Gazetede haberi okuyunca hemen Ahmet Hakan'ı aradım.. İstanbul'un tarihi oteli Pera Palas, geçmiş yüzyılda orada kalan iki ünlü müşterisi Agatha Christie ve Alfred Hitchcock'un özel kahvaltı adisyonlarını arşivden bulmuş, polisiye sinema ve edebiyatının bu çok ünlü iki isminin kahvaltılarını servise koymuş..
"Tamam" dedim, "Oldu bu iş!."
Olan ne?.
Efendim bu Ahmet Hakan denen dostumun bana bir yemek borcu var.. Aylardır atlatır durur.. Yahu borç morç laf.. Maksat bir arada keyifli yemek yemek.. Ama hazrette mazeret hazır. Sadece köşe yazmıyor artık, koskoca Hürriyet'i de yönetiyor. İş.. İş.. İş..
Baktım olacak gibi değil, aradım tekrar.. "Hesaplar benden, artık kaçmak yok.. Öğle mi tercih edersin, akşam mı?."
Akşam tercih edermiş..
Amma velakin bu esrarengiz kahvaltıları akşam edecek halimiz yok ya.. Onun için aradım işte..
"Bak kaçmak maçmak yok.. Bu pazar tarihi bir kahvaltı yapacağız" dedim.. Anlattım.. Aklı yattı nasılsa..
O pazar Pera Palas'ın terasında buluştuk..
"Buraya karın doyurmaya değil, keşif yapmaya geldik" dedim.. "Ayrı ayrı sipariş vermeyelim. Ortaya bir Agatha, bir Alfred söyleyelim, ikisini de tadalım.." Ondaki kafa da "gazeteci" olunca, anlaştık hemen..
Az sonra servisler geldi, ortaya kondu.. Tadım başladı..
Neye dokunduysam enfes.. Ahmet Hakan'a baktım.. O da ayni iştahla atıştırıyor.. Bir saat falan sürdü keyifli kahvaltımız.
Masayı temizledik.. Sordum..
"Sence hangisi daha iyiydi?. Yani haftaya gelsen, hangisini ısmarlarsın?." Düşünmeden "Hitchcock" dedi. Aynen katıldım..
"Alfred daha bir seçme.. Daha bir leziz.. Agatha, nerdeyse serpme kahvaltı istemiş, 'Ne varsa getir' demiş" fikrinde birleştik..
Uzman dilinde bu, "Alfred gurme, Agatha gurman" anlamına geliyor..
Hemen söyleyeyim, her iki kahvaltı da 135 lira..
Bir de New York kahvaltısı var, menüde, 85 lira.. Izgara bacon'ı çok severim. Hemen ona baktım. Hayır, bacon falan yok. Ne var?. İkisinden de nefret ederim, mantar ve brokoli..
Tam yeğen Ömerlik.. Aileyi toplasın gelsin.. O Boston'da okudu ama, zarar yok.. Hele brokoli tam onlara göre..
*
Meraklısına..
Alfred Hitchcock menüsü
Sahanda yumurta, füme kaburga, fırın patates, domates, taze portakal suyu, çay ya da kahve..
Agatha Christie menüsü
Sahanda yumurta, dana sosis, tereyağı, bal, kaymak, müsli, scone, kruvasan meyveli yoğurt, taze portakal suyu, çay ya da kahve..
***
SUNAY AKIN... PERA PALAS'TA BİR HAFTA
Sunay Akın, o emsalsiz yaşanmış öykülerini içeren bir kitap daha yayınladı. "Şiirli Yastık." Tam da başucumda duruyor ve öyküleri, bir defada bir tane olmak üzere, nasıl tadına vara vara okuyorum..
İlk öykü "Pera Palas'ta bir hafta" çıkmaz mı?. Tam da benim "Pera Palas'ta bir pazar" yazıma nasıl denk düştü.. Sunay'ın Atam'ın bu Pera Palas'ta kalışının gizli sebebini anlatan yazısını nasıl merakla, keyifle ve gururla okudum.. Siz de okuyun istedim.. Sunay'ın kitabında 33 öykü var. 178 sayfa.. İş Bankası Yayınları'ndan çıkmış.. Fiyatı da ucuz.. 16 lira.. Her evde olmalı..
Pardon.. Adı neden "Şiirli Yastık" derseniz.. Sivas Kongresi için geldiği Sivas'ta Mustafa Kemal'e Sivas Sultanisi'nde bir yatak odası hazırlanır.
Yatağın üzerinde çiçek motifli ve üzerinde dizeler yazan bir yastık vardır. Yastığı Sultani'de okuyan bir genç kız işlemiştir.
Dize şöyledir..
"Cihanın makamıyla gururlanıp incitme insanı
Zamanın Süleyman'ı olsan bırakırsın sarayı."
Mustafa Kemal dizeyi okurken, odayı hazırlatan Mazhar Müfit "Asla sizi kastetmiyor, paşam" derken, Mustafa Kemal sözünü keser ve "Bu uyarı hepimiz için prensip olmalı" der..
İşte kitaba ad olan Şiirli Yastık, o yastık..
*
Haydarpaşa Garı'nın saati 12.45'i gösterdiğinde, Adana'dan gelen tren peronlardan birinde durur ve son kara dumanını da bacasından gökyüzüne doğru savurur.
Bir ressamın fırçasından çıkmışçasına kıvrılan duman, garın önündeki mendireğe dizili karabatakların bakışları üstünden, İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi girişinde gökyüzüne doğru yükselir.
Garın önündeki mendirek, İstanbul'un en eski yerleşimi olan Kalkedonya'yı çevreleyen duvarın taşlarından yapılmıştır.
İstanbul-Bağdat tren yolunun başlangıcı olan Haydarpaşa Gar binasının inşa edildiği günlerde, önündeki küçük iskeleye yanaşacak vapurları dalgalardan korumak amacıyla denize bir mendirek konulmasına karar verilir.
Böylelikle döşenecek rayların güzergâhında bulunan tarihi surun taşları denize taşınır.
O gün, Adana treninin bacasından çıkan son dumanın içinde kaybolacağı bir mavilik yoktur İstanbul'un üstünde.
Gücü tükenen treni, Boğaz'a girmekte olan gemi konvoyunun bacalarından çıkan kara, kapkara bir duman ordusu beklemektedir. Tarih 1918 yılının 13 Kasım günüdür ve işgal güçlerinin savaş gemileri ağır ağır İstanbul Boğazı'na girmektedir.
Doktor Rasim Ferit, Gar Lokantası'ndaki sandalyesinden kalkmış, peronda kendisine doğru gelen, yolculuğun tüm yorgunluğunu üstünde taşıyan bu insanların arasından beklediği arkadaşını aramaktadır sabırsız bakışlarıyla...
Komuta ettiği Yıldırım Orduları Grubu'nun lağvedilmesi üzerine İstanbul'a gelen Mustafa Kemal, kendisini peronda karşılayan bir müfreze askeri selamladıktan sonra karşısında Doktor Rasim Ferit'i görünce gülümser ve sevgiyle kucaklar.
Haydarpaşa Garı'nın kapısından çıktığında, İstanbul'u koruyan en eski duvarın taşlarından yapılan mendireğin arkasında, her biri özgürlük kumaşını paramparça eden birer makas gibi ilerleyen savaş gemileriyle karşılaşır. Bu Mustafa Kemal'in hayatındaki en karanlık, canının en çok yandığı anlardan biridir.
Çok değil, üç yıl önce, karşısındaki savaş gemileri Çanakkale Boğazı'nı geçip İstanbul'u işgal etmesin, bu korkunç görüntü yaşanmasın diye askerlerine söylediği, "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum" sözüyle binlerce insan hiç tereddüt etmeden hayatını vermiş, omuz omuza direndiği arkadaşlarının ölümüne tanıklık etmişti. Tarihin bu büyük askeri başarısı, koca bir zafer, sarayın ve hükümetin beceriksizliğiyle gözlerinin önünde yenilgiye dönüşüyordu.
İşgal gemilerinin Boğaz'a girişi sırasında İstanbul'un iki yakası arasında ulaşım durdurulmuştur. Mustafa Kemal, bindiği istimbotta yıllar geçse de unutulmayacak bir söz söyler, Adana'dan birlikte geldiği yaveri Cevat Abbas Bey'e.
"Geldikleri gibi giderler" değildir altını çizmek istediğimiz. Bu söz elbette ki çok değerlidir ve tarihte hak ettiği yeri almıştır. Ama ondan önce, Haydarpaşa Garı'nda kendini karşılayan Doktor Rasim Ferit'e dönerek söyledikleri de, en az kararlılığını belirten bu sözleri kadar önemli ve gereksiz tartışmaları aydınlatacak güçtedir.
Mustafa Kemal, doktor arkadaşına şunları söyler:
"Hata ettim. İstanbul'a gelmemeliydim, ne yapıp edip Anadolu'ya dönmenin çaresine bakmalı." Mustafa Kemal'in bu sözlerinin son vereceği gereksiz tartışma, Kurtuluş Savaşı için Anadolu'ya dönemin padişahı Vahdettin tarafından gönderildiği iddialarıdır.
İşgal gemilerinin Boğaz'a girdiği gün, Mustafa Kemal de İstanbul'a gelir...
Ve daha o gün, İstanbul'a adımını attığı ilk gün, saray ve hükümetin acizliği karşısında kurtuluş umudunun Anadolu'da olduğunu görür. Doktor Rasim Ferit'e söylediği bu sözün önemi ne yazık ki, zaman içinde "Geldikleri gibi giderler" sözünün altında kalarak unutulmuştur.
Oysa, daha o gün İstanbul'a geldiği için pişmandır ve bağımsızlık direnişini başlatmak üzere en kısa zamanda Anadolu'ya geçmek için kararlıdır. Hem de "ne yapıp edip"!..
Mustafa Kemal bu sözleri söyledikten sonra o gün nereye gitti?
Kartal istimbotundan Karaköy'de inen Mustafa Kemal, Pera Palas Oteli'ne giderek, resepsiyonda kendisine bir oda verilmesini ister.
Pera Palas, o yıllarda İstanbul'un en pahalı otelidir. Cebindeki para da zaten otelde bir hafta kalmasına yetecektir.
Odasının bedelini karşılayacak maddi gücü tükenince, Halep'te tanıştığı Selma ve Salih Fansa çiftinin Beyoğlu Hava Sokağı'ndaki evine gidecektir.
O halde, yanıtını aramamız gereken soru şudur:
Bunu neden ilk gün yapmadı da gidip en pahalı otel olan Pera Palas'a yerleşti? Üstelik, İstanbul'da çok daha düşük ücret ödeyerek kalacağı oteller varken!..
Sorunun yanıtı, o gün Pera Palas Oteli'nin lobisinde bizi beklemektedir.
İşgal ülkelerinin generalleri de aynı gün otele yerleşmekte, binayı karargâha çevirmektedir. Bunu bilen Mustafa Kemal, özellikle Pera Palas'a gider ve oturma salonundaki mağrur işgal generallerinin görebileceği bir koltuğa oturur.
Hepsi de, karşılarına dikilen Türk subayını çok iyi tanımaktadır.
Çanakkale'yi geçilmez kılan Anafartalar Kahramanını unutmaları olası değildir.
Rüyalarına giren bu cesur yürek, "Siz geldiyseniz, ben de burdayım" dercesine tam karşılarında durmakta, korkusuz ve kararlı bakışlarıyla psikolojik savaş uygulamaktadır.
Mustafa Kemal'in Pera Palas Oteli'nde kaldığı bir hafta, Kurtuluş Savaşı'nın da ilk cephesidir. Kurtuluş Savaşı'nın ilk zaferi, Pera Palas'ta verdiği psikolojik savaşla kazanılmıştır.
Çanakkale'de yendiği İngiliz General William Birdwood da, işgal güçleri komutanı olarak Pera Palas'tadır. Bir gün Dr. Rasim Ferit ile otururken, İngiliz general yanlarına gelir ve Mustafa Kemal'e Çanakkale'de kendilerini nasıl yendiğini sorar.
Mustafa Kemal, "Sizin de, bizim de gazetelerimiz var, tarih yazar" karşılığını verse de, Birdwood Çanakkale'de uyguladığı askeri stratejiyi öğrenmekte ısrar eder. Bunun üzerine Mustafa Kemal, doktor arkadaşından kâğıt ve kalem ister. Bir doktorun yanında taşıdığı kâğıt elbette reçetedir.
Rasim Ferit çantasından çıkardığı bir reçete kâğıdını uzatır.
Mustafa Kemal, İngilizleri nasıl yendiğini reçeteye krokiler çizerek anlatır. Çok etkilenen William Birdwood, kalem ve reçeteyi hatıra olarak saklamak için kendisine vermesini rica eder. Mustafa Kemal bu isteği kabul eder...
..Ve Sunay Akın da, hiçbir belgesi olmayan, o an Mustafa Kemal'in söylediği şu sözleri duymuş gibi yapar: "Buyrun beyefendi, sizde kalabilir, alabilirsiniz.
Sizler için mağlubiyetinizin ikincisini hazırlıyorum. Onun krokisini de birkaç yıl sonra gönderirim." Mustafa Kemal Atatürk hakkında bilgisizce, onu karalamak için konuşan, hakaretler eden emperyalizmin kuklalarına sakın ola ki "Atatürk düşmanı" demeyin!
İngiliz general William Birdwood, Mustafa Kemal Atatürk öldüğünde cenazesine katılmak için Türkiye'ye gelmiş, Ankara'ya kadar gitmiştir. Üstelik bunu yaparken üniformasını giymiş ve gözyaşları içinde selam durmuştur.
Neden mi, onlara "Atatürk düşmanı" demeyeceğiz?
Çünkü onlar Atatürk'ün düşmanı bile olamazlar!
***
PAZAR NEŞESİ
Pazar Neşemiz bu hafta, gene bize kalan Eyüp Karadayı dosyasından..
Antalya'daki tatil köyünde bir Amerikalı ile Fransız işadamı sohbet ediyorlardı. Fransız anlattı..
"Böyle bir tatil aklımdan bile geçmezdi. Bir yangın başladı, fabrikamı kül etti. Sigorta paramı tam ödeyince, 'Oğlum, bunca yıl eşşek gibi çalıştın da ne oldu?.. Şimdi artık tatil zamanı!..' dedim ve bu tatile çıktım!.."
"Tesadüfe bak!.." dedi Amerikalı.. "Benim de çok iyi iş yapan restoranım vardı. Bir kasırga çıktı, taş üstünde taş bırakmadı!.. Sigorta paramı ödeyince ben de bu tatile karar verdim!.."
Fransız işadamı biraz düşündü ve sordu..
"Yahu anlatsana, şu kasırgayı nasıl başlattın?.."
***
LATİN SÖZLERİ
"Numquam periclum sine periclo vincitur!."
"Tehlikeyi, tehlikeye girmedikçe yenemezsin!" Publilius
Yorum Yazın