Hıncal Uluç

Hıncal Uluç

Mail: jdgklgkd@homail.com

Tolstoy’un bir kısa hikâyesinden.

Sevgili Venüs Dalgıç, eşi benim Ankara'da gençlik mahalle arkadaşım Uçal'la Viyana'da yaşıyor ve orada hoş şeyler derleyip, Yaso'ya, yani bize, size gönderiyor.. İşte bu Pazar günü için onlardan biri..

*

Tolstoy'un "İnsan Ne ile Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom'un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır.
Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir.
Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom'a "Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım" der. "Yoksa bütün hakkını kaybedersin." Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye.
Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez.
Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir gücü.
Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, burnundan kanlar damlamaya başlar.
Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz...
Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olayı bir daha izlemiştir.
Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom'u gömerler.
Reis, Pahom'un mezarının başında durur şöyle der:
"Bir insana işte bu kadar toprak yeter!"

*

Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz.
Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev... Gözlerimiz, midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük...
Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını.
Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından...
Tüketmeye de çok meraklıdır insan. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malınmülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir... Benlik biriktirirken, benliğini tüketir...
Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz.
Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, "Eline sağlık hanım" diyen bir erkeğin, "Zengin" olduğunu ne zaman anlayacağız?
Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar fakiriz hepimiz, aslında..

***


RASİM'İN ANISINA... "KUŞ HATIRALARI!."

Ölümünden dakikalar önce Sevgili Rasim Öztekin, tv yapımcı ve yönetmeni Birol Güven'e yollamış, İbrahim Sadri'nin dizeleri "Kuş Hatıraları"nı.. Herkes yazdı ama, dizelerin tümünü yazmadı.. Rasim niye o şiiri yolladı, görmek, bilmek, düşünmek ister misiniz?.
O zaman YouTube'a girin.. "Kuş Hatıraları" yazın, yanına Emre Abdik yazın ve tıklayın.. İmkanınız olursa benim gibi yapın.. Ekrana da yansıtın ve hafta sonu tatilinize, harikulade bir başlangıç yapın.. Ben gözyaşları içinde izledim, o yılları ve neleri neleri hatırladığım için..
Bu dizeleri de saklayın hele benim gibi, çocukluğunuzu 40'lar ve 50'lerde, hatta 60'larda yaşamışsanız!.

*

Benim çocukluğumda soframıza kuşlar konar

rüyalarımıza melekler uğrardı.

Kapımızdan yoğurtçu

bahçemizden ishak kuşu

kalbimizden yeni çıkan şarkılar geçerdi.


kışın bir sobamız olurdu

sobanın yanında kedimiz

kedinin önünde yün yumağı

bir Hayat Bilgisi fotoğrafı gibiydik.


Yerli malı kullanan

yurdunun üç tarafı denizlerle çevrili

kuru incir üzüm fındık

tütün çay narenciye kavun-karpuz yetiştiren

kuru üzüm inciri satan

karşılığında

çamaşır makinesi radyo ve otomobil alan

bir toprağın fertleri...

Biraz yoksul biraz mütevekkil

biraz mahcup biraz kırılgan

biraz naif ama hep umutlu...


Özlerdik.

Memleketteki halamızı

ince doğranmış bir dilim pastırmayı

yurttan sesler korosunu

akşam komşuluklarını

radyo tiyatrolarını

sabah ezanını

kalaycıyı bozacıyı

Münir Nurettin şarkılarını

Orhan Boran yarışmalarını

kandil gecelerini

duvarlarımızın sarmaşıklarını

bakkalımızın utana sıkıla veresiye hatırlatmalarını

okul önü koz helvalarını

akşam oturmalarını

ve hayatı...


Top oynardık

ip atlar kedi kovalar

taşlarla birbirimizin başını yarar

mahalle savaşları çıkarır

gece olunca da tutar

babalamızın elinden

yazlık sinemaya gider

Sadri Alışık Vahi Öz

Belgin Doruk Cüneyt Arkın seyreder

Olimpos gazozlar içer

güler eğlenir bağırır çağırır

dönerken yıldızları sayardık.

Sıkı çocuklardık.

Hepimizin birer yıldızı vardı

onlara isim takardık

onlar da bize isim takardı

pus ve dumandan önce bu şehrin

geceleri gözkırpan ve isimler takılan yıldızları vardı.


Benim yıldızıma Mehlika adını vermiştik

biz kimseden yana değildik.


Kimsenin de kendinden yana olmasını istediğibirileri olmazdı.

Bir değirmendeydik öğütülen

öğütülürken türküler söyleyen

buğday başaklarına benziyorduk.

Ben çorbalardan tarhanayı

yemeklerden kurufasulyayı

sigaralardan harmanı

belki bunun için çok sevdim.


Yollar bozuk musluklar bozuk

ziller bozuk paralar bozuk

ama adamlar sağlamdı.


Bu şehrin yıldızları vardı.

Saçlarına kurdelalar takan

çivitle yıkanmış beyaz çoraplarına

leke bulaşmasın diye su birikintilerinden sakınan

gözleri önlerinde

yürekleri ve beslenme çantaları ellerinde

küçük çocukları vardı bu şehrin

bu şehrin yıldızları vardı.


Ben Fenerbahçe'yi amcam Vefa'yı tutardı.

Konya tahıl ambarı Mersin muz cennetiydi.

Taksim'den Fatih'e troleybüs kalkar

Şişhane'de mutlak raydan çıkardı.

Vallahi hayat zor ve fakat çok matraktı.


Muammer Karaca adına bir tiyatro binası yoktu

bizzat kendisi vardı.


Başımız ağrırdı komşumuz vardı

gönlümüz daralırdı komşumuz vardı

Çorbamızı umutlarımızı

memleket kadar kalbimizi paylaştığımız komşularımız vardı.


Geceleri bekçimiz

gündüzleri sütçümüz

bizim kadar zayıf da olsa

nohuta makarnaya alışmış da olsa

Sarman adında bir kedimiz

ceplerimizde kırık misketlerimiz

çamur bulaşığı ellerimiz

ve gülümseyen bir yüzümüz

göstermekten utanmayacağımız bir içimiz

bir araya gelerek çektirebileceğimiz

bir aile fotağrafımız vardı.


Bir sabah bütün iyi şeylerin

Ayvansaray iskelesinden

hayal ülkesine doğru demir alan

bir şirket-i hayriyye vapuru gibi

aramızdan ayrıldığını gördük.


Sonra Ayvansaray'ın suları çekildiğini yazdı gazeteler

Süheyla hanımın Raci beyin

Melahat mehveş ablanın

Niko'nun Ercüment efendinin çekildiğini ise yazmadılar nedense

Ama yok ama yoklar.

Ne Harman sigarası kaldı geriye ne Olimpos gazozune Sadri Alışık.


Kalan bir tortuydu belki.


Belki kırık bir rüya denizi

belki suya düşürdüğümüz suretimizin

cep aynamıza nüktedan bir yansımasıydı

herşey.

Herşey Maltepe sigarasının

her arandığında

her bakkalda bulunabilmesi ile

büyüsünü kaybetmişti belki de.


belki de biz bir rüya mı görmüştük?


Hadi hepsi yalandı.

Hadi hepsi hayaldi.

Hadi hepsini ben uydurmuştum

Ama rüyalarımızın melekleri

ve sofralarımızın daim konukları kuşlar?

Ya onlar?

Onları siz de görmediniz mi?

Sizin de sofranıza konup

rüyalarınıza uğramadılar mı?

Onlar da mı yalandı?

İbrahim Sadri

***
PAZAR NEŞESİ


Japon Gemisi Pasifik'te seyretmektedir. Geminin kaptanı, pırlantalı isim bileziğini ve Rolex saatini çıkarıp masasına koyar ve duş almaya gider.
Döndüğünde bakar ki, ne bileklik var, ne de saat..
Birlikte çalıştığı, kaptan köşküne girme hakkı olan 4 mürettebat görevlisini teker teker çağırır ve olanları anlatıp hepsine ayni soruyu sorar..
"Son 10 dakika nerdeydin?."
İngiliz geminin baş aşçısıdır. "Geminin soğuk odasındaydım ve akşam yemeği için etleri seçiyordum."
Meksikalı geminin kamaraları başta, hemen her şeyinin düzenli olmasından sorumlu Kaptan Yardımcısıdır. "Geminin arkasındaydım. Ters asılmış bayrağı düzeltiyordum."
Alman, geminin baş makinistidir.. "Jenaratör odasına, kontrola gitmiştim.."
Fransız baş kamarottur. "Dün gece vardiyam vardı. Uyuyordum.."
Kaptan 10 saniye içinde, hırsızı buldu.
Hadi siz düşünün bakalım.. Hangisi hırsız?.
Bulursanız da güleceksiniz, bulamazsanız da..
Aslında cevabı haftaya yazacaktım ama, Pazar keyfinizi bozmak istemedim. Ama burada durun ve düşünün. Bakalım siz kaç saniyede bulacaksınız.

*

Hırsız tabii Meksikalı'ydı. Çünkü yalan söylüyordu. Beyaz üzerine kırmızı yuvarlaktan ibaret Japon bayrağı nasıl asılırsa asılsın ters olmaz ki!.

***
LATİN SÖZLERİ
Ubi solitudinem faciunt
 pacem appelant!"
Yalnızlık yarattıklarında, adına barış diyorlar!.
Tacitus

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar