Milli ve manevi hassasiyetleri olan insanların ortak kaygıları çoğunlukla vatan, millet, din ve devlettir. Amaçları da bunlara hizmettir. Devletin bekasını derdi edinen ve memleketi için bir şeyler yapmak isteyen insanlar, bir şeyler yapamama kaygısını da her zaman zihinlerinde taşımaktadırlar.
Unutulmamalıdır ki; mutfakta değilseniz, makamda değilseniz, muktedir değilseniz çok fazla bir şey yapamazsınız. Çünkü bir şeyler yapmanın yeri, yetki ile donanmış olarak etkili bir yerlerde olmaktır. Ben inanıyorum ki,milli hassasiyetleri tebarüz etmiş biri, bir yeri yönetiyor olsa; orayı adaletle yönetir, verimli hale getirir, milli amaca hizmet eder ve ettirir.
O halde; arkanızda siyasi bir güç olmadan, siyasi güç sizi samimi olarak sahiplenip desteklemeden ciddi bir başarı ortaya koyamazsınız. Milli hassasiyetleri olan, insan sevgisi ile dolu ve sorumluk bilinci ile donanmış bir kişi ve kişilik; iyi bir ekip kurar, bu amacı gerçekleştirmek için gecesini gündüzüne katar ve yüksek bir inançla arayışlara, gayretlere girer.
Onu böyle bir kaygıya, böyle bir arayışa hiç şüphesiz ki, milletine olan sevgisi ve devletine hizmet etme bilinci sevkeder. Bu samimi düşünceleri, çevremizde müşahade etmek her zaman ve yüksek seviyede arzumuzdur.
Büyük toplulukların ümit bağladığı bazı siyasiler ve makam-mevki sahibi bazı üst bürokratlar, milletin beklentilerini karşılamak yerine; maalesef zaman zaman, kendi nefislerinin okşanmasını beklemektedir. Siyaset ve bürokrasi; böyle nefsani tatminlerin temin yerine dönüşürse oradan beklenen iyi hizmetlerin çıkması oldukça zorlaşır.
Böyle düşünen veya böyle bir algı oluşturan bazı siyasiler ve bürokratlar; millete ses ve nefes olmak gibi faziletli bir fırsatı arka plana atıp, kendisi ve yakın çevresinin gönül hoşluğuna dayalı bir yaşamı tercih etmiş olurlar.
Sütün kaymağı sütü temsil eder. Biraz da iğneyi kendimize batıralım. Yöneticiler ve temsilciler de bizim insanlarımızdır. Biz çoğunluk olarak hangi yol ve hal üzere isek, onlar da o yol ve hal üzere oradadırlar. Demokrasilerde seçimin hilesiz olma varsayımına göre halk ve temsil ilişkisi arasında büyük benzerlik vardır. Pozitif ya da negatif değişim birbirini etkiler. Bu her zaman böyle olmuş ve muhtemelen de devam edecektir.
O halde, fert fert niyetlerimizden başlayıp tüm düşüncelerimizi gözden geçirmeliyiz. Hakikaten biz iyi şeyler yapmak istiyorsak; bunun yolunda yürüdüğümüzü niyetimizle, duruşumuzla, ahlakımızla, yaşayışımızla ortaya koymalıyız.
Bir şey istemenin bir de alt yapısı vardır. İyi bir şey istiyorsak, ancak, sonuç alacak hiçbir gayretin içinde değilsek; doğruyu biliyorsak, fakat biz doğru olmuyorsak; sonuçtan hep şikayet ediyorsak, ama üzerimize düşeni yapmıyorsak, beklentimiz isteğimizi karşılamayacaktır değerli dostlar. “Tarlada izi olmayanın harmanda da yüzü olmaz”. Ekmeden biçemeyiz...
Taraftarlıkta da aleyhtarlıkta da akılsız hamasetten ve sorgulamasız destekten kurtulmak zorundayız. Aklıselimden uzak bir tarafgirlikle birini destekliyorsak, seviyorsak, o, ne yaparsa yapsın gözümüze hoş gözüküyor; sevmiyorsak tam tersi gözüküyor. Bu kafayla sıkıntılarımız eksilmez, artar. Kimi sevip sevmemenin kararında elbette özgürüz, ancak davranışları tasvip ya da tenkit etme erdemini de medeni bir üslupla ve objektif olarak göstermeliyiz.
Zaten kayıtsız-şartsız taraftar olmak kendi aklımızı askıya almak olur. Yakın tarihte yaşadığımız bir çok olumsuzluğun altında, sorgulamadan duyduğumuz güven, kayıtsız şartsız desteklemek ya da körü körüne karşı olmak vardır. Elbette ve tabii ki, bu konularda çok hassas düşünen ve her zaman bilinçli davranan insanalara sözümüz yoktur.
Aslında sorgulamak ve araştırmak hem kendi sorumluluğumuzu yerine getirmek hem de sorguladığımız insanı uyarmak ve hatadan korumak görevini icradır. Sorgulamanın olduğu yerde şeffaflık artar, istismar azalır, toplumsal huzura daha büyük adımlarla yürümek mümkün olur. Tercih elimizde, vebal omuzumuzdadır.
İyilikler size yakın, kötülükler sizden uzak olsun sevgili dostlar...
Yorum Yazın