Nereden, nereye... Bir zamanlar vatandaşımız devlet hastanelerinin önünde sadece muayene olmak için bile günlerce sıra beklerdi. Ameliyat olmak hayaldi. Sadece röntgen çektirmek için bile bir ay sonrasına gün verilirdi.
Peki ya şimdi? Her şehirde dört dörtlük şehir hastaneleri yükseliyor. Elin oğlu Covid aşısına 4 bin lira ücret alırken, bizim ülkemizde herkes bedava aşılandı. Hastanelerde Covid tedavisinden beş kuruş para alınmadı.
Bizdeki kadar geniş bir ücretsiz sağlık şemsiyesi dünyanın hiçbir ülkesinde yok. ABD'de bile çarpık sosyal sağlık politikaları yüzünden başkanlar değişirken benim ülkem tüm dünyaya "Sosyal devlet nasıl olunur?"un dersini verdi.
Sonunda Türkiye sadece kendi vatandaşı için değil, her dünya vatandaşı için sağlık konusunda umut oldu. Avrupa'nın en ünlü kliniklerinden bile "Tedavisi mümkün değil, evine götürün, son günlerini huzur içinde geçirsin" diye gönderilen hastalar, Türkiye'de bizim doktorlarımız sayesinde yeniden hayata tutundu. Türkiye, yabancı hastanelerde zulüm gören vatandaşlarını özel ambulans helikopterlerle getirip, tedavi ettirdi.
SAĞLIK TURLARI
İstanbul'da Taksim-Levent-Mecidiyeköy üçgeni içinde adres sormak için bir Türk'e rastlamanız zor. Çünkü o bölgede onlarca hastane var. Yabancılar şifa bulmak için bu bölgeye akın ediyorlar. Buradaki yüzlerce otelde yer bulmanız bile zor. Alışveriş merkezlerindeki turistlerin yarısı saç ektirmiş, kafaları bandajlı. Pek çok turizm şirketi artık Türkiye'ye sağlık turları düzenliyor. Önce İstanbul'da hastane, sonra Kızılcahamam'da kaplıca, ardından Antalya Damlataş mağarasında nefes detoksu... Londra'da yaşayan bir yakınım geçen yıl eşiyle birlikte dişlerine implant yaptırmak için Türkiye'ye geldi, o kadar diyeyim.
Tıp demek, ilim demek. Türkiye bilim ve teknolojide çağ atlıyor. Memlekette turizm artık sadece deniz- kum-güneşten ibaret değil.
Eskiden Türk filmlerinin bir klişesi vardı: "Türkiye'de tedavisi mümkün değil. Mutlaka Amerika'ya gitmesi lazım..." Elin Amerikalısının tedavi olmak için bize geldiğini de gördüm ya, artık ölsem de gam yemem...
Yetiş Acun kardeşim...
Yukarıdaki yorumdan gurur duymayan varsa, vakit geçirmeden bir kan testi yaptırmalı. Gelin görün ki, bunca güzelliği yaşarken, içimizde, dünyada gördüğü her güzelliğin üstüne çarpı atmak isteyen hırsızlar, uğursuzlar da var.
Pakistanlı bir aile, işitme engelli kız çocuklarını tedavi ettirmek için evlerini, arabalarını satarak Türkiye'ye gelmişler. Göç İdaresi'ne vizelerini uzatmak için gittiklerinde karşılaştıkları iki adam tedaviyi daha ucuza yaptırabilecekleri konusunda aileyi ikna etmiş. Baba Momna Tahir, elindeki 35 bin doları bu adamlara elden vermiş. Adamlar, anında buhar olmuş.
Şimdi acılı baba, devlet yetkililerimizden acil yardım bekliyor. Tabii ki devletimiz diğerleri gibi onu da ortada bırakmaz. Hatta bu hayır işi devlete bile kalmaz. Eğer sevgili Acun Ilıcalı kardeşim bu yazıyı okursa, pek çok işitme engelli çocuğun yardımına koştuğu gibi bu Pakistanlı ailenin de Hızır'ı olur.
Bu neyin ıslığıdır?
Milli maç seremonilerinde daha ne kadar utanacağız? Bu kez de Gaziantep'te oynanan Çekya maçında rakip ülkenin milli marşı ıslıklandı.
Oynanan özel bir maç. Yani adı üstünde, 'dostluk' maçı... Üstelik Çekya ile hiçbir diplomatik sorunumuz yok. Peki bu ıslıklar niye?
Milli marşlar bir ülkenin onurudur, şerefidir. Pek çoğu, tıpkı bizim İstiklal Marşı'mızda olduğu gibi kanla, terle yazılmıştır. Türk halkı, tüm dünyada misafirperverliği ile tanınır.
Lütfen lâyık olalım.
Zap'tiye
Birileri, depreme canlı yayında yakalanan spikerlere anında 'Çök-Kapan- Tutun' hareketini yapmalarını öğretmeli. Zira bundan daha etkili bir 'kamu spotu' olamaz.
Gaf kürsüsü
"Sanırım Düzce'de balkondan düşme sonucu bir vefat var. Ama can kaybı olmaması büyük şans." (Prof. Şükrü Ersoy'un CNN Türk canlı yayınındaki sözleri)
Ne demiş?
"Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir." (Yargı dizisinden)
Yorum Yazın