Yaş ilerledikçe, insanın hayat akışı da başkalaşıyor. Halsizlik, dermansızlıktan bahsetmiyorum,
gündelik hayatın değişimi bahsettiğim...
Mesela, ben 1983- 2000 arası memleketim Ordu'ya gittiğimde, yolum hastane önünden pek geçmezdi. Zamanım daha çok, büyük küçük ziyaretleri ve sohbet masalarında muhabbetle geçerdi.
Bir an durup, düşündüm de...
Doksanlı yıllarda, iki koltukta kucakta iki çocuk 18 saat otobüs yolculuğu ile gittiğim Ordu'ya, şimdi özel arabamla ya da uçakla gidiyorum, ama ne o sohbet masalarını ne de muhabbeti buluyorum!
Sohbet masası dağılmış, muhabbet faslı susmuşsa, hayat perhiz çorbasına döner, hani yağsız tuzsuz kabilinden...
En çok da içim neye yanıyor, biliyor musunuz?
Bu memleketin evlatlarının sofrasında, köy tavuğunda tavuksuyu çorba olmayacak, tarlayı, bahçeyi eşeleyip solucan bulunca da bayram eden tavukların çorbasından...
Solucan dedim de iki gün önce, 2000'li yıllardan bu yana memleketim Ordu'da en çok yolumun düştüğü uğrak yeri olan Özel Umut Hastanesi'nin kantinindeydim. Kimi zaman anamı, amcalarımı, yengelerimi, arkadaşlarımı şifa umuduyla götürdüğüm kimi zaman da son yolculuklarına uğurladığım Umut Hastanesi'nde...
Dün akşam, yan masamızda oturan bir aileyle tanıştık, erkeğin yüzü bir yerden tanıdık geliyor, lakin bacının yüzü çok şeyler anlatıyordu.
O yüzde, anlamlandıramadığım bir halin yansımaları vardı.
Bu esnada televizyonda, Avrupa'da bu kış kaç insanın ölme ihtimali olduğu haberi...!
Bacı Almanya doğumlu ve enerji alanında patent sahibi bir aileydiler. Patent dedimse, şu kadarını diyeyim ki, Çin, patentlerine konteyner dolusu para teklif etmiş!
Kardeşimiz de benim komşu köyden, tutmuş bacımızın kolundan memleketine, memleketim Ordu'ya getirmiş. Yatırım yapmaya gelmişler, ama fabrika kuracak arazi bulamıyorlar!
Bulsalar da fabrika lafını duyan ...!
Demeyeceğim, dilimin ucuna geleni demeyeceğim!
Kurulacak fabrikada 500'ün üstünde insanın çalışacağını duyduğumu da demeyeceğim!
Avrupa'da bu kış, 60 milyon yaşlı insan ölümü bekleniyormuş!
Sebep enerji ya da enerji azlığı mı desem...
Yine, dilimin ucuna geleni de demeyeceğim!
Konunun takipçisiyim, diyeceklerimi süreç içerisinde diyeceğim!
Kendi kendime, "Bu insanlar bunu yaşıyorsa, ömrünü vatan toprağını öldürmeyip yaşatmaya adayan ata toprağım Giresun'da Giresun Organik Gübre namıyla fabrika açan adaşım Ahmet Bey nasıldır..." diyerek, biraz da Sıla-i rahim maksadıyla fabrikasına misafir oldum. Verdiği savaşın kutsallığını iliklerime kadar bildiğim için gurur duydum. Kara lahana çorbalı yemek masasında, adaşıma bir dokundum, bin ah işittim!
Dinlediklerim, kara lahana çorbasını boğazıma dikti.
Öyle demeyin, lahanalar solucanlı tarladan...
Bu devirde, bu zamanda solucanlı tarladan ne bulursanız yiyin, herkese nasip olmaz.
Bu memleketin tarlalarını başkaları ekti, gübreledi, tarla tarlalıktan çıktı.
Tek kurtuluş da solucanlarda...
Acil, bu vatan sathına solucanları salmalıyız!
Adaşım Ahmet Bey de ata toprağım Giresun'da solucan üretiyor desem yeridir!
Kısa adı, gübre!
Ama kimyasal değil!
Öldürmüyor yaşatıyor!
Solucanlar vatan toprağının bordo berelileri, arılar F16'ları, balıklar denizaltılarıdır!
Eğer, bu savaşı kazanamazsak şu anda sınır ötesinde varken canlar incinecek !
Aklımızı başımıza toplayalım.
Bu savaş, var olma yok olma savaşı!
Onun için tek cephede değil, çok cephede savaş...
Ne yazık ki, hiç bir cephede kaybetmememiz lazım!
Bakınız, şu fotoğrafa...
Laf aramızda, KKTC de çok yakıştı.
Bu bayraklar inmemeli!
Yorum Yazın