Abdulkadir Güllü

Abdulkadir Güllü

Mail: fsfddgd@hotmail.com

SAVAŞMADAN OLMAZ MI?

Savaşarak hak aramak en gayri medeni yoldur. Savaştan önce savaşmamak için bütün çarelere başvurulmalıdır. Hatta savaşmaktan son anda bile kaçınmanın ısrarla yolları aranmalıdır. Türk Dünyasının önemli liderlerinden Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938) bakınız bu konuda ne söylüyor: "Derhal şu veya bu sebepler için ulusu harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zorunlu ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: Milleti harbe götürünce vicdanımda azap duyamamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Ama ulus yaşamı tehlikeye düşmedikçe, harp bir cinayettir." Özellikle günümüzde savaşın tahribatı tamir edilemeyecek büyüklükte olmaktadır. Teknoloji çok gelişti, bununla birlikte savaş ve savunma silahları da akılları zorlayacak boyutlara geldi. Artık güçlü olmanın göstergesi sahip olduğunuz savaş gücüdür. Bu güç maalesef insanlığın masum tarafını değil vahşi tarafını öne çıkarmaktadır. Savaşta kullanılan silah ve diğer araçlar büyük vahşetlere, insanlık dramlarına ve çevre felaketlerine sebep olmaktadır.

Filozof Bertrand Russell (1872- 1970), “Savaş; yüreklilik değil, korkaklıktır. Savaş kimin haklı olduğuna değil, kimin güçsüz olduğuna karar verir.” diyerek savaşı bir irade zaafı olarak nitelemekte ve hak alma şekli olmaktan çıkarmaktadır. Düşünen, akleden insaf ve vicdan sahibi olan hiç kimse, başkalarının hayatını sonlandırmak ve dünyasını zindan etmek hakkına sahip değildir. Yaşama hakkı birilerinin iradesiyle sonlandırılamaz. Topyekûn bir milleti veya devleti yok ve tarumar etmek vahşettir.

Savaşı başlatmanın arka planında maalesef saldırganlık ve yayılmacılık itici güç olarak öne çıkmaktadır. Doğal olarak karşının hayatta kalabilmek için savunmaya geçmesi ile savaş muhatap bulmakta ve şiddetlenmektedir. Bu konuda da hayatı varoluş mücadeleleriyle geçmiş büyük komutan Atatürk, savaşın başlamasından sonraki aşaması için yine şu veciz ifadeyi gelecek nesillere miras bırakmıştır. "...Böyle bir sonucun ne kadar feci olabileceğini tahmin edersiniz. Yok oluş sadece savaş alanındaki orduya ait olamaz. Aslında, ordunun mensup olduğu millet feci sonuçlara uğrar. Tarih, birtakım boş hayallerle, başlarındaki hükümdarların, hırslı politikacıların oyuncağı durumuna düşen istilacı orduların, istilacı milletlerin uğradığı bu çeşit feci sonuçlarla doludur."

Tarafların güç dengesi yakınsa karşılıklı zayiat son derece yükselmekte, değilse tek taraflı tahribat bir temsili kıyamet sahnesine dönmektedir. Neticede insanlık, nebatat ve hayvanat hiç hak etmediği bir sonla buluşmaktadır. “Savaş yalnız sınırlarda olmaz. Savaş bir milletin topyekûn ateşe girmesidir.” diyor II. Abdülhamid (1842-1918). Yine büyük devlet adamı ve komutan Atatürk’e kulak verelim:   "Savaş, nihayet meydan savaşı sadece karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan savaşı milletlerin bütün varlıklarıyla, bilim ve teknik alanındaki seviyeleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle kısacası bütün maddi ve manevi güç ve nitelikleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir sınav alanıdır."

Savaşta en zor olan davranış öfke kontrolüdür. Zaten savaş bir öfkenin eseridir. Hayvan, çocuk, kadın ve yaşlı insanlar İslam’a göre savaşta zarar verilmemesi gereken sınıflardır. Tarihe bakıldığında ve hatta geçen birkaç yılda Türkiye’nin yapmak zorunda kaldığı operasyonlarda en çok bu sayılan sınıfların zarar görmemesine dikkat edilmiştir. Bu hususlar, biz Türklerin özellikle İslam sonrası daha da özen gösterdiği hususlar olmuştur. Amerikan Generali George C. Marshall (1880-1959) savaşla ilgili açık yürekli, ama acımasız bir ifadesinde: “Tanrı düşmanlarıma acısın ve merhamet göstersin; çünkü ben göstermeyeceğim.” diye duygularını itiraf etmektedir. Savaşların yıkıcılığının ve vahşetinin tasviri sözlükleri bile zorlamakta ve çoğu zaman sözcükler yetersiz kalmaktadır.

Savaş gerçekten fecaattir ve insanlığın baş belasıdır. Uzaktan seyredene bu sözler afaki gelebilir. Ancak hepimiz biliyoruz ki, insanlığın ortak özelliklerinden biri de diğergamlıktır. İlla her bela, musibet kendi başımıza gelince olayı anlamaya ve gereğini yapmaya kalkarsak, barışla geçecek gün değil saat bile bulamayız. Bir yerde olan bitenden, uzak yerdekiler ders alacak ki, aynı ve benzer şeyler onun da başına gelmesin. Birinin başına gelene ayrım yapmadan yardıma koşulacak ki, bu felaketler tekrar etmesin. Ünlü filozof Platon (Eflatun) (MÖ 428-347) savaşın kötülüğünü ifade için insanlığa şu kısa ve veciz ifadeyle yüzyıllar öncesinden sesleniyor: “Savaşın sonunu sadece ölüler görür.” Hâlbuki doğru, güzel ve insani olan ölmek ve öldürmek değil yaşamak ve yaşatmaktır.

-Savaşmadan olmaz mı?

-Neden olmasın!

İçeriden ve dışarıdan toplumlara ve yöneticilere yapılan baskılar, tahrikler, teşvikler ve vaatler zaaf sahibi insanları ve liderleri harekete geçirmektedir. Sonrasında başlayan savaş, tahminleri zorlayan tahribatla bu sefer şaşkınlığa yol açmakta, sonra da olayların planlandığı gibi gitmediği ve kontrolden çıktığı görülmektedir. Roma imparatorlarından Marcus Aurelius (121-180): “Öfkenin sonuçları nedenlerinden çok daha üzücüdür.” diyerek önemli bir tespitte bulunmuştur. Hele hele günümüzde olan ve olacak savaşlar, sonu öngörülemeyecek bir yıkım ve felakettir. Son teknolojik nükleer silahların kullanılması insanlığı yok edecek derecededir. Eski savaşlar tarif edilirken sonuçlar bu kadar vahim ve yıkıcı anlatılmıyordu. Lidya'nın son kralı “Croesus” (MÖ 560-546 Krallık dönemi) barış ve savaş için şu ifadeyi kullanmıştır. “Barışta oğullar babalarını, savaşta babalar oğullarını gömer.” Şimdi savaşlar bu yaklaşımı çok geride bıraktı. Özellikle gözü dönmüş, intikamcı ve saldırgan lider ve savaşçılar, daha toptancı ve daha ahlaktan uzak davranmaktadır. Toplu insanlık cinayeti bir çılgınlıktır ve belki de büyük kıyamet öncesi insan eliyle gelen bir ön kıyamettir. Bunu öngörmemek ne liderlik ne önderlik ne rehberliktir. İnsan, insanlık fıtratından uzaklaştıkça vahşete yaklaşır ve azgınlıkta sınır tanımayan bir vahşiye dönüşür.

-Çözüm nedir? Var mıdır?

-Elbette vardır!

Son yüzyılın en önemli bilim insanlarından Albert Einstein (1904-1973), “İnsan savaş gibi inanmadığı bir şey için acı çekeceğine, barış gibi inandığı bir dava uğruna ölse daha iyi değil mi.” diyor. Daha evrensel bir yaklaşımla, günümüz teknolojisinin geldiği aşamayı da dikkate alarak bakacak olursak; Auinus Aurelius Simachus’a izafe edilen şu söz daha bir anlamlı geliyor insana: “Niçin hep birlikte barış ve uyum içinde yaşamayalım? Hepimiz aynı yıldızlara bakıyoruz, aynı gezegenin üzerindeki yol arkadaşlarıyız ve aynı gökyüzünün altında yaşıyoruz.” Bu bilişim ve iletişim ortamında, ilişkiler insan merkezli düşünülerek yeniden gözden geçirilebilir. Aklıselimin ışığında, cezbedici birçok güzel fikir oluşturulabilir. Mesele dünyada huzur sağlamak ve öyle yaşamak üzerine inşa edilirse birçok problem ortak akılla çözülebilir. Acı vererek kazanılan zaferler bir diğerinin mutluluğu olamaz. Tarihçi Gaius Cornelius Tacitus (56-120): “Kötü bir barış, savaştan daha iyidir.” derken; İstanbul’un fatihi, Fatih Sultan Mehmed (1432-1481) de: “Savaş herkesle yapılır, barış ancak onurlu insanla yapılır.”  diyerek övgüsünü ve tercihini barışa kullanmıştır. Barışa uzak duran ya da duracak olan devletler savaştan daha yumuşak, ama tecrit tedbirleriyle bir yola sokulabilir. Aklıma gelen bazı öneriler:

  1. Birleşmiş Milletler yeniden yapılandırılmalı ve özel yetkili devlet gibi istisnaları kaldırmalıdır.
  2. Birleşmiş Milletler dünyadaki bütün devletlerin varlığını, diğer devletlerin tehdit ve saldırısına karşı güvenceye alan ve kararlarına uyulması gereken bir statüye sahip olmalıdır.
  3. Var olan her türlü savunma ve saldırı amaçlı yapılanmalar kaldırılmalı bunun yerine ekonomik amaçlı yapılanmalar oluşturulmalıdır ve teşvik edilmelidir.
  4. Birleşmiş Milletlerin yaptırım gücü olmalı, saldırgan devletler bu güç tarafından frenlemelidir. Onun kararlarına uymamak hangi devlet olursa olsun büyük ekonomik bedellerle cezalandırılmalıdır.
  5. Dünyadaki devletler tarafından kısmen ya da tamamen devlet olarak tanınmış ve tanımlanmış yapıların hem kendi içinde hem de çevresiyle barış ortamında yaşaması sağlanmalıdır.
  6. Teknolojinin insanlığı yok etmesine yönelik silah yapımı kesinlikle yasaklanmalı, var olanların yok edilmesi sağlanmalı ve hiçbir devlet lehine bu silahın varlığını muhafazaya müsaade edilmemelidir.
  7. İnsan hakları beyannamesine uyulup uyulmaması keyfiyete bırakılmamalı, buna uymak özgür dünyanın en önemli kazanımı ve işareti olarak yine Birleşmiş Milletler yapısı marifetiyle saygınlık ve ekonomik yönden ödül ve ceza sistemine bağlanmalıdır.
  8. Coğrafya, din, ırk, cinsiyet, mensubiyet gibi hiçbir ayrım yapılmadan insanların var olma, hür olma, eşit olma, vücut bütünlüğünün korunması gibi hakları evrensel değer olarak kuvvetli bir şekilde güvence altına alınmalıdır.
  9. İnsan dünyanın neresinde olursa olsun, temel insani haklara hem sahip olmalı hem de başkalarına saygılı olmalıdır. Bu düşünce ve anlayış bir dünya standardı olarak kabul görmelidir.

Dünyayı bu noktaya taşımaya muktedir olacak güç Birleşmiş Milletlerin bu felsefe ile yeniden ve daha adil bir yapıya dönüşmesiyle mümkün olabilir. Böylece yenidünya hem daha insani değerlerle donanacak hem daha aydınlık olacak hem de daha yaşanılır hale gelecektir.

Bütün ilahi dinlerde insanlığın atası Âdem ile Havva’dır. Ayrı milletler gerçeği de ilahi bir hükümdür. Dünyada barış içinde, hür irademizle, kendi seçimimizle, başkasına zarar vermeden yaşamak savaş olmadan da mümkündür. Fert fert veya toplu halde insanlığın düşmanı olanlar zalimlerdir. Hep birlikte onların zulmüne karşı insani bir duruşta birleşmek ve buluşmak mümkündür ve insan fıtratına yakışan da budur. Bir başka evrensel bakışla, şair-yazar François Fénelon (1651-1715): “Tüm savaşlar iç savaştır, çünkü tüm insanlar kardeştir.” diyerek barışa destek vermektedir. Ömrü cephelerde geçen Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözüyle meramımı umarım ifade etmeyi başarmış olurum: "Gerçekte barış bizim için ne kadar faydalı ise, muhataplarımız için de o kadar faydalı ve lazımdır. Çünkü bundan sonra ülkemizin imar ve gelişmesi için çalışmak istiyoruz. Onların da bu gerçeği idrak etmemelerine olanak yoktur…"

Şu tespiti de yapmamız gerekir ki; bilgi, iletişim ve ulaşımın zirve yaptığı son yıllarda dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen ciddi bir huzursuzluk ve savaş, artık tüm insanlığı tedirgin etmekte ve ekonomik olarak da son derece olumsuz etkilemektedir. Bütün bunlar  açık seçik olarak, insanların birbirine muhtaçlığının ve olaylara bigâne kalınması durumunda göreceği zararların ikazı ve mesajıdır.

Yüce Rabbimiz bizden salih amel işleyen insanlar olmamızı istiyor. Bu da ahlaklı, erdemli, hak ve hukuk tanıyan, yaratılış gayesini idrak etmiş, işi ehline veren, hak etmediği şeyi istemeyen onurlu insanlar olmamızla sağlanacaktır. Barışın şifresi sevgi, parolası samimiyettir… 

 

Prof. Dr. Abdulkadir GÜLLÜ

İDD Genel Başkanı

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar