-et için "Bir sıçradı, iki sıçradı" diye başlık atıp onu yerin dibine hemen oracıkta sokan satırları yazan Türk, yani baltanın ağaç sapı sensin de ondan..
***
TEBESSÜM
Bu tabloyu Sevgili Ömür Gedik'e ithaf ederek, bugünkü Tebessüm köşeme koydum. Ömür kardeş, Ahmet Güneştekin'in olay yaratan Diyarbakır Sergi açılışına önemli bir mazereti yüzünden katılamadığını anlatan yazısında asıl üzüntüsünün, Diyarbakır'ın o ince hamurlu kıtır lahmacununu yiyememek olduğunu yazdı köşesinde..
Hayvanları çok sevdiği için ağzına et koymayan, hatta vejetaryen de değil, sıkı vegan olan, yani, süt, peynir, tereyağı, yoğurt gibi hayvansal ürünleri bile ağzına koymayan birinin nasıl lahmacun yiyeceğini benim gibi herkesin merak edeceğini bildiğinden "Diyarbakır'da nasılsa vegan lahmacun yapan bir yer bulurdu, Ahmet bana" diye de not koymuş..
Koymuş da, "Lah" Arapça'da "Et" anlamına gelir. Macun da hamur. Etsiz, "etli hamur", soğansız "soğan" gibi olmaz mı?. Piyaz da Farsça "soğan" demek olan "peyvaz"dan gelir ya.. Bazılarının soğansız piyaz istediklerini hiç duymadınız mı?. Ömürsün Ömür!.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Bir insanın nasıl güldüğünden edebini, neye güldüğünden zekâsını anlarsınız. Mevlânâ
Yorum Yazın