Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.
Önce Rumca bir şeyler söyleyerek başlamıştı söze, Ali.. Benim ezeli dostum, Poyrazoğlu.. Temposu ve vurgularından bir şiir okuduğunu hissettik.
Sonra Türkçe'sini okudu.. İstanbul doğumlu ünlü Yunan şairi Konstantinos Kavafis'in dizelerini Cevat Çapan usta, böyle harika çevirmişti işte..
"Ne kadar yaşarsan yaşa, nereye gidersen git, şehir arkandan gelecektir" diyordu işte, İstanbullu..
Pazar günü öğleden sonra Ali Poyrazoğlu'nun "Şıngır da mıngır Beyoğlu" adını verdiği şovu izlemeye gittim..
Kültür Bakanı'mız Mehmet Nuri Ersoy, Ali'den "Kendi anılarında Beyoğlu'nu anlat" demiş, "Kültür Yolu Festivali" başlarken.. Kültür Yolu zaten harika bir buluş.. Bu sanal yolda iki haftalık bir festival düzenlemek de harika kere harika.
Ama ayni tarihlerde AKM'nin 13 yıl sonra, muhteşem gösterilerle açılması, bu festivali en azından medyada biraz gölgeledi ama o tam pastırma yazı havasında millet sokaklara, kırlara, sahillere akmak için tüm yolları tıklım tıklım doldururken, güç bela ulaştığımız Grand Pera Merkezi Emek salonunda gene de tek boş koltuk yoktu, saat üçte hem de..
Ali geldi sahneye.. Elinde birkaç kart var.. Söz edeceği dostlarının, içinde yaşadığı mekânların adlarını yazmış sadece o kartlara.. Gerisi doğaçlama..
Hafızadan.. Yani yazılı metin olmadan 3 saate yakın, ama nasıl geçtiğini anlamadığımız şov..
Keşke Metin Akpınar da orda olsaydı da, kendi yaptığı şovda nasıl ziyan edildiğini görseydi. BKM de, hayatında Devekuşu izlememiş birine moderatörlük yaptıracağına "Çık Metin anlat" deseydi, o eşsiz sohbetini çok izlediğim Metin de Ali gibi yıkar geçerdi salonu..
Şıngır da mıngır Beyoğlu sadece içerileri değil, dışarıları, caddesiyle de farklıydı. Bu iki resme bakınca ağlamak gelmiyor mu içinizden, gerçekten..
Neyse..
Sadede gelelim..
"Şıngır da mıngır Beyoğlu nasıl bugünlerde" diye sorarsa, o günleri yaşayıp yukarı giden birisi, bu Ali'yi izleyip yukarı gideceklerden birine, şu cevabı alacaktır kesin..
"Ali Poyrazoğlu izleyenlerini hüngür şakır ağlatıyor, anlayın ötesini.." Beyoğlu'nun hayatında şıngır mıngırlar var, insanı güldüren, mutlu eden..
Ama dramlar, trajediler de var, hem de yaşanmış.. Hüngür şakır..
Ali'nin anlattıkları, onların hemen hepsini 1955'ten beri hem de taaa Ankaralardan koşup gelerek izlemiş biri olarak, beni bir başka çarptı..
Ulvi Uraz bayıldığım bir usta idi.. Ali'ye başrol vermiş, sahnesinde..
BKM'deki şovunda Metin Akpınar da "Ulvi Uraz'da başladım" demişti.
Büyük oyunlar oynamakla kalmıyor, büyük oyuncular da yetiştiriyor üstat!.
Ali'yi çok sevmiş. Evine yemeğe davet etmiş.
Muhteşem bir salon.. Salonun neredeyse yarısını kaplayan bir kuyruklu piyano..
Eşi Suzan Uraz piyanist. Onu da dinlemişler. Öyle yakın usta, çırak..
Ulvi Uraz Tiyatrosu, konservatuvar mezunlarına, daha öğrenecek neleri olduğunu gösteren dev, adıyla dev ve her gece tıklım tıklım bir tatbikat sahnesi sanki..
Ali o okuldan da mezun olmuş..
Bütün hayali, Beyoğlu'nu eski İstanbul Kültür Merkezi haline döndürmek olan Bay Vitali'nin (Hakko) desteği ile kendi tiyatrosunu da kurmuş. Aradan bir zaman geçmiş..
Ulvi Ağabey'in işleri bozulmuş.
Tiyatrosu kapanmış.. Nasıl kapanmasın..
Televizyon çıkmış, mertlik bozulmuş..
Şıngır da mıngır Beyoğlu'nda pazartesi geceleri, kadınların uzun etek, abiye elbise, erkeklerin koyu renk takım elbise, hatta smokinle geldikleri galalar yapan ve kapıda opera gibi program dağıtan sinemaların önü de, içi de boşalmış.
Bazıları oynattıkları filme parça ekleyerek çözüm bulmuş.. Kapıda müşteri soruyor: "Parça var mı?" Gişeci "Var" derse bilet alıyor. Yoksa öbür sinemaya.. Parça dedikleri resmen bir porno filmden kesilip esas filme eklenen bölümler..
Bu seks furyasına Yeşilçam da uyunca, aralarında en ünlüleri de olan komedyenlerin bir bölümü yerli seks filmlerinde oynar olmuşlar..
O zaman tiyatro seyircisi de azalmış.
Tiyatrolar da..
Beyoğlu şıklığı da bitmiş.. Çünkü yarısından fazlası parçalı film oynayan sinemalara kim gider tahmin edin?.
Neyse.. Ali'nin tiyatrosuna uzunca bir aradan sonra Ulvi Uraz gelmiş..
Tiyatrosunu kapatan, beş kuruşsuz kalan Ulvi Ağabey, "Arkamda iz bırakmadan gitmek istemiyorum.
Bir jübile yapmaya karar verdim. Ama beş kuruşum yok.
Dostlardan yardım istemeye karar verdim. Bana 2500 lira ver" demiş.. Ali bir fena olmuş, bir fena olmuş.. Bir zarfa 2500 lira koymuş, o zamanlar neredeyse bin dolar.. Ulvi Ağbi parayı yaşlı gözlerle almış çıkmış..
Tam burayı anlatırken, Ali ağlamaya başladı.. Birkaç kelimeyi zor söyledi..
"Ulvi Ağbi o gece kalp krizinden öldü.. Jübilesini yapamadan.." Sonra hüngürdedi.. Gözlüğünü çıkardı, sildi. Gözlerini sildi, ama konuşamıyor..
Zaten konuşsa kimsede dinleyecek hâl yok. En başta ben, hep ağlıyoruz çünkü..
Ali birkaç derin nefes alıp konuşacak hale gelince devam etti..
"Aradan bir zaman daha geçti.. Bir gün kapıdan içeri Suzan Abla girdi. Ulvi Uraz'ın eşi.. Elinde bir zarf var. Bana uzattı. 'İçinde Ulvi'nin senden aldığı borç var. 2500 lira' dedi.
Ben o parayı nasıl alırım.." Suzan Hanım diretmiş.. "Ulvi vasiyet etti. 'Yukarda rahat etmemi istiyorsan tüm borçlarımı öde' dedi, bana.. Bir de liste bıraktı.
Bu parayı alacaksın" demiş.
Ali meraklanmış ve sormuş..
"Kusura bakma Suzan Abla.. Sen bu paraları nerden buldun?."
Ve cevap..
"Hani bize geldiğinde çaldığım o kuyruklu piyano vardı ya.. Onu sattım!." Ali bir daha hüngürdedi.. Ben de, nerdeyse tüm salon da.. Az evvel kahkahadan kırılanlar da bizlerdik oysa..
Ama şehir işte, ne demişti Kavafis..
Şehir arkamızdan geliyordu işte, komedisi, dramı, komedisi ile..
Ali bu muhteşem anıları Ersoy Bakan'ın isteği ile iki defalık anlattı.
Devam et Ali.. Devam et.. Bu anıları dinlemeye herkes gelir.. Gelmeli..
Çık anlat İstanbullulara.. Anlat ki, benim gibi, herkes, Kavafis'in haklı olduğunu, şehrin arkamızdan geldiğini anlasınlar..
Bu şehrin, İstanbul'un, Beyoğlu'nun hem şıngır mıngırı, hem hüngür müngürü ile arkamızdan geldiğini ve hep geleceğini hepimiz anlayalım..
***
YA TERİM'E ÖFKE... YA TERİM'E!..
"Terim'in Öfkesi" diye 8 sütuna manşet atmış, Hürriyet!. Pardon Terimspor!.
Efendim Galatasaray, Bursaspor'la hazırlık maçı yapıyor, milli maç arasında.. Fatih Terim tribünden izliyor. İlk defa bek oynattığı Oğulcan, kaleci İsmail Çipe'ye geri pas veriyor. Çipe ayakla çıkarırken hata yapıyor, topu Bursalılara kaptırıyor ve Galatasaray gol yiyor.. Fatih tribünde çıldırıyor. Sahadaki yardımcısına bağıra çağıra işaret ediyor: "Çipe'yi derhal kenara al.."
Olayı fotoroman gibi resimleyen Hürriyet'te, bir de kocaman resim var.
Fatih, kaleci antrenörü Fadıl Koşutan'ı adeta dövecek gibi azarlıyor.. "Bunu nasıl öğretmezsin.." Sonra da saha kenarında maçı izleyen Çipe'yi hâlâ bitmeyen öfkesiyle soyunma odasına kovuyor. "Giyin ve defol" dercesine..
Yanlış okumadınız sayın okurlar.. Muslera'ya verilen aptal geri paslar ve Muslera'nın ayakla yaptığı hatalar yüzünden Galatasaray'ın yediği gollerin haddi hesabı yok. Adamların atamadıkları da tonla..
Bu köşede en az 100 tane, "Hocam, Muslera ayakla top kullanmayı bilmiyor. Ya öğret ya da kaleciye pası yasakla" yazım çıktı.
"Gık" dedi mi, Fatih!. Düzelme görüldü mü, senelerdir, o aptal pası verenlerde ve daha da aptalca kullanan Muslera'da?.
Fener maçında, böyle zaafları iyi analiz etmeyi bilen ve değerlendiren Vitor Pereira'nın çocukları, o aptal kaleci pasına pres yapıp gol çıkarırlarsa şaşmam..
Şimdi bu Fatih'in gencecik İsmail Çipe'yi, hem de Muslera dökülürken böyle yok etmeye hakkı var mı?.
Senelerdir Muslera ve ona geri pas atanlar ayni haltı yüz kere tekrar ederken, hep seyret, zerre düzeltme.. Çünkü Muslera büyük.. Çünkü ona gücün yetmez..
Kime yeter?.
Gencecik İsmail'e..
Şimdi soralım bakalım "Büyük" Hoca'ya.. Hürriyetspor'un soramadığını biz soralım..
"Gücün İsmail'e mi yetiyor?."
Ya da mesele İsmail değil aslında..
Muslera'ya gücün yetmiyor da, İsmail'i maçtan kovarak, Uruguaylıya ve ona her defasında o aptal geri pasları atanlara, "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" diye dolaylı, genç bir kaleciyi yok etme pahasına mı ders veriyorsun?.
"Fatih Terim öfkesi" diyor, Hürriyet.. Ama bunları diyemiyor.
Demeye gücü olan biri yok mu, koca gazetede?.
***
TEŞEKKÜRLER ERSOY BAKAN'IM!..
Bu teşekkürüm iki sebepli..
Birincisi Ali Poyrazoğlu'nu böyle bir anlatıya teşvik ettiğiniz için.. Ali bu şovu devam ettirmeli.. Herkes ama herkes izlemeli.. Ben on defa daha giderim. Bakmayın ağladığıma.. Öyle de çok güldük ki..
Gerçeklerin, yazılı tiyatro metinlerinden daha komik, daha trajik olduğunu anlattı Ali bize, içerden. Giden herkesi mutlu edecektir..
Ve Sayın Bakan, ikincisi de bu "Kültür Yolu Festivali" için..
Kültür Yolu zaten harika fikirken, bir de o yoldaki mekânlardaki etkinliklerle iki hafta süren bir festival düzenlemek muhteşem..
Galataport, ardından Tophane, Galata Kulesi, Galata Mevlevihanesi, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, Mehmet Akif Ersoy Hatıra Evi, İstanbul Sinema Müzesi ve Atlas 1948 Sineması, Emek Sineması, Taksim Camii Kültür ve Sanat Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi ve Kültür Sokağı'nın yer aldığı bu yolda 64 mekân belirlendi..
Ve bu mekânlarda 40 sergi ve özel proje, 75 konser, 45 atölye çalışması, 20 söyleşi, 15 ışık gösterisi (video mapping), 10 sanatçı performansı, binden fazla sanatçının katılımıyla yer aldı.
İstanbul daha önce böyle bir şey yaşadı mı?. Ben hatırlamıyorum.
Bu festival devam etmeli..
Gelenekselleşmeli..
İstanbullular kadar, dışarıdan, hatta yurt dışından gelenler, programlarını bu festivale göre yapmalılar..
Tekrar teşekkürler, Sayın Bakan'ım!.
***
TEBESSÜM
- Google dişi midir, erkek mi?.
- Kesinlikle dişi.. Çünkü daha cümlenizi bitirmenizi bile beklemeden size 40 başka fikir söylüyor..
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Kolay yollar kalabalık hedeflere götürür." Scott Belsky
Yorum Yazın