Seçim sonuçlarını doğru okumak lazım. Bu seçimi sadece Kılıçdaroğlu kaybetmedi. Erdoğan yine kazandı. Son hatırladığım hâliyle 7 kadar cumhurbaşkanı yardımcısı adayı vardı. Erdoğan onlara karşı da kazandı.
O nedenle doğru düzgün bir değerlendirme yapılacaksa soruyu da doğru sormak lazım: "CHP neden kaybediyor? Erdoğan neden kazanıyor?"
Bu soruları düşünürken sahnedeki siyasetçiler teker teker gözümün önünden geçti. Ve aslında siyasetçileri ve sahneledikleri siyaseti üç ana gruba ayırabileceğimizi düşündüm. Yusuf Akçura'nın meşhur "üç tarz-ı siyaset"inden mülhem üç tarz-ı siyasetçi bulunabileceğini düşündüm: "Poz verenler, söz söyleyenler ve tavır takınanlar."
Bence bir siyasetçinin başarısını, toplumdaki karşılığını, güvenilirliğini belirleyen işte bu tarzlardan hangisine ait olduğuyla çok ilişkili.
Birinci gruptaki siyasetçiler, siyaseti tamamen imajlara indirgeme eğilimi gösteriyor. Söyleyecek sözleri pek yok. Pozisyon alma cesaretleri hiç yok. Varsa yoksa poz verme çabası. Siyasetin en ucuz, en süfli hâli. Dikkat ederseniz muhalefet tam da böyle bir seçim kampanyası yürüttü. Neyi kastettiğimi anladınız. Mutfakta çekilen videolar, masa resimleri, kalp işaretleri falan filan. Doğru düzgün konuşma ve miting bile yoktu. Vatandaşa tutarlı vaat bile sunulmadı. Halbuki vaat bile yetmez, bir de bu vaatleri yerine getirebileceğinize dair tutum sergilemiş olmanız gerekir. Ekonomik sorunları nasıl çözeceksiniz? Dış politikada ne öneriyorsunuz? HDP ile ilişkiniz nedir? Bunların hiçbirinde muhalefetin tutarlı bir siyaseti yoktu. Bırakın tutum takınmış olmayı, çelişkisiz konuşması bile yoktu.
İkinci tür siyasetçiler ise siyaseti söz söyleme sanatına indirgeme eğilimindedir. Vaatler verirler. İyi konuşurlar. Mitingleri dolup taşabilir. Bu siyasetçileri görür görmez tanırsınız. Süleyman Demirel, Muharrem İnce, Osman Bölükbaşı falan. Ancak belli bir saatten sonra bu siyasetçiler güvensizlik de yaratır. İyi konuşur da o konuşmanın gerektirdiği siyasi tavrı takınamaz. Mesela, Demirel miting meydanlarını doldurur ve kim ne veriyorsa daha fazla vereceğini iddia ederdi. Dinlemesi eğlenceliydi. Ama belli bir süre sonra sözüne itibar kalmadı. Demirel, siyaset tarihine şapkasını alıp kaçan, sonra popülizm yoluyla geri gelen bir siyasetçi olarak geçti. Siyaseti de 28 Şubat'ta bürokrasiye yanaşarak bitirdi. Güvenilmezdi. Muharrem İnce de bir söz ustası. Ama tavır takınmaya gelince ortada bulamıyorsunuz. 2018'de seçim gecesi ortadan kayboldu. 2023'te şapkasını alıp adaylıktan çekildi. Direnç ve irade gösteremedi. O da güven kaybına neden oluyor.
Üçüncü tarz siyasetçiler ise siyasetin tavır almak olduğunu bilir. Bu uğurda cesaretle direnir. Seçmenine söz verdiği adımları teker teker atar. Kendi siyasi gündemini de ülkeye kabul ettirir. İşte bu tarzın en iyi örneği Erdoğan'dır. Yanlış anlamayın. Erdoğan'da, birinci ve ikinci tarzların da en iyi örneklerini bulursunuz. Hem çok iyi görüntü verir hem de bir söz ustasıdır. Ama onun ayırt edici özelliği, her neyi kafaya koyduysa yapması ve bu uğurda cesaretle direnmesidir. Sadece birkaç örnek verelim: Vesayetle mücadele, darbecilere karşı direnme, başörtüsü yasağını kaldırma, yurtdışı operasyonlar, terörle mücadele, Ayasofya'yı ibadete açma ve diğerleri... Bu zamana kadar taahhüt ettiği ne varsa hepsini yaptı. O nedenle de Erdoğan, seçmenin güvenini kazanmış bir siyasetçidir. Sadece resim vermez, sadece konuşmaz. Erdoğan, inandıkları uğruna sonuna kadar mücadele eder.
Şimdi bu gözle muhalefete bir bakın. Hangisi ne için direnebilecek gibi görünüyor? Hangisi bir siyasi hedefi sonuna kadar kovalamış? Bırakın tavır takınmayı, ortak bir dil bile üretmeyi beceremediler. Halk bunların neyine güvensin de oy versin? Asıl mesele işte tam burada.
Yorum Yazın