Atv dizisi ‘İkimizin Sırrı’nın senaristi Özen Yula, sosyal medyada kültürel değerlerimizin unutulduğundan yakındı: “Biz Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre’nin torunlarıyız. Kültürümüz barışı, empatiyi barındırır; insanlara hakaret etmeyi, onları linç etmeyi değil... Artık sosyal medya ölüye bile saygının olmadığı bir yer haline geldi”
Yazar-senarist Özen Yula, GÜNAYDIN'a çok özel açıklamalarda bulundu. Atv dizisi 'İkimizin Sırrı'nın da senaristi olan Yula, "Şu anda bence toplumda genel olarak empati eksikliği var, bu da çatışmayı yükseltiyor. Empati eksikliği yüzünden psikoloji dizileri bu kadar popüler hale geldi" dedi.
Öykü, oyun, senaryo yazarlığı kimliğinizin yanı sıra yönetmensiniz de. Bu üretkenliği neye borçlusunuz?
Çok çalışıyorum. Tabii bunun yanı sıra Türk edebiyatından çok besleniyorum. Edebiyatımızda o kadar değerli yazarlar var ki, onları okuduğunuzda bu topraklarımız, toplumumuz hakkında geniş bilgi sahibi olabiliyorsunuz. Özellikle Safiye Erol ve Refik Halit Karay'ın bende yeri çok ayrı. Edebiyat gibi derin bir kaynaktan besliyorum kendimi.
Türk sinemasının gidişatını nasıl görüyorsunuz?
Sinemamızda hikâye sayımız sınırlı kalıyor. Hayatın içinde bir sürü farklı hikâye olmasına rağmen beyazperdeye yansımıyor. Her yerin ve kesimin hikâyesi anlatılamıyor. Edebiyatımız bunu yapıyor ama sinemada bu durum edebiyattaki kadar yok. Aynı olaylar, aynı tonlar, aynı durağanlık...
Bunu aşmak gerekiyor.
Son romanınız 'Her Zerre Kara'da İstanbul'u insan hikâyeleri üzerinden anlattınız. Her kesimden insana da yer vermişsiniz romanda, bu kesimler arasındaki çatışmaları ele almışsınız. Biz bu çatışmayı günümüzde en çok sosyal medyada görüyoruz...
Yanlış okumalardan ve sosyal medyadaki bu kadar karanlık enerjiden canım sıkılıyor. Sosyal medyada sahte hesaplar üzerinden insanlara o kadar bel altı vuruyorlar ki anlamak mümkün değil. Galiba hem birbirimize hem de kendimize tahammülümüz azaldı. Halbuki biz Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli'nin torunlarıyız. Bizim kültürümüz barışı, empatiyi barındırır. İnsanlara hakaret etmeyi, onları linç etmeyi değil. Ne ara unutuldu bizim kültürel değerlerimiz? Artık ölüye bile saygının olmadığı bir ortam var. Toplumumuz ise her şeye rağmen birlikte yaşama bilincini taşıyor. Bu, çok önemli. Bizi birleştiren ortak değerler etrafında birbirinden çok farklı, hatta zıtlık taşıyan kesimler bile birleşiyor. Toplumsal olarak biz koşullar ne olursa olsun empati duygumuzu yitirmemeliyiz. Şu anda bence toplumda genel olarak empati eksikliği var. Bu da çatışmayı yükseltiyor. Empati eksikliği yüzünden psikoloji dizileri bu kadar popüler hale geldi. İnsanlar bu dizileri izleyerek empati duygusunu kendi içinde sağlıyor.
Tam da ihtiyacımız olan şey. 'İkimizin Sırrı'nın izlenmesinin temelinde de bu var. Zor koşullar altında hayat mücadelesi veren ve empati kurabilen insanların hikâyelerini anlatıyoruz.
Sanat dünyasında da çatışma yaşanıyor. Cumhurbaşkanlığı'ndan ödül alıyor diye linç edilen sanatçılarımız var. Şener Şen gibi...
İnsanları sadece bugünüyle değerlendirmek çok yanlış. Geçmişine de bakmak gerekiyor, yoksa o kişiyi sıfırlarsınız. Şener Şen bu ülkenin çok kıymetli bir sanatçısı. Şener Bey, Türkiye'nin en üst kurumundan ödül aldı. Böyle değerlendirmek gerekiyor. Dün, ödül aldı diye linç edenler, bugün, yaptığı bir eylemden dolayı onu göklere çıkarabiliyor. Çok hatalı ve dengesizce. Hakikatler üzerinden insanları, olayları değerlendirmeliyiz. Ayrıştıran değil, bizi birleştiren değerler üzerinden birbirimize yaklaşmalıyız. Toplumsal değerlerimizi kaybetmeden yaşamalıyız. Eğer bu değerleri kaybedersek etik açıdan çöküş yaşarız.
'İKİMİZİN SIRRI' UMUDUNU KAYBETMEYEN BİR KADININ HİKAYESİ
ATV'nin sevilen dizisi 'İkimizin Sırrı'nın senaristisiniz. Bize biraz diziden bahseder misiniz?
Kore uyarlaması olmasına rağmen dizinin tüm yapısını Türkiye'ye oturttuk. Öncelikle bir kadın hikâyesi anlatıyoruz... Çok iyi bir senaryo, reji ve sanat ekibimiz var. Yapımcımız Süreyya Yaşar Önal ve genel koordinatörümüz Cem Akyoldaş ile birlikte hikâyeyi şekillendiriyoruz. Tüm zorluklara rağmen yaşam mücadelesi veren ama asla umudunu kaybetmeyen bir kadının hikâyesi bu. Özellikle umut kavramının altını çizmeye çalıştım. Koşullar ne olursa olsun, olumsuzluğa yenilmemeliyiz. Kendi adıma hayata hep olumlu tarafından bakan biriyim. İzleyicilere de dizimiz üzerinden bunu vermeye çalışıyoruz.
YENİ NESİL HEMEN ZENGİN OLMAK İSTİYOR
'İkimizin Sırrı'nda kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadının hikâyesini anlatıyorsunuz ama özellikle yeni nesilde kısa yoldan zengin olanları rol model seçenlerin sayısı her geçen gün artıyor...
İyi örnekler rol model olarak sunulmalı. Yeni neslin bir kısmı kısa yoldan yükselmek ve zengin olmak istiyor. Dirsek çürütmeden başarının da gelmeyeceğinin bilincinde olanların sayısı çok az maalesef. Bugün işe başlayıp bir hafta sonra müdür olmayı bekliyor yeni nesil. Kısa yoldan para kazananları, köşeyi dönenleri görünce beklenti içine giriyorlar. İçinde yoksunluk taşıyanlar özellikle bu beklentiye giriyor. Rol modellerini doğru sunmak önemli.
TARİHİMİZE SAHİP ÇIKMALI DERSLER ÇIKARMALIYIZ
Mevlana'nın hikâyesini tiyatroya taşıyan da bir isimsiniz...
Ben bu toprağın insanıyım, çok güçlü bir bağım var ülkemle. Her yerin bir izi var hayatımda. Bu coğrafyanın kültürünü görerek, onunla yoğrularak büyüdüm. Bu sevgimi de bize ait olanın hikâyelerini anlatarak gösteriyorum. Yıllar önce Mevlana'nın hikâyesini anlatmıştım. Şems'in ölümünden sonraki dönemini tiyatroya taşıdım. Ağır ve zor oyun olmasına rağmen izleyicilerden büyük ilgi görmüştü. Umarım bu oyunu sinemaya da taşırım. Biz çok şanslıyız ki böyle zengin hikâyelere sahip bir tarihimiz var. Osmanlı dönemini anlatan hikâyeleri de oyunlaştırmıştım. Tarihimize sahip çıkmalı ve ondan dersler çıkarmalıyız. Hatalarımızı tekrarlamamamız için tarihimizi iyi bilmeli ve onu objektif bir bakış açısıyla değerlendirmeliyiz. Hoşgörü, tarihimizin her döneminde varmış, Selçuklu'da da, Osmanlı'da da. Tarihimizde belli gruplar arasında her dönem tartışmalar, çatışmalar yaşanmış ama bu toplumun geneline yansımamış. Çünkü hoşgörü iklimi toplumsal alanda varlığını hep sürdürmüş. İşte biz de bu hoşgörü kültürünü hikâyelerle yeni nesillere anlatmalıyız.
BİR GÜN YİNE BİR YAZARIMIZ NOBEL ÖDÜLÜ ALACAK
Edebiyatımız bu kadar zengin olmasına rağmen bugüne kadar sadece bir yazarımız Nobel Ödülü'nü alabildi. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?
Nobel Ödülü, verildiği dönem ve konjonktürde, hangi kültür ve yazar onlara yakın geliyorsa, ödül oraya yöneliyor. Nobel Ödülü'nü almış ama bizim hâlâ ismini bilmediğimiz çok isim var. Son yıllarda Herta Müller, Elfriede Jelinek gibi çok değerli isimlere verildiğini de görüyoruz. Eskiden Batı dünyası bize daha kapalıydı, küreselleşmenin etkisiyle bu durum değişti. Orhan (Pamuk) Bey'in Nobel'i alması da edebiyatımıza Batı dünyası açısından ivme kazandırdı. Diğer kıymetli yazarlarımızın da farkına varmaya başladılar. İnanıyorum, bir gün mutlaka yine Nobel'i kazanan bir yazarımız olacak.
Yorum Yazın