Dördüncü hakem, orta hakemin maçı 9 dakika uzattığını gösteren tabelayı kaldırdı. Hakem uzatmanın 5'inci dakikasında düdüğünü çaldı. Takımları soyunma odasına gönderdi. Sonra hatasını anladı. Sahaya geri döndü. Eksik bıraktığı 4 dakikayı da oynattı ve düdüğünü astı. Yani önünde deneyimli bir hakem olarak çok verimli olabilecek 7 senesi varken, hakemliği bıraktı. O yanlışla hakemliğe devam edemeyeceğinin farkına varmıştı.
Bir başka hakem, Altay-Hatay maçını 6 dakika uzattı. O uzatma içinde bir Hataylı futbolcu kendini tam taç çizgisi üzerinde yere attı. Hemen ordaki kulübeden doktoru yetişirken, hakem de oraya koştu. Hataylı'nın vücudunun yarısı zaten çizginin dışındaydı. "Hemen dışarı alın" diyeceğine, sanki anlarmış gibi, tam iki dakika yerde yatan Hataylı'nın başında durdu da durdu. Oyunu soğuttu.. Sonra bir Hataylı daha kendini yere attı.. O da bir dakikadan fazla yerde tedavi gördü. Hataylılar, kaleci degajı dahil (Hani sadece Galatasaray'a uygulanan 6 saniye kuralı var ya) her topu oyuna sokuşunda en az 20 saniye çaldı. Özet.. O çok kritik skorda uzatma 6 dakikası, gidin ölçün, 2 dakika bile oynanmadı.
..Ve o hakem, 6 uzatma dakikasına kafadan sadece 1 dakika ekledi ve bitirdi. 5 dakikası hakem tarafından çalınan Altay 3 puan kaybetti. Hileyi yapan Hatay 3 puan kazandı.
Bu ülkede bütün uzatmalar böyle oluyor. Galip veya beraberliğe oynayan takım o uzatma dakikalarını kısaltmak, oyundan çalmak için her şeyi yapıyor. Hem futbolu, hem seyir zevkini, tıpkı normal maç süresinde olduğu gibi öldürüyor ve..
..Ve hiçbir şey olmuyor. Hakeme yutturan, çirkinlik, pislik, rezillik yapan, ayıp eden kazanıyor. Sporu, sportmence yapan da kaybediyor.
Ne zamandan beri?. Senelerden beri böyle.. Çünkü.. Artık hepsi birbirinin kopyası.. "Sahtekârlık" kimsenin umurunda değil.
Medya mı?. Güldürmeyin beni.. Türkiye'de spor medyası yok. Olsa, dünyanın hiçbir liginde görülmeyen bu süper sahtekârlıklar devam edebilir miydi?.
Birkaç yazar, yazıyor, bir iki yazı, sonra peşini bırakıyor. Okur ve seyirci, spor müdürlerinin hemen hiçbirinin umurunda bile değil..
Gazetelerin tirajlarını, ekranların reytingini düşüren, milleti futboldan nefret ettiren bu utanmazlık, bu felaketle uğraşmak akıllarından bile geçmiyor.
Salla başını, al bol maaşını, bak keyfine..
Uğur Meleke, "Taç dahil her şeye itiraz etmenin amacı, oyunun durmasını uzatmak ve zamandan çalmak" derken, dün hem de en ünlü hakemlerimizden, hakem hocası Ahmet Çakar, Galatasaray futbolcularını, Diagne'nin penaltı pozisyonunda topluca hakeme koşarak itiraz etmedikleri için eleştiriyordu.
Başta Teknik Direktörleri Fatih olmak üzere, hakeme en çok itiraz eden, en çok kart gören ve ceza alan kulüp Galatasaray, Çakar.. Sen bir hakem olarak nasıl, "Koşun, hakemin etrafını sarın, itiraz edin, sonuç alırsınız" dersin?.
Ama dedim ya. Medya bu. Bu medya ile sorun çözülmez.
Kimle çözülür?.
"Türkiye Futbol Federasyonu ile." Uğur Meleke öyle diyor.
Katılıyorum.
Uğur iki basit talimat değişikliği istiyor.
1- Sakatlanıp kenara giden oyuncu, maç oynanırken hakem işareti ile dönmez. Oyunun durmasını bekler. Bu da sahte sakatlıkların önüne geçer.
2- Hakeme yapılan her ama her itiraza sarı kart çıkar. Böylece hakemi baskı altına almak veya oyunun durmasını uzatmak ve soğutmak için yapılan itirazların önü kesilir.
Uğur, "Bu ikisiyle, maçları brüt 95, net 60 dakika oynarsak (Bugün brüt 99, net 54 dakika) diğer sorunlar çorap söküğü gibi çözülür ve Türk futboluna da seyir zevki ve Avrupa ile eşit şartlarda mücadele şansı geri gelir" diyor..
Ben mi ne diyorum?..
Bunlar tamam, ama yetmez.
Dahası mı?. O da yarın..
***
MİDE BULANDIRAN MEDYA...
Galatasaray, hatalı çıkış yapan Muslera ve her zaman büyük hatalar yapan Luyindama'nın çarpışması sonucu, topu bomboş Yatabare'nin önüne bıraktı. O da daha boş Faysal Fajr'a bıraktı. Gol..
Maçın geri kalanında, iki takımda da futbol adına "zerre" yok.
Fatih Galatasaray'a, Rıza Sivas'a olacak en kötü futbolu oynatıyorlar.
Sahaya çıkan takımdan değişikliklere kadar her ama her şey kötü.
Bizim medya bunu yazmıyor.
Ezberini yazıyor.
"Fatih kenarda olmayınca olmuyor.." Sanki takımı kenardaki kuklalar, Selçuk ve Necati yönetiyormuş gibi..
Buna karşılık, benim gibi tarafsız bir seyirci bile son ana dek bir heyecan fırtınası içinde maç izliyor. Gaziantep- Fener.. Tam 5 gol var.. Bir o kadar da pozisyon..
Benim medyam, skora bakıp ezberinde devam..
"Pereira defolsun gitsin.."
Gazetelere bakmadan, bunları yazacaklarını biliyordum. Kâhinlik değil. Başka şey yazmıyorlar ki..
Beşiktaş mı?. Tanıyamaz olduğum Ahmet Nur Çebi, Beşiktaş'ı değil, koltuğunu düşünüyor. Hâlâ elini masaya vurmadı.. Böyle Başkan gördünüz mü siz Kartal'da.. Başta bizim gazete, Şenol'u yeniden pazarlamaya çalışanlar var.. Adamın nasıl gönderildiğini hatırlayan yok. Her gün Şenol resmi, Şenol haberi.. Ama Başkan'dan çıt çıkmıyor. Şenol bile konuşup zarf attı, "Benimle konuşan olmadı" dedi. Bu resmen, alenen, "Gelin konuşun, hazırım" demek. Medya da yazıyor, "Çebi, Şenol'u istiyor ama, yönetimi ikna edemiyor" diye..
Bu rezaletin içinde Beşiktaş Başkanı susar ve camiayı dedikodu bataklığına atar mı?.
Bak Sabah Spor, 7 sütuna manşet atmış "Gel gel" yapıyor. En başta Şenol'un resmi. Yanında.. "Takımı hazır ola.. Getirecek biri lazım.." Cümle bozuk mu, imla hatası mı var.. Ama anlam açık..
"Bu takımı Şenol kurdu. Onu getirecek biri lazım." Hangi yazının başlığı bu.. Sinan Vardar, Bülent Timurlenk, Levent Tüzemen, Ahmet Çakar ve Gürcan Bilgiç'e sormuşlar..
"Beşiktaş'ta 4 yerli, 4 yabancı aday var. Yönetim yüzde 90 Portekizli Pinheiro'yu getirecek.
Kariyeri parlak değil. Başarılı olur mu?. 8 adayın olduğu listede Şenol ve Rıza gibi efsane isimlerin tartışılması tuhaf değil mi?." Ne tarafsız, ne objektif soru değil mi?.
Çoğunluk Önder Hoca ile sezonu bitirmekten yana. "Benim için doğru kişi Şenol" diyen tek kişi, Galatasaraylı Levent.. Bir tek Galatasaraylı için doğru olan ismi, resmi ile ortak kararmış gibi manşete çeken de, müdürümüz..
Sen hâlâ sus Çebi Başkan.. Sen hâlâ sus..
***
DİSNEY'NİN...
Dün Netflix'in asırlık Disney'yi geçtiğini anlatan yazımızda iki yerde "Disney'yi" ve "Disney'nin" yazmıştım.
Bunlar gazetede "Disney'i ve Disney'in" olarak çıkmış..
Önemli mi?. Evet önemli..
Türk gramerine göre yabancı özel isimlerin sonuna takılar, yazılışlarına değil, okunuşlarına göre eklenir.
"Disney" yazılır. "Dizni" okunur.
O zaman da "Disney'in" yazamazsınız. "Dizni'nin" yazmak zorundasınız.
Ayni şekilde "Dizni'in" olamayacağı için "Dizni'nin" olur.
Bu düzeltmeyi bilgisayar otomatik yapmadı da, gizli bir el düzeltti ise, bana sorma gereği duymadığı için üzüldüm.
Ayni yazıda ayni hatayı iki kere yapmamı garipsemeli ve sormalıydılar.
Ya da, evinde 10 sene Amerikalı eşi ile İngilizce konuşan Hıncal'ın İngilizce ve Türkçe bilgisine güvenip olduğu gibi bırakmalıydılar.
Bunu niye yazdım?. Çünkü mesela Ertuğrul Özkök gibi, çok iyi İngilizce bilen bir yazar bile, takıları okunuşa değil, yazılışa göre ekliyordu.
Demek doğruyu yazmakta genel bir yarar var.
Bu arada, Hürriyet keyifle okuduğum iki yazarı, Ertuğrul ve Kanat Atkaya'yı yolladı. 70 yıllık bir Hürriyet okuru olarak üzüldüm..
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Bugün 7-8 yaşındaki çocukların Facebook'u, Twitter'ı ve iPhone'u var. Ben 7 yaşındayken, boyama kitabım, boyalarım ve en önemlisi hayal gücüm vardı." Özkan Uğur (MFÖ'nün Ö'sü..)
***
TEBESSÜM
Pizza neden yuvarlak yapılır, kare kutuya konur ve de üçgen yenir, anladığınız gün, kadını da anlarsınız..
Yorum Yazın