Başımıza gelen musibetlerin başkalarından ziyade hep bize isabet ettiğini sanırız. Onun için birçok kişi hayatının acılarla yüklü olduğunu ifade etmek için “hayatımı yazsam roman olur” der.
Oysa ki, başkalarının hayatından ziyade kendi hayatımızın birinci derecede şahidi olduğumuz için acılar bize yakın ve fazla görünür. Halbuki herkesin hayatında musibetler, acılar vardır. Aslında onları bir farketsek kendi acımız ve musibetimizin doğal olduğunu farkeder rahatlarız.
Büyük İskender döneminin en büyük toprağa sahip kralıyken bile bununla yetinmeyip dünyanın tümüne egemen olmayı istemiştir. Oysa 33 yaşında bir seferden dönerken yakalandığı hastalık ağırlaşmış ve ölmüştür.
Doktorlara yalvarmış “ Ne olur beni 24 saat daha yaşatın, anneme söz verdim seferden dönüp ziyaret edeceğimi” "mümkün değil" demiş doktorlar. “24 saat için tüm servetimi verebilirim. Anneme verdiğim sözü yerine getirmem gerek” demiş. Doktorlar “Ölümlü bir insan söz vermemeli” demişler.
Annesine kavuşamayacağını anlayan İskender annesine bir mektup yazmış. Mektupta “Ölümü nedeniyle matem töreni için bir şehir kurulmasını, Afrika ve Avrupa ve Asya’ya elçiler göndererek matem törenine katılım sağlanmasını, ancak hiç bir musibet (acı, felaket, uğursuzluk) yaşamamış insanların davete katılmasını” vasiyet olarak istemiş.
Annesi mektup üzerine bu emri ilan etmiş. Ancak törene kimse gelmemiş.. Çevresindekilere hayret ve şaşkınlıkla sormuş: “Neden insanlar emrimize uymadılar?” Yanındakiler cevap vermiş: “Siz herhangi bir musibet yaşamamış olanların bu törene katılmasını istemiştiniz. Musibet yaşamamış hiç bir insan olmadığı için davete katılım olmadı.”
Annesi İskender’in mesajını anlamış ve demiş ki: “Ey İskender, demek ki ölümün nedeniyle uğradığım musibetten dolayı beni en mükemmel şekilde teselli etmek istemişsin. Şimdi anladım ki, ilk defa musibete ben uğramadığım gibi musibet sadece bir tek kişinin başına gelen bir olay değilmiş.”
Eğer insan başkalarını gözlemleyip musibetlerin hayatın doğal akışı içinde herkesin hayatında olabilen bir olgu olduğunu farkederse kendi acıları üzerinde derinleşip üzüntüye dalmayacaktır.
Çoğu mutsuzluklarımızın kaynağı kendimizi başkasıyla kıyaslamaktan kaynaklanır. Bizde eksikliğini hissettimiz şey başkasında varsa onu mutlu zannederiz. Biz fakirsek zenginleri mutlu iz hastaysak sağlıklı kişiyi mutlu sanırız. Oysa ki bizde eksik olan şey onda vardır ama onun da başka bir eksikliği vardır. Bir de yoksunluğunu hissettiğimiz şeyin varlığı halinde onun doğurduğu yan etkileri görmeyiz.
Zenginliğin mutluluğun en esaslı unsuru sayarız. Oysa zenginliğin nasıl bir bedel karşılığında elde edildiğini düşünmeyiz. La bruyere "Karakterler" isimli kitabında “Zenginlerin zenginliklerine imrenmeyelim. Çoğu zenginliği karşılığında sağlığını, kimi dinlenmesini kimi de namus ve vicdanını ortaya koymuştur. Böyle bir alışverişte de hiç kar payı yoktur” der.
Fakir bir insan zenginliğin güzel yanını görür ama zenginliğin yan etkilerini düşünmez.
Bir hikaye bunu güzel anlatır.
Roma kralı Neron’a (37-68) adamın biri sanat değeri yüksek pahalı ve şeffaf bir çardak hediye eder. Kral bu hediyeden çok memnun kalır. Huzurunda bulunanlar bu hediye imrenir ve hediyenin güzelliklerini överler.
Kral orada bulunan ve sesiz kalan filozofa dönerek “Çardak konusunda sen ne düşünüyorsun?” diye sorar.
Filozof “Bana göre bu şey sizdeki bir yoksulluğu ortaya çıkarmıştır. Ne kadar zengin olsak da eksikliğini hissettiğimiz şey bizde fakirlik doğurur ve buna sahip olmanız aynı zamanda sizin de bildiğiniz büyük bir musibete işaret olmuştur.
Kral sorar: “Bu nasıl olur?”
Filozof açıklar:” Eğer bu çardağı kaybedersen bir benzerine daha sahip olma imkanından yoksun kalacağın için ebediyen onun eksikliğini hissedeceksin. Seni ondan mahrum bırakacak bir kaza olduğunda bu durum senin için bir musibet olacaktır.”
Nitekim Neron bir bahar mevsiminde yakınlardan bir adaya gezintiye çıkar. Yük gemisine çardağın da alınmasını ister. Ancak bu yük gemisi batar. Sanat değeri yüksek olan böyle bir çardağa da bir daha sahip olamaz.
Yüksekteki insanın her zaman bir düşme korkusu olacaktır. Bu durum her zaman ihtimal dahilindedir. Zengin adamın bir gün malvarlığını kaybedeceği her zaman ihtimal dahilindedir. Mal, mülk bizimle kaim değildir. Her an için elimizden gidebilir.
Bir atasözümüz var. "Zenginim deme bir kıvılcım yeter. Güzelim deme bir sivilce yeter"
Bu sözlerden fakirliği kutsadığım anlaşılmasın. Ancak her şeyin alternatif bir maliyeti vardır. Elimizdekilerle mutlu olmasını bilirsek gereksiz üzüntülere düşmeyiz.
Yorum Yazın