Türk hükümdarlarının vazifelerinden biri de “cihanı yönetme” düşüncesidir. “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” dünyanın, töreye göre Türk hükümdarı tarafından yönetilmesi ülküsü olan “Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi” bütün Türk devletlerinde görülür. Cihan hâkimiyetinin amacı ise yeryüzüne dirlik, düzen ve huzur getirmektir
Tarihte kurulan her Türk devleti "cihan hakimiyeti" iddiasıyla hareket etmiştir. Rahmetli Osman Turan, abidevi eseri Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi'nde Türklerin dünya hâkimiyeti mücadelelerini şöyle anlatır:
PAPAYA EL ÖPTÜRDÜ
Türklerin cihan hâkimiyeti mefkûresi (ülkü, ideal) tarihte kurulan ilk Türk devleti olan Asya Hun Devleti ve Mete Han'la başlar. Oğuz Han'ın Asya Hun Devleti hükümdarlarından Mete Han olduğu da iddia edilir. Mete Han yazışmalarında "Tanrı'nın tahta çıkardığı Tan-hu" ifadesini kullanır. Bu ifade, hâkimiyetin ilahi kaynaklı olduğuna inanıldığını da gösterir.
Mete Han tahta geçtikten sonra askeri teşkilatı onluk sisteme göre yeniden tanzim edip disiplinli bir ordu meydana getirdi. Bu durum askerin sevk ve idaresini kolaylaştırırken sosyal açıdan bir millet birliğini ortaya koydu.
Cihan hâkimiyeti ülküsü sadece refah ve hâkimiyet zamanlarına mahsus değildi. Her Türk, hâkimiyet veya buhran döneminde bu düşünceyle hareket eder, esarete düştüğü zaman ise özgürlüğünü temin etmeye çalışırdı. Mağlup bir Hun hükümdarı Çin'e teslim olmayı reddederken "Şimdi ölürsek dünya durdukça kahramanlık şanımız yaşayacak; oğullarımız ve torunlarımız başka milletlerin başbuğları olacaktır" demişti.
Cihan hâkimiyeti ülküsü, Türk milletinin ayak bastığı her coğrafyaya taşındı. Bu düşünce ve inanışın Batı topraklarındaki temsilcisi Avrupa Hunları'nın hükümdarı Attila oldu. Türkler, Attila'nın ilahi bir kudretle mücehhez bir hükümdar olduğuna inanırken Avrupalılar da bu düşünceyi Tanrı tarafından kendilerini cezalandırmak için gönderilen bir hükümdar olarak paylaştı. Bu dönemde cihan hâkimiyeti anlayışının tecessüm etmiş hali olan Attila aynı şekilde Avrupa'nın hem ruhani, hem de cismani lideri olan papaya el öptürüp eman diletti.
Hunlar bir akında.
HÜKÜMDARIN GÖZYAŞLARI
Türk ismini ilk defa devlet ismi olarak kullanan Göktürkler, cihan hâkimiyeti doğrultusunda hareket ettiler. Kısa zamanda Türkistan'ın tamamına hâkim oldular. Sınırları Kore'den Karadeniz'e kadar uzandı. Batı Göktürkler'in başında bulunan İstemi Yabgu, Sasaniler'le arası açılınca ilk defa Bizans'a bir elçi gönderdi. Daha sonra Bizans da elçi gönderdi. Zemarkos adlı Bizans elçisi, kabulü esnasında İstemi Yabgu'nun gözlerinden yaş geldiğini görerek kendisine sebebini sordu. İstemi Yabgu ise bu gözyaşlarının üzüntüden değil, mutluluktan olduğunu ifade ederek, "Atalarımızdan işittik ki Garp İmparatorluğu'nun elçileri geldiği zaman bu bizim için artık yeryüzünü fetih ve istila edeceğimize delalet eder" dedi.
Birinci Göktürk Devleti, Çin esaretine girdikten sonra Türkler yeniden bağımsız olana dek Çin esaretine karşı pek çok Türk isyanı çıktı. İsyanlar başarısız olsa da Çin esaretindeki Türklerin bağımsızlık ümidini ve inancını her zaman diri tuttu. Kutluk Kağan, Çinlilerle yaptığı mücadelede galip gelerek, Türk milleti bağımsızlığını kazandı. Kutluk Kağan bağımsızlığı kazanıp Türkleri tekrar bir araya getirdikten sonra Türk milletini atalarının töresine göre nizama koyarak Tanrı'nın hoşnutluğunu kazanmıştır.
Orhun Kitabeleri
MEFKÛRE TAŞLARA İŞLENDİ
Bilge Kağan milletin esaretten kurtuluşunu ve İkinci Göktürk Devleti'nin kuruluşunu Orhun Kitabeleri'nde şu şekilde ifade eder: "Açıktır ki Türk halkının adı sanı yok olmasın diye babam hakanı, annem sultanı yücelten Tanrı, bizlere ülke bağışlayan Tanrı, Türk halkının adı sanı yok olmasın diye şahsımı, hakan olarak tahta oturttu..."
Bu dönemde dört bir tarafa dağılan Türkleri yeniden bir araya getiren Bilge Kağan, bunun için gündüz oturmadan, gece uyumadan çalıştığını, yoksul halkını zengin ettiğini ve nihayetinde Türk milletinin diğer milletler arasında mevkiini yükselttiğini belirtir. Devletin sınırlarını ve fethettiği toprakları "Yukarıda mavi gök, aşağıda kara toprak lütfettiği için halkımı gözüyle görmediği, kulağıyla işitmediği, doğuda güneşin doğduğu, güneyde aydınlığın ortasına, batıda güneşin battığı, kuzeyde ise karanlığın ortasına kadar" yerleştirdiğini söyler.
"Üstte mavi gök, altta yağız yer ve ikisi arasında kişioğlu yaratılmış, kişi oğulları üzerine de dedem Bumin ve İstemi kağanlar hükümdar olmuşlardı. Onlar dört tarafta bulunan düşmanları idareleri altına almışlar, harpten vazgeçirmişler, başlılarını eğdirmiş ve dizlilerini çöktürmüşlerdi... Böylece sahipsiz ve teşkilatız Göktürkler'i nizama koyup hüküm sürmüşlerdir" ifadeleriyle düşmanlara gözdağı verilirken, söz konusu milli mefkûreye dair farkındalık gelecek nesillere miras olarak taşlara işlenmiştir.
Bunların yanı sıra kitabelerde Bilge Kağan, Çin esaretine düşmüş Türk milletine aynı akıbetin yaşanmaması için çoğu kez ihtarda bulunur. Bilge Kağan, dağılmış Türk milletini bir araya getirirken atalarının nizamına, yani Türk töresine göre hareket ettiğini söyler. Dolayısıyla il ve töreye, yani devlet ve nizama bağlı kalındığı takdirde hiçbir kuvvetin Türk milletine zarar veremeyeceği belirtilir. Milli bir şuurla kaleme alınan bu Orhun Kitabeleri, yöneticilerin sahip olması gereken adalet, feraset gibi temel değerlere vurgu yaparken halkın da idarecilerine itaat etmesini öğütler. Türkler birlik ve beraberlik içinde bulundukça akıbetlerinden endişe etmemeleri gerektiği vurgulanır.
Cemal Dündar'ın Oğuz Han tablosu.
HÜKÜMDARLARIN HÂKİMİYETİ İLAHİ KAYNAKLIDIR
Türk hâkimiyet anlayışına bakıldığında hem destanlarda hem de kitabelerde hâkimiyetin kaynağı Tanrı'dır. Türk kağanları Tanrı'nın inayeti ve lütfuyla tahta oturur. Yaptıkları işlerde millet ve Tanrı'ya karşı sorumluluklarını yerine getirirler. Nitekim Oğuz Han, kendi hâkimiyetini kabul etmeyen milletlere karşı birçok sefere çıktıktan sonra nihayetinde onlara hâkimiyetini kabul ettirdi. Daha sonra topladığı kurultayda ülkeyi oğulları arasında taksim ederken yaptığı konuşmada "Gök Tanrı'ya olan borcunu ödediğini" ifade etti.
Asya Hun Devleti hükümdarı Mete Han, hükümdar olmasının Tanrı tarafından kararlaştırıldığını ifade ederken Göktürk Devleti hükümdarlarından Bilge Kağan, Tanrı irade ettiği için kağan seçildiğini belirtir. İslamiyet'ten önceki diğer Türk hükümdarlarına da bakıldığında hâkimiyetlerinin kaynağının ilahi kaynaklı olduğu görülür.
Bu durum yalnız hükümdarın idari meşruiyeti ile ilgili değildir. Hem Türk hükümdarı hem de Türk milleti her türlü işlerinde olumlu ve olumsuz durumun Tanrı tarafından kaynaklandığına dair kesin bir inanca sahiptirler.
Türkler siyasi iktidarın kaynağını Tanrı'ya bağlama suretiyle hakanı Allah huzurunda sorumlu tutmaktadırlar. Hükümdar, millet yolunda "gece uyumadan, gündüz oturmadan" çalışmalıydı.
Devlet başkanı vazifelerini yapmazsa "kut"unun Tanrı tarafından geri alındığı düşüncesiyle iktidardan düşerdi.
Göktürk hükümdarı Bilge Kağan, Tanrı izin verdiği için dizlilere diz çöktürmüş, başlılara baş eğdirmiştir. Tanrı irade ettiği için düşmanlarını perişan etmiştir. Türk milleti, milli örf ve nizamlarından ayrıldığı takdirde Tanrı'nın Türkleri cezalandıracağı inancı hâkimdir. Göktürk Kitabeleri'nde Türk milletinin kendi milli kültüründen uzaklaşıp Çin'e yönelmesi, beraberinde esaretinde getirdi. Bu durum kitabelerde şöyle ifade edilir:
"Çinlilerin tatlı sözlerine, yumuşak ipeklilerine kanıp Türk halkından birçoğunuz öldünüz... Kötü insanlar şöylece akıl verirlermiş: 'Uzakta isen Çinliler ipeklinin kötüsünü verirler, yakındaysan ipeklinin iyisini verirler' diye öğretirlermiş. Cahil insanlar, bu sözleri ciddiye alıp yakınlaştığınızda çoğunuz öldünüz. Oralara gidersen, Türk halkı mutlaka öleceksin. Ötüken topraklarında yaşayıp sağa sola kervanlar gönderirsen hiç sıkıntıya düşmeyeceksin. Ötüken dağlarında yaşarsan kurduğun ülke sonsuza değin ayakta kalacaktır. Türk halkı, toksun. Acıkacağını ya da doyacağını düşünmezsin. Bir doyarsan, tekrar acıkacağını düşünmezsin. Böyle olduğun için seni beslemiş olan hakanının sözlerini dikkate almayıp her yöne gittin. Oralarda tamamen yok oldun, tükendin."
Eski Türklerin yaşam tarzından bir sahne.
Türk hakanlarının ve Türk milletinin milli kültüre bağlılıklarını şu tarihi hadise açıkça gösterir:
Çin imparatorunun hâkimiyetini kabul etmek durumunda kalan İşbara Han, "Oğlumu sarayınıza gönderiyorum. Size semavi menşeden gelen atları her yıl takdim edecektir. Sabah akşam emrinizi bekleyeceğim. Fakat elbiselerimizin önlerini açmağa, dalgalanan saç örgülerimizi çözmeğe, dilimizi değiştirmeğe ve sizin kanunlarınızı kabul etmeğe gelince örf ve âdetlerimiz çok eski olduğu için onları bozmağa cesaret edemedim. Bütün milletimiz de aynı kalbe sahiptir" diyerek zor koşullar altında dahi millî değerlerinden taviz veremeyeceğini göstermiştir.
Aynı tavrı kuru bir toprak parçasını talep eden düşmanlarına karşı, "Toprak milletin köküdür" diyerek toprak vermektense savaşmayı göze alan Mete Han'da da görmekteyiz. Görüldüğü üzere Türk devlet ve sosyal nizamının esasını belirleyen töre, İslamiyet öncesi Türk devletlerinde milleti bir arada tutan, milleti bir hedef doğrultusunda birleştiren unsurlardan biridir. Milli değerlerinden taviz vermeyen ve töresine yani sosyal ve siyasal nizamına sıkı sıkıya bağlı olan Türk milletinin hiçbir zorluğa muhatap olmayacağı devlet adamları tarafından sık sık vurgulanmıştır.
Türk hâkimiyet telakkisinin ilahi kaynaklı olması ve cihanşümul karakteri, Türk devlet adamlarına hem devlet hem de halk nazarında ayrı ayrı sorumluluk yükler. Türk hükümdarının hem Türk milletine hem de kendisine tabi olan diğer milletlere adaletle davranması beklenir. Bunun yanı sıra milletin güvenliğini sağlaması diğer önemli bir husustur.
Türk hükümdarının bu şekilde halka karşı sorumlu olması, halk nazarında devlet ve devlet adamlarını babalık velayetine büründürür. Bu karakter Göktürk Kitabeleri'nde kendine yer bulur. Bilge Kağan'ın "Göçmüş ve dağılmış halkı topladım. Yoksul ve bitkin halkı toparladım; çıplak halkı giydirdim, aç halkı doyurdum; fakir halkı zengin ettim, az milleti çoğalttım" ifadeleri devlet adamlarının milli ve dini vazifelerinin bir gereğidir.
Not: Selçuklu ve Osmanlı dönemindeki Türk cihan hâkimiyeti anlayışı başka bir yazımızın konusu olacaktır.
Yorum Yazın