Geçenlerde, iletişim dünyasının duayeni Ali Saydam'la A Haber'de bir yayına katıldık. Konu, yenilenen ekonomik programdan açılınca Saydam, isabetli bir şekilde dedi ki...
"Program, önce Ankara'da (yani AK Parti kadroları ve bürokraside), sonra iş dünyası ve sivil toplumda, nihayet toplumun değişik katmanlarında kademe kademe içselleştirilmeli."
Evet, çok doğru.
Nitekim... Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin Dolmabahçe'de hafta sonu gerçekleştirdiği zirve bu yönde atılan önemli bir adımdı.
Katılımın çeşitliliği ve yoğunluğu nedeniyle olsa gerek, o toplantıda yeni programı sahiplenmesi arzu edilen tarafların, daha çok sorunlarını ve riskleri anlattığı, imkân ve fırsatları ise teğet geçtikleri anlaşılıyor. Bu hususu not ettikten sonra, en çok konuşulan meselenin "kur oynaklığı" olduğunun altını çizelim. Esasen, o masanın etrafındaki isimlerin yüzer milyon dolar bozdurmaları halinde, sığ piyasada kur oynaklığının hiç değilse bu aşamada kontrol altına alınabileceğinin ifade edilmiş olmasını da hafızamızda tutalım. Zira Merkez Bankası son dönemde kurdaki sağlıksız fiyat oluşumuna kayıtsız kalmamak adına, ölçülü müdahalelerde bulunuyor. İddia edildiği gibi kurda belli bir seviyenin aşılmasına karşı katı duruş sergilemiyor. Satıcılı olmayan piyasada, dönemsel ödemeleri için döviz talep edenlerin varlığı, yukarı yönlü hareketi tetikliyor. Bu reel talebe, spekülatif emirler de eklenince kur hareketliliği artıyor. "Kurlar nerede duracak?" sorusuna zemin hazırlanıyor. Böylece, sade vatandaştan profesyonel yatırımcıya kadar geniş bir yelpazede bulaşıcı karamsarlık yayılıyor. Mevcut fiyat seviyesini tatmin edici bularak satım yönünde döviz piyasasına girecek olanlar olumsuz etkileniyor ve beklemeye geçiyor!
***
Şu an, kritik bir nokta da "enflasyonun eğilimiyle ilgili..." Bilindiği gibi Meclis'te, piyasa bozucu davranışlarla özellikle de "stokçulukla" bağlantılı bir yasa teklifi üzerinde çalışıyor. Gel gör ki stokçuluğun yanı sıra daha karmaşık bir zincirin halkaları fark ediliyor. Hali hazırda toptan ve perakende piyasada, "mal vermeme, sınırlı miktarda mal verme, fiyatlama yapmama, fiyatı kura endeksleme, vadeyi ortadan kaldırma" gibi davranışlar hatta dayatmalar giderek artıyor. Birbirine bakarak şekillenen bu ortamda enflasyonist baskıyı kırmak üzere, bilhassa tıkanıklık yaşanan veya suni biçimde daralmaya giden sektörlere odaklanmakta fayda var. Bu probleme elbette devletin düzenleyici ve denetleyici rolüyle de yaklaşılması mümkün. Ama öncelikle işin yapısal tarafına eğilmek, samimi aktörleri ve çözüm önerilerini dinlemek de gerekiyor.
Burada hassasiyetle ele alınması gereken bir diğer husus da "finansal ve ticari" yani "ikili sıkıştırma kurgusuna" geçit verilmemesi olmalıdır. Neden? Çünkü bugünlerde bankacılık sektörünün de "ticari kredi fiyatlaması yapmayı ertelediğine!" dair duyumlar geliyor. Sorunca, "Kredilerin, döviz talebine dönüşmesi ihtimali görünüyor" açıklaması yapılıyor. İlk bakışta mantıklı görünse de işin özünde finans sektörünün önemli bir bölümünün halâ faiz artırımı beklentisinde olduğu ve 2022 yılının ilk çeyreğine kadar zamana oynayacağı söyleniyor!
Özetle...
Cari fazlaya, bu amaçla rekabetçi üretime, teşvik edilen yatırımlara, ihracata, doğal olarak istihdama ve büyümeye odaklı ekonomik programın meyvelerinin alınabilmesi kısa vadenin yönetiminden geçiyor. Makas değişikliği sonrası görünür gelecekte kazananın Türkiye olacağı zaten kabul ediliyor.
Yorum Yazın