Bugün, siyasi dinamiklere etki eden faktörler arasında "ekonomi" ile ilgili başlıkların ön sırada yer aldığı görülüyor. Esasen, ekonomi denildiğinde de bütün yorumlar "enflasyon-kurfaiz" perspektifiyle ilişkilendiriliyor. Hatta sarmal biçimde birbirini besliyor. Sanırım, yaman çelişki de burada başlıyor! Neden? Çünkü Türkiye ekonomisinin son 20 yıldaki yapısal dönüşümü ve Türkiye'nin geleceğine duyulan "güven" ile "cari sorunlar" eş anlı olarak karşı karşıya getiriliyor. Güncel sorunların sıcaklığı tabii ki öncelikli ve önemli. Kuşkusuz, seri tedbirleri de gerektiriyor. Ki asgari ücretliler başta olmak üzere dar ve sabit gelirlileri soluklandırmaya dönük önlemler üzerinde de kapsamlı çalışmalar sürüyor.
***
Ekonominin, özünde bir paylaşım süreci ve tercihler dizisi olduğunu, moral faktörlerle şekillendiğini kabul etmek durumundayız. Haliyle sadece enflasyonun şu anki oranını, kurdaki oynaklığı, satın alma gücündeki değişimi merkezine alan ve kısa vadeli bakış açısı ile kemikleşen analizler, güven ortamını doğrudan olumsuz etkiliyor. Sanki sorunlar bilinmiyor, üzerinde kafa patlatılmıyor veya çözülemeyecekmiş gibi bir algı yaratılıyor. Hali hazırda baş edilmeye çalışılan ekonomi temelli problemlerin Türkiye'ye özgü yanları kadar küresel gelişmelerden kaynaklanan boyutları da söz konusu. Örneğin, dünya genelinde enflasyon artıyor. Enerji ve emtia fiyatları yüksek seyrediyor. Nakliye ve tedarik tıkanıklıkları, global gıda stokçuluğu, pandemi gerekçeli tarife dışı engeller, pek çok ülke piyasasında bozucu tesirini gösteriyor. Dışa açık bir ekonomi olarak Türkiye de pozitif ve negatif dalgalara maruz kalıyor. Bir yandan enflasyon ithal ederken diğer yandan ihracattaki rekorlarla dış talep fırsatını kullanarak, sanayide çarkları döndürebiliyor. İstihdam baskısını görece azaltabiliyor.
***
Kanımca, ekonomiye ilişkin karamsarlık pompalayanlar daha çok döviz kurundaki baskıyı baz alıyor. Senaryoyu "kurlara" bakarak yazıyor. Evet; kur artışı da kurdan enflasyona geçiş gerçeği de asla hafife alınmayacak uyarı işaretleri. Kaldı ki Ankara'da hükümet ve ekonomi bürokrasisi, sanılandan daha fazla kur gelişmelerini masaya yatırıyor. İddia edildiği gibi "İhracat artsın diye yüksek kura göz yuman falan da yok!" Aksine; üretim ve verimlilik artışına, teknolojik gelişmeye odaklı istikrarlı ihracat temposu önemseniyor.
İşte bu noktada, yatırım araçlarının getirisi ile üretim sektörünün finansmanı arasındaki hassas denge ve siyasi tercihler devreye giriyor. Unutmayalım, seçimlerin zamanında yani 2023 yılında yapılacağını açıklayan ve 2022'yi somut netice yılı olarak gören hükümet, ekonomideki hiçbir faktöre duyarsız kalamaz. Zaten değil de. Burada sadece faiz indirimine dayalı modelin yanında, işletme ve yatırım kredisi sübvansiyonu ile selektif vergi düzenlemelerini de içeren entegre bir yaklaşım ön plana çıkıyor. Görünür gelecekte, tıpkı enerji fiyatlamasında olduğu gibi reel sektör finansmanında da yenilikçi yaklaşımları ve aynı anda yatırım araçlarının getirisini gözeten uygulamaları görebiliriz.
Yorum Yazın