Bu köşede ilk yazımı yazmaya başladığım günden bu yana, tam beş yıl geçmiş!
Öncelikle, vesile olanlardan başta Sayın Turgay Güler olmak üzere, sabırla köşe yazımı okuyup, olumlu ya da olumsuz tenkitlerini gösteren herkese teşekkür ederim .
Aslına bakarsanız, yazılarımı medeniyet, kültür, sanat konularında yazmak üzere yola çıkmıştım. Geçmiş yazılarıma baktığımda medeniyet, kültür, sanat içerikli yazılarımın çok az olduğunu gördüğümde itiraf etmeliyim ki, çok üzüldüm!
Israrla, asıl savaşın medeniyet, kültür cephesinde, sanat silahıyla yapıldığını konuşmama rağmen..!
Yazılarımın genelini neden medeniyet, kültür cephesi ve sanat silahı üzerinde yazmadım diye düşündüğümde, ülkemizdeki siyasi iklimin, tıpkı mevsimlere benzemesinden dolayı olduğunu anladım!
Ne kışımız kış, ne baharımız bahar, ne yazımız yaz, ne de sonbaharımız sonbahar!
Öyle ki, takvimler kış mevsimini gösterse de kar nedir, neredeyse unuttuk!
Nasıl mı?
Bizim ülkemizde genel, yerel seçimler olur, seçim kurulu kesin sonuçları ilan edip, mazbataları dağıtır, homurtular başlar!
Hükümet kurulur, güven oyu alır, şimdilerde Cumhurbaşkanı yemin eder, hükümeti kurar, “Erken seçim ne zaman olacak” tartışmaları başlar!
Bir yandan da üç dönem, beş dönem vekillik yapıp, başbakanlık, hatta meclis başkanlığı yapanlar listelerde kendisine yer bulamayınca, bir bakmışsınız değme muhalefet partisinden daha acımasız bir şekilde iktidarı, demokrat hassasiyetiyle (!) yerden yere vurmaya başlarlar!
Oysa, millet belli bir süre için, “Ben bu partiyi, beni idare etsin diye seçtim” demiştir!
Siyasetin mevsimi olağan sürecinde aksa, biz siyasette dört mevsimi doya doya yaşayacağız, tamam arada bahar yağmurlarının yanında dolu yağsa da!
Ama be kardeşim, bütün bahar da dolu mu yağar?
Benim gibi, “Peki, neden biz mevsimleri, mevsimlerin normal özellikleriyle yaşayamıyoruz” diye soran olunca da , “Kirlenme” gerçeğine tosluyoruz !
Tıpkı, dünya kaynaklarını hovardaca, saygısızca, hakkaniyet hukukunu gözetmeksizin kullanıp, dünyanın ritmini bozup, zincirleme trafik kazası manzarası mevsimler birbiri içerisine girmişse , siyasette de manzara aynen bu şekli almış durumda!
Baksanıza, şu manzaraya...
Ömrünü Türk Milliyetçisi olarak geçirmiş, bu kimliği ile nam salmış insanlar, ömrünü ayrılıkçı Kürt milliyetçisi olarak geçirip nam salanlarla, anayasa hazırlıyorlar!
Yetmiyor, aynı ana damardan beslenen Ak Parti ve MHP ittifakı için de olanca itibarsızlaştırma..!
Aslına bakarsanız, Ak Parti MHP Türk siyasetinin çok partili hayata geçtiği andan itibaren, DP içerisinde, sonrasında da AP MSP MHP namı diğer MC (Milliyetçi Cephe) adıyla ülkeyi yönetmişlerdir!
Bir istisna olarak, merhum Ecevit ve merhum Erbakan’ın 1974 yılında kurdukları koalisyon hükümeti dışında, Türk siyaseti bu şekilde sürmüştür!
Peki, ne oldu?
Kirlendi, tıpkı çevreyi kirlettiğimiz gibi siyaset de kirlendi!
Program, proje, ülke yönetimine talip olması gereken Türk siyaseti, kişisel, nefsi arzuların tatminsizliğinden dolayı sadece kişileri alaşağı etmek üzerine yapılanmış durumda!
Başbakanlık, defalarca bakanlık, meclis başkanlığı yapan insanlar, başbakanlık, meclis başkanlıkları dönemlerinde kendileri için her türlü itibar suikasti yapanlarla, bugün ittifak yapma durumuna geldiler!
Nedeniyse, sadece ve sadece Recep Tayyip Erdoğan ‘ı yıkmak!
“Ben Türk Milliyetçisiyim” diyenler, “Baksanıza Azerbaycan’ın zaferiyle uğruna Dursun Önkuzuların şehadet şerbeti içtiği Turan’ın kapısı açıldı! Azerbaycan ‘ın yanında da sadece bu iktidar durdu” diyemiyorlar!
Dahası dün Hariciye Bakanlığı ve başbakanlığı döneminde her türlü itibarsızlaştırmaya muhatap olan kişi, bugün kendini itibarsızlaştıranların kapısını su yolu yaptı!
Hülasa, dünyamız ve siyaset dünyası hamdsızlıkla, hakkaniyetsizlikle kirletilmiş durumda!
Bundandır ki, bendeniz ne medeniyet, kültür cephesinde, sanat silahını yazabildim ne de bugün Öğretmenler Günü’nde tayin bekleyen, hak ettiği maaşı alamayan, bir eşek yükü derdi olan öğretmenlerimizi yazabildim!
Bence, bu halimize en fazla da öğretmenlerimiz üzülüyor!
Yoo... atanamadıkları, emekleri karşılığı maaşı alamadıkları için üzülmüyor öğretmenlerimiz, onların her biri, “ Aman Allah’ım, bunlar benim öğrencilerim mi” diye kendilerini yiyorlar!
Üzülmeyin öğretmenlerim, üzülmeyin..!
Biz, kendimize ettik, ediyoruz!
Yorum Yazın