Her hafta bir kadının, bir çocuğun yasını tutmaktan yüreğimiz yoruldu... Bu hafta boğazımızdaki yumrunun adı Sıla'ydı. 16 yaşında nişanlanmış, evlenmekten vazgeçince de aşığı tarafından boğazı kesilerek öldürülmüştü.
Herkes kızın Giresunlu ailesine yüklendi. Hatta yüklenmek ne kelime? Sosyal medyada lime lime edildiler. Evet, "çocuk gelinler" bu ülkenin kanayan yarası. Ama sosyal medyada anlatıldığı gibi ortada bir "zorla evlendirilme" durumu yok. İşin aslını aileyi tanıyan biri bana anlattı. Sıla 15 yaşındayken internette tanıştığı o gence kaçmış. Çocuk yakalanmış. Taciz suçuyla hapse mahkum olmuş. Kız da bir yıl boyunca devlet korumasına alınmış. Ancak evlenmeyi kabul edince içeriden çıkmış. Aileler de işin adı konulsun diye nişan yapıp, Sıla'nın reşit olmasını beklemeye koyulmuşlar. Bu arada kızımız evlenmekten vazgeçince, gözü dönen aşık bu hunharca cinayeti işlemiş. Yani ortada pek çok hata ve ihmal olsa da "zorla evlendirilme" diye bir durum yok.
Aile, evlatlarını kaybetmenin acısının üzerine bir de haksız yere linç edilmiş oldu. İki kere yazık!..
'Helal olsun Kağıthane esnafına...'
Tırnak içindeki bu cümle bana değil, atv Kahvaltı Haberleri'nin sunucusu İbrahim Sadri'ye ait. Pazar günü bültende verdiği haber, haftanın en dramatik hikayesini anlatıyordu. Geceleri bir ofiste kalan genç, Siirt'ten gelen ve kendisi gibi kalacak yerleri olmayan iki gence "Gelin, üşümeyin, burada benimle kalın" demişti. Üçü ısınmak için tüp gazı yaktılar. Ama sızan gazı fark etmeyince zehirlenip, öldüler. Sabah işe gelenler, üç garibanın cesediyle karşılaştılar.
Haber dönüşü İbrahim Sadri, "Üç gün sonra duyalar, soğuk su ile yuğalar" dizelerinin geçtiği Yunus Emre'nin Ben Bir Garip Bencileyin şiirini okuyup, "İşte garibanlık böyle bir şeydir. Ölümünüzü üç gün sonra duyarlar" dedi. Ardından şair duyarlılığını haberciliğiyle birleştirip, metnin içindeki bir cümleden esas haberi çıkarıverdi. Dedi ki, "Bu arada evsizler için geceleri ofislerini, dükkanlarını açan Kağıthane esnafına da helal olsun..."
Umarım bu insanlık ve vicdan beyanı yüzde 7'lik KDV indirimini cebe indiren bazı esnafımıza da örnek olur.
Bizim Robert De Niro'muz
Show TV'nin yeni dizisi Baba'da Haluk Bilginer'i izleyince kafamda hep aynı soru dönüp durdu: "Bu adam Türkiye'de değil de ABD'de doğup büyümüş olsaydı ne olurdu?" Olacağı şu: İsmini bütün dünyaya ezberletmişti. Çoktan birkaç Oscar'ın sahibi olmuştu. Dünyanın en ünlü prodüksiyon şirketleri kapısının önünde yatar hale gelmişti.
Haluk Bilginer yeni dizide ilkeleri ve inançları ile ailesinin beklentileri arasında sıkışıp kalan, aynı zamanda ruhunu sarıp onu çaresiz bırakmaya başlayan Alzheimer hastalığıyla mücadele eden bir babayı tek kelime ile "muazzam" bir şekilde canlandırıyor. Bu "canlandırıyor" kelimesini öyle gelişigüzel seçmedim. Bilginer gerçekten de o karaktere "can" veriyor.
Onu keşfeden birkaç batılı yönetmen de olmadı değil. Pek çok Hollywood yapımında rol almayı başardı. Yani az da olsa fark edilebildi. Tartışmasız bizim de bir Robert De Niro'muz, Marlon Brando'muz, Anthony Hopkins'imiz var. Peki biz farkında mıyız?
Gaf kürsüsü
Galatasaray'ın resmi Twitter hesabında ilk yarı sonucu "Galatasaray: 0-Yukatel Denizlispor: 0" olarak duyuruldu. Oysa maç Kayserispor ile oynanıyordu.
Zap'tiye
Beni en çok endişelendiren ne biliyor musunuz? Artık haberleri izlerken hiçbirimizi kan tutmuyor!..
Ne demiş?
atv'deki Milyoner'den bir diyalog: Kenan İmirzalıoğlu: Nasılsınız? Yarışmacı Cansın: İyiyim, biraz heyecanlıyım. Belki de değilimdir, bilmiyorum. Çok dengesiz olduğum için ona bile karar veremiyorum şu an. Niye buraya geldim onu bile bilmiyorum." (İmirzalıoğlu'nun yüzündeki "çattık" ifadesi görülmeye değerdi)
Yorum Yazın