“Thomas Edward Lawrence (1888-1935) takma adı ile Arabistanlı Lawrence veya kendini Araplara tanıttığı ismi ile John Hume Ross, İngiliz ordu subayı, arkeolog, diplomat ve yazar. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu'na karşı düzenlenen Arap Ayaklanması'nın (1916-1918) başarılı olmasındaki en mühim figür olması ile tanındı. Aynı zamanda, İngilizlerin zaferi ile sonuçlanmış Suriye-Filistin Cephesi'nde de (1915-1918) etkili bir isim olmuştur. Seçkin Hizmet Rütbesi sahibi olan Lawrence, elde ettiği başarılar sebebi ile Britanya Hükûmeti tarafından En Saygıdeğer Askerî Bath Nişanı ile ödüllendirildi.” (Wikipedia)
Rivayet edilir ki Lawrence, Araplarla beraber olduğunda onların gelenek ve göreneklerine uyar, yerel kıyafetler giyer, deveyle seyahat edermiş. Kuranı bilir, İslami bilgilerle konuştuğu herkesi etkilermiş. Hitabet gücü çok yüksekmiş. Britanya hükümetinin Arap yarımadasında çıkarlarını başarılı bir şekilde yürütmüş.
Lawrence’ye, Britanya hükümetinden bir yetkili merak edip sormuş: “Madem Kuranı bu derece iyi biliyorsun, İslami bilgilerle insanları etkiliyorsun, buna rağmen sen nasıl Müslüman olmadın?”
Lawrence elini kalbinin üstüne koymuş, sonra, “Ben bildiklerime ve konuştuklarıma hiç burayı katmadım” demiş.
**
Aslında bir konuşma kişiyi ele verir ama konuşmalarına kalbini katıyor mu yoksa mizansen mi ona dikkat etmemiz gerekir. Bir doğruyu yanlış bir kişi söylüyorsa ihtiyatlı olmak önemlidir. Bir Alman Atasözü var. “Tilki vaaz veriyorsa tavuklarına dikkat et.” Örneğin bir kişi casussa onun doğru konuşması bir kandırma aracıdır. Söz kadar sözü söyleyenin niyeti, kimliği, kişiliği de önemlidir. Siyasetin içinde nice Lawrence tabiatlı insanlar vardır. İşlem tamamlanıp zarar gördükten sonra fark edersek bunun bir anlamı olmuyor. Tıpkı Arapların Lawrence’si gibi.
Yorum Yazın