Hıncal Uluç

Hıncal Uluç

Mail: jdgklgkd@homail.com

Ucuz turizmin sebebi ‘Her şey dahil’ sistemi...

Bu ülkenin muhteşem turizm güzelliklerini dünyaya neredeyse bedava pazarlayan, dünya güzeli oteller ve tatil köylerini, gelenler için adeta bir karantinaya hatta hapishaneye çeviren, turiste "Türk Rivierası" olarak havaalanı ile otel arasındaki otobüs yolundan başka hiçbir şey göstermeyen, yani ülkesinde seyahat acentesine ödediği para dışında beş kuruş harcamasına izin vermeyen sistemdir bu..
"Her şey dahil" denen turistik cinayet sistemi yani..
Ben bu sahillerde ilk tatil köyüne, Kemer'de gitmiştim. İtalyan Tatil Köyü Waltur'a.. Yıl 1976.. Sonra Fransızlara satıldı. Fransız Tatil Köyü oldu. O yıllar pek Türk müşteriye itibar etmezdi bu yabancı şirketler. Hatırlarım. Amerikalı ve Tuslog'da çalışan eşim Holly ayırtabilmişti yerimizi. Makul bir para ödeyip gittik Waltur'a.. Tam pansiyon.. Yani yatak ve 3 öğün yemek.. Yani ilave para ödemek yok sanki.. Öyle sanın.. Rengârenk boncuklardan oluşan tespih, kolye gibi şeyler satıyorlar size. Her renk bir paraya karşılık. Bilezik ya da kolye gibi üzerinize takıyorsunuz. Sizi para taşımaktan koruyor bir. İki, denizde yüzerken bile paranız hep yanınızda..
Niye?.
Adamlar, sabahtan gece yarısına dek harika para tuzakları kurmuşlar..
Denizden çıkmışsınız. Susuz ve aç kurt gibi.. Hemen orda sandviççi arabasını sürerek dolaşıyor. Ayran, kola, meyve suyu buz gibi. Bir de sosisli ya da kaşarlı.. Say boncukları..

İkindi vakti, çay ve pasta arabaları dolaşıyor. Five o'clock tea.. Beş çayı.. Hadi yıkıl boncukları.. Az öteden mis gibi kokular geliyor.. Yaklaşıyorsunuz.. Lokma yapıyor, tarihi kılıklı bir usta.. Gitti gene boncuklar.. Akşam yemeğinden sonra içki servisleri.. Kolye bitmiş. Git yenisini al..
Türk hamamı.. Fin hamamı, yani sauna.. Bayıl boncukları.. Civar dağ köylerinden elişleri toplamış satıyorlar bir tezgâhta.. Haydi boncuklar..
Boncuk dayandıramadık.. İnanın 7 günde, tam pansiyona ödediğimizin iki katını boncuklara verdik..
Bu İtalyan kafası..
Peki Turgut Özal sayesinde, bir yanda Lara ve Belek, öte yanda Kemer'e dek uzanan sahillere, çok kısa zamanda 5 de değil, hatta 7 yıldızlık oteller ve tatil köyleri yapan Türk firmalarında durum ne yıllardan beri..
Yani kapıyı açık tutacak kadar kazanan kendini şanslı kabul ediyor.
Gelen elin turisti, canının istediği her an, her ama her şeyi bedava bulduğu ve tek kuruş harcamadığı mekânın kapısının dışına çıkmıyor.. Sabahtan akşama yiyip içtiği, sahile, plaja bile beleş yiyecek ve içecek getirttiği yetmiyor gibi, akşam yemeğinden sonra bara kapanıp, sabaha dek viski, şarap, bira aklınıza ne gelirse, küp gibi zıkkımlanıyor. Çünkü bedava.. Enayi mi, çıksın o hapishanesinden..
Peki otel nasıl karşılıyor bu müthiş içki masrafını?. Namuslusu var ama, sistem namusluya ödül vermiyor ki.. Kaçak içki sanayisi gelişmiş. El altından onlara ulaşıyor..
Yani diyelim, Belek, Kemer ya da her nere ise oraya gelen Alman, İsrailli, İngiliz, Rus, memleketinde ödediği para dışında Türkiye'de tek kuruş harcamadan, ama en lüks otelde, istediği her şey elinin altında krallar gibi yaşıyor.
Sonuç..
Bu 7 yıldızlık harika tesisten çıkın, Belek denen yerleşim yeri mesela, sanırsınız deprem geçirmiş bir Doğu Anadolu köyü.. Fakirlik diz boyu.. Tek dükkân, tek lokanta yok.. Nasıl olsun?.
Hani müşteri?. Fakir köylü mü gelecek?.

*

Bu konuyu sürdüreceğim.. Haftaya..

***


AŞILARINIZI MUTLAKA YAPTIRMALISINIZ!..
Benim çocukluğumda ve gençliğimde, yerli, yabancı acıklı roman veya filmlerde, âşıklardan biri, genelde kadın olanı, ölümcül hastalığa yakalanır ve sonunda ölürdü. O ölümcül hastalık veremdi. Doktorun verem teşhisi koyduğu sahne, filmin sonunu belli ederdi. Daha İstanbul'a adımımı atmadan Heybeliada Sanatoryumu'nu öğrendim ben. Veremliler genelde oraya alınırdı. Hem temiz havanın, üstelik deniz ve çam kokulu güzelliğin hasta ciğerlere girmesi, hem de mikrobik hastalığın birazcık da olsa karantinasıydı, kalabalıktan uzak sanatoryumlar.
Sonra veremin aşısı bulundu. Okullarda aşı yaptırmaya başladık.. Bugünün edebiyatı ve sinemasında "verem" kalmadı.. Bir yanda yeni ilaçlar, ama asıl "aşı" sayesinde..
Şimdi Kovid'in aşıları var. Kovid bir çeşit grip, ama daha ölümcül olarak ortaya çıktı ve insanı hazırlıksız yakaladı. Tıpkı geçen yüzyılın başındaki İspanyol gribi gibi. O zaman aşı da yoktu. Doğrudan ilaç da.. 12 milyon insan öldü, dünyada.. Şu anda Kovid'den ölenler 6 milyon.. Ama ölüm oranı hızla düşüyor.. Aşı sayesinde.. Doktor Erdoğan, dün Omicron mutasyonunun normal ve sonuç açısından beklenen umutlu gelişme olduğunu anlattı. Virüs yaşamını devam ettirebilmek için, tek konağı insanı yok etmeyecek, ama yayılmasını hızlandıracak değişimlere uğruyor. Bu doğal bir gelişme. İnsanoğlu da bu virüslerin yayılma hızını kesmek için aşılar geliştiriyor. Virüs, aşılarla yeniden mutasyona giriyor. Daha az ölümcül, daha hızlı yayılan yeni bir tür ortaya çıkıyor. Ve.. Giderek, Kovid de bugün nezle dediğimiz hastalık gibi sıradanlaşıyor.
"Üzerinize afiyet, biraz Kovid olmuşum" diyeceğiz bir gün.. Hangi gün?.
Sıradanlaşmanın yolu aşıdan geçiyor.
Aşı olanlarımızın sayısı arttıkça.. Dünya aşılı oldukça..
Dr. Erdoğan bugün sizlere, "Kovid aşıları"nı anlatıyor işte..

*

Eğer şu anda dünyada yaygın olarak başarıyla kullanılan mRNA aşıları, yani örneğin BioNTech veya Moderna ya da vektör aşı dediğimiz Johnson veya AstraZeneca, klasik yöntemlerle imal edilselerdi, aşı karşıtlarının sesleri bu kadar çıkmayacaktı. Bu insanların en büyük karşı çıkma gerekçesi, yeni teknolojiyle bu aşıların çok kısa sürede üretilmeleri.
O kadar çok komplo teorileri ürettiler ki, inanılmaz hikâyeler. Önce 5G teknolojisiyle ilişkilendirip insanları kontrol altına alacak güçlerden bahsettiler. İnsanlar buna inanır gibi oldu, sonra inananlar hızla azaldı. Başka bir komplo teorisine gelmişti sıra, "Vücudumuza çip takacaklar, bizi izleyecekler" dediler. Yine insanlar, durup düşünmeye başladı, ya gerçekse? Oysa çip takılmasına gerek yok ki, günümüz akıllı telefon teknolojisiyle attığımız her adımda düşüncelerimiz, hobilerimiz izlenmiyor mu?
Bu da tutmadı, sırada insanların kafalarını karıştıracak yepyeni ama daha etkili bir komplo teorisi vardı:
"Bu mRNA aşıları, kadınları kısır, erkeleri iktidarsız yapıyor" dediler. Konu bu oldu mu, aşı konusunda kararsız olan insanlar, daha da kararsız hale geldiler. Bu da yavaş yavaş etkisini kaybetti tabii, gerçekle uzaktan yakından alakası olmadığı için.
Ben aylar önce yeni teknolojiyle üretilen aşıları anlatırken şöyle yazmıştım:
Güncel aşılarda tartışma konusu, aşıların normal koşullarda, yani geleneksel yöntemle yıllar sonra hazır hale gelmesi ve yeni aşıda ise bu sürenin çok kısa olmasının yanında, bambaşka bir aşı türünün önümüze çıkması, yani mRNA aşısı.
mRNA, nedir bu?
Öncelikle şunu söyleyeyim, RNA'lar (ribonükleikasit) vücudumuzdaki bütün hücrelerde bulunan, hem de çokça bulunan maddelerdir. Görevleri çeşitli olmakla birlikte hücre çekirdeğindeki bilgileri belli şifreler halinde başka yerlere taşıyarak yeni proteinler veya başka maddelerin üretilmesinde veya çoğaltılmasında rol oynar ki, bunların içinde antikorlar da vardır. Çeşitli RNA türleri bulunur, ancak bizi ilgilendiren, gündem nedeniyle mRNA, yani mesajcı RNA tipidir. Bu RNA, kendisine yüklenen şifreyi gerekli yere taşıyarak istenen proteinin üretilmesini sağlar.
Aşı ile ilk kez kamuoyu gündemine gelen mRNA teknolojisi, aslında üzerinde 10 yıldan fazla çalışılan bir yeni tedavi yöntemidir, yani korona yüzünden hemen çabucak bulunmuş bir yöntem değildir. Bu yöntemle tedavi üzerinde çalışan bilim insanlarının asıl amacı, şimdiye kadar hiçbir şekilde yenilemeyen hastalıklara karşı başarı kazanmak, normal koşullarda bildik yöntemlerle tedavi edilemeyen hastalıklara karşı, ki bunların başında kanser geliyor, mRNA yöntemiyle vücudun savunma sistemini özellikle o tümör hücrelerine karşı yükselterek kanseri yenmek.
Yukarda, vücudumuzun savunma sisteminin normal koşullarda vücuda giren her türlü yabancı maddeyi tanıyıp, hemen reaksiyon göstererek bu yabancıyı yok ettiğinden bahsetmiştim. Peki bu yeni yöntemle vücuda aşı olarak verilecek mRNA da bir yabancı madde değil mi? Evet, öyle.
Bilim insanları o mRNA'nın savunma sistemi tarafından yok edilmesini önlemek için bir yöntem buldu: Bu molekül yağ bir kapsülle kaplanarak savunma sisteminin bunu yok etmesi engellendi.
İşte, bu aşının eksi 70, eksi 20 derecelerde depolanmak zorunda olmasının nedeni de tam bu, bu yağ kapsül çok hassas olduğu için, korunması ancak bu çok düşük sıcaklıklarda mümkün oluyor.
Şimdi gelelim, en önemli konuya, bu yöntemle yapılan aşı vücutta ne yapıyor?
Mutlaka duymuşsunuzdur, koronavirüs yani SARS-CoV-2, diğer adıyla Kovid- 19, insana bulaştıktan sonra yaşayabilmek, çoğalabilmek için hücrelere girmek zorunda. Bunun yöntemi de, kendine ait bir proteinle (Spike-Protein) insan hücre yüzeyindeki bir maddeye tutunup hücre içine girmek.
Yeni yöntem aşıda, işte bu proteinin genetik kodu mRNA'ya yüklenip vücuda veriliyor. Vücutta hemen bu protein oluşturuluyor, yani virüsün tamamı değil, sadece bir bölümü oluşturuluyor. Bunu, yani bu yabancı maddeyi gören savunma sistemimiz hemen bunu yok etmek için gerekli işlere başlıyor ve antikor dediğimiz maddeleri oluşturuyor, tabii özellikle koronaya karşı.
İleride gerçek SARS-CoV-2 vücuda girdiğinde ise savunma sistemi hazır bekliyor, antikorlar bu virüsü yok ederek hastalanmayı engelliyor.
(Yazının son bölümü yarın..)

***


İSTEYİNCE NE GÜZEL GAZETELER YAPIYORUZ!..
Gerçekten öyle.. İsteyince ne güzel gazete çıkardığımıza şahit oldum, haberleri, röportajları, köşe yazılarıyla, ne güzel.. Onların önde gelenlerini özetleme kararı vermiştim. "Marifet iltifata tabidir" diyerek.. İşte o yazım..

*

En ama en güzeli mesleğe Ankara'da birlikte başladığımız Güneri Cıvaoğlu'na aitti.
"Ay Işığı Sonatı!." Beethoven'in değil, klasik müziğin en sevdiğim sonatlarının başında gelir. Güneri, 3 Aralık'ın Dünya Engelliler Günü olduğunu da hatırlatan öyle bir yazı yazmış ki, duygulanmadan, gözler nemlenmeden okumak mümkün değil. O yazıyı size bir şekilde mutlak sunacağım. Herkes okumalı.
"Kestane balının diyarından sevgiler" diye canlı yayında söze başlamış bir vatandaş.. Bütün gazetelerde vardı. Bütün gazetelerde de, şu Amerika'da Me Too hareketi oldu ya.. Sosyal medya da peşine düştü ya.. Yazılı medya da işin kolayını buldu ve sosyal medyanın sözcüsü oldu ya.. Adam, linç edileceğini bile bile Esra Erol'un reyting rekorları kıran canlı yayınına, söz ve savunma hakkını kullanmak için çıkmış. Bizim ülkede konu sosyal medya ve onun takipçisi, yazılı ve görüntülü medya olunca "Masumiyet karinesi/ Herkes, suçu kanıtlanıp sabit olana dek suçsuzdur" dama atılır. İnsanlar linç edilir ya.. Adam iyi biliyor.. Lafa böyle giriş yapınca, herkes şaşkın. Öyle şaşkın ki, gündem değişti birden. Kestane balı lafı başa geçti.
Hepsi iyi işlemiş konuyu..
Venezuela'nın suçlu insanlar yetiştiren, fakir, hatta aç bölgelerinde El Sistema diye bir çözüm bulunmuş, dünyaca ünlü ve dünyayı gezen bir çocuk ve gençlik orkestrası kurulmuştu. Büyüyenler büyük orkestralara transfer oluyor, yerlerine yeni çocuklar alınıyordu. Çocuk için El Sistema, "kurtuluş" demekti.
Hürriyet'te, Eşrefpaşa'da bir El Sistema'nın harekete geçirildiğini anlatılıyor. Yorglass Barış Senfoni Orkestrası.. Siyasiler okusun.. "Barış İçin Gençlik Orkestrası.." Hürriyet Kelebek'e teşekkür.
Bizimkiler de, çift eğimli mimari sistemiyle dünyanın üçüncü barajı olan, gururumuz Yusufeli'nin bitmek üzere olduğunu yazmış. Tamamen Türk işçisi, teknisyeni, uzmanı ile Türk barajını Nihat Özdemir yapıyor. Özdemir'in hayran olduğum bir de kültür-sanat yanı var. O işlerle kızı Ebru ilgileniyor. Limak Orkestrası kurdular mesela. Harika konserler veriyor, Murat Karahan'a eşlik ediyor. İşte gene Ebru sanırım, o baraj inşaatında, yani dağın tepesinde işçilere bir harp konseri düzenlemiş. Çağatay Aksoy akan suyun tınısı ve barajın akustiği ile birleştirmiş, harpının notalarını. Sonat Bahar da çok güzel yazmış, Sabah Pazar'da.. Harika da fotoğraflar.. Kutlarım, bizimkiler..
Zeynep Bilgehan'ın Şansal Büyüka ile yaptığı "Hey Gidi Yıllar" röportaj yazısını Hürriyet'te bir nefeste okudum. Şansal da Çerkes benim gibi.. Eşi bir çerkestavuğu yaptı, gıdım gıdım yedim ki bitmesin.. Şansal, "Ağbi ne zaman istersen" diyor ama.. Valla yüzüm tutmuyor, onu da hatırladım okurken. Eline sağlık Zeynep..
Çerkes dedim de.. Hani çamur attılar ya, bize Avrupacılar, Çerkeslere.. İlber Hocam, Ortaylı "Çerkeslerimiz" başlığıyla, tarihi ve bugünü harika anlatmış. Herkes okusun. Benim gibi Çerkes olan ve kanıyla iftihar eden de okusun, olmayan da. Bin yaşa İlber Hocam. (Pazar Hürriyet)
Kaçtır yazmak istiyorum. En güzel Seyahat ekini Hürriyet yapıyor, ben de kıskanıyorum. Ne güzel konular buluyor ve nasıl özendiriyorlar oralara gitmeyi. Bir Diyarbakır yazmış Burak Özberk.. 20 sene önce gitmiş, ölmüş bayılmıştım. Okurken gene nasıl özledim.
Ve de Cumartesi Posta'da, bana sorarsanız, yaşayan, sahnede yaşayan en büyük aktörlerimizin başında gelenlerden biri Selçuk Yöntem'i gündeme getiren Oya Çınar söyleşisi.. Selçuk!. Bak tiyatrolar da açıldı. Özledik!. Okan'la oynadığın Amadeus'a bir daha mı gelsek?.

***

TEBESSÜM

- Everest'in zirvesine ulaşan dağcılar neden depresyon geçirirler?.
- Artık hep aşağı ineceklerini bilirler de ondan!.

***

SEVDİĞİM LAFLAR

Gerçek dostlara sahip olmak, dünyada kazanılacak en büyük ödüldür.
Thomas Aquinas

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar