Anneler Günü'nden başlayarak, her güzel, her anlamlı güne saldıran sözde solcular, "Bunlar Amerikan icadı satış, ticaret günleri" derler. Klişeci ya bunlar.
Oysa, diyelim öyle.. Bugün Sevgililer Günü.. Bugünün özel hediyeleri yüzünden, kaç milyon, hatta milyar ailenin karnı doyacak bir düşünün..
Tezgâhtarından başlayın.. Üretimden nakliyesine kaç milyon o satışlardan pay alıyor..
Bugünü Holly sayesinde ülkemize getiren ve 1981 Şubat"ından beri geleneksel yapan kişi olarak, bunu gururla söylüyorum.
Ki öyle değil.. Sevgililer Günü'nün geleneksel iki hediyesi var.
1- Hayat boyu saklanacak bir kart..
2- Sevginin simgesi, beynin mutluluk hormonu, yani aşk hormonu feniletilamine sahip, yiyene ayni hormonu veren çikolata..
Ya da kırmızı gül.. Pahalıysa karanfil.
Yani çok çok ucuz, hepsi..
Yaso'yla beraber eski Sevgililer Günü yazılarımdan seçmeler yaptık bugün sizlere..
O zaman, madem sevginin, aşkın sembolü çiçek.. Gül.. Kırmızı gül.. Buyurun o zaman, hepinize benden ve Yaso'dan bir demet kırmızı gül..
*
Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı.
Zaten onlarla adaştı da.. Rose... Gül yani adı.. Kocasının sevgili Rose'u.. Her yıl Sevgililer Günü'nü kapının önünde bulduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan. Hatta kocasını kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına bırakılmıştı. Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte..
Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı..
"Seni geçen sene bugünkünden daha çok seviyorum." Birden, bunların son gülleri olduğunu düşündü.. Önceden ısmarlamış olmalıydı..
Öleceğini nasıl bilebilirdi?. Zaten her şeyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi..
Yumurta kapıya gelmeden..
Gülleri özenle içeri taşıdı.. Vazoya yerleştirdi..
Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda oturup saatlerce gülleri ve fotoğrafı seyretti.
Sessizce..
Bitmek bilmeyen bir yıl geçti..
Yapayalnız ve hüzün dolu bir yıl.. Sonra bir sabah kapı çalındı..
Tıpkı eski günlerde olduğu gibi.. Kırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi.. Sevgililer Günü'nü kutluyordu.
Gülleri içeri aldı. Şaşkınlık içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkânını aradı..
Onu bu kadar üzmeye kimin ne hakkı vardı?
"Biliyorum" dedi çiçekçi..
"Eşinizi geçen yıl kaybettiniz.. Telefon edeceğinizi de biliyordum.. Bugün size yolladığım gülleri çok önceden ısmarlamış, parasını da ödemişti.. Hep öyle yapardı, zaten.. Hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var. Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart bıraktı kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum.. Ölümünden bir yıl sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart.."
Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapadı. Parmakları titreyerek zarfı açtı..
"Merhaba sevgilim," diye başlıyordu, kart.. "Bir yıldır ayrıyız. Umarım senin için zor olmamıştır. Yalnızlığını ve acılarını hissedebiliyorum.
Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim kim bilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor.
Seni kelimelerle anlatılamayacak kadar çok sevdim. Harika bir eştin, dostum, sevgilim, benim. Sadece bir yıldır ayrıyız. Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum.
Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak. Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim..
Her zaman da seveceğim. Ama yaşamalısın.
Devam etmelisin.
Lütfen..
Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış.
Kolay değil, biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim. Güller, senin kapıyı açmadığın güne kadar gelmeye devam edecek.
O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapımızı çalacak, eve dönüp dönmediğini kontrol edecek.
Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip seninle yeniden ve ebediyen kavuştuğumuz yere bırakacak..."
***
..VE İŞTE SEVGİLERİN EN GERÇEĞİ!..
Gerçek sevginin kitabını tesadüfen buldum.. Sevgi genelde öyle bulunur zaten.. Tesadüfen..
Benim çocukluk heyecanım, Kambur Şövalye de Legarder'i izlemeye gittiğim gün Beyoğlu'ndaki bir bodrum sinemasının dehlizinde ufak tefek bir Japon, bir portakal sandığını ters çevirip yaptığı tezgâhında, tuvalet parasına, 100 bin liraya (Bugünün 1 lirası) satıyordu bu "Sevgi" kitapçığını..
Japon yazar Masumi Toyotome yazmıştı.
Üçe ayırmıştı yazar, sevgileri..
Eğer türü sevgi.. Seni severim, "Eğer" bana Ferrari alırsan..
Çünkü türü sevgi.. Seni seviyorum.. "Çünkü" Ferrarin var.." Çünkü türü sevginin daha iyi olduğunu anlatmıştı yazar..
"Eğer türü gibi şarta bağlı değildir. Sahip olduğu şeyler yüzünden insanın sevilmesidir o. Güzel diye.. Yakışıklı diye.. Sanatçı, zengin diye.. Ünlü diye sevilmek insanın hatta hoşuna gider.." demişti..
Ama onu da elinin tersi ile bir kenara itmişti. Çünkü bu tür sevgi, büyük bir stres yaşatırdı.. "Ben bunlara sahibim diye seviliyorum. Kaybettiğim gün beni sevenler de kaybolur etrafımdan" korkusu getirirdi.
Eninde sonunda da, eğer türü sevgi ile aynı kapıya çıkardı, çünkü türü de.. Sevilen siz değildiniz.. Sahip olduğunuz ve kaybedebileceğiniz şeylerdi.
Peki neydi, gerçek sevgi?.. Asıl sevgi.. Kutsal sevgi.. En güzel sevgi..
*
"Üçüncü tür sevgi benim 'Rağmen' diye adlandırdığım türdür" diyor yazar.
Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için "Eğer" türü sevgiden farklı bu..
Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için "Çünkü" türü sevgi de değil.
Bu üçüncü tür sevgide, insan "Bir şey olduğu için" değil, "Bir şey olmasına rağmen" sevilir.
Güzelliğe bakar mısınız?..
Rağmen sevgi..
Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya Çingene olmasına "rağmen" tapar!..
"Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir." Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor.
Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor.
Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor.
Japon yazar, "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor. "Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir." Bunun böyle olduğundan nasıl emin?..
Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor.. "Şu soruma cevap verin" diyor.
"Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?.. Kendi kendinize 'Yaşamamın ne yararı var' diye sormaz mıydınız?.." Devam ediyor Toyotome..
"Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün.. Dünya birdenbire başınızın üstüne çökmez miydi?. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?." Sizi bilmem.. Ben bunu aynen yaşadım, sevgili okuyucular..
Aynen..
Biz dönelim Toyotome'ye..
"Diyelim sıradan bir yaşamınız var.. Günlük yaşıyorsunuz.
Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?.." diye soruyor ve yanıtlıyor:
"Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar." Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "Rağmen" sevgiyi..
"Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni 'Rağmen' türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır." Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome..
"Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var.. Kimsede başkasına verecek fazlası yok" diye açıklıyor.. Anlatıyor..
"Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir." Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?..
Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar.. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım, sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz..
Hani nerede?..
Hepsi o..
Ve asıl çarpıcı cümle en sonda..
"Dünyadaki en büyük kıtlık, 'rağmen' türü sevginin yeterince olmayışıdır!.."
*
Tariflerine katıldığım Masumi Toyotome'nin bu kötümserliğine katılmıyorum..
Bu sevgi bu dünyada yeterince var..
Bugüne kadar bulamadıysak, yeterince aramamışız demektir. Bulacağımıza inanmamışız demektir. İlk tatsız deneyimden sonra yıkılmışız demektir.
Oysa "Sevgi" bir yerlerde bizi bekliyor..
Bulana kadar aramaya devam!..
Hatta.. Ve hatta sevgili okuyucular, Belki de böyle bir sevgiye sahibizdir de haberimiz yoktur. Biraz dikkatli bakalım etrafımıza..
(Bu yazı 13 Haziran 1999'da yayınlandı.)
***
SEVDİĞİM 'SEVGİ' LAFLARI..
(Başlığa kanmayın. Bunlar aslında Yaso'nun benim köşemden, 30 yıllık köşemden seçtiği laflar..) "Aşk kızamık gibidir. Ne kadar geç yakalanırsanız, o kadar tehlikeli olur." Douglas Jerrold
***
"Öpmeye kıyamadığım" deyişini anlıyor mu yeni kuşaklar?. Hıncal Uluç
***
"Ölürsem yalnız gideceğim.. Ama aşkım hâlâ iki kişilik... O kafamda oldukça, hep de iki kişilik kalacak.." Hıncal Uluç (Ataol Behramoğlu'nun dizelerinden ilhamla..)
***
"..Tesadüfen. Sevgi, genelde böyle bulunur zaten. Tesadüfen.." Hıncal Uluç
***
"Sevginin ve değerin en yanılmaz ölçeği, tercihtir, önceliktir... Çünkü en sevilen, en önce gelir." Hıncal Uluç
***
"Sevgide önemli olan bir arada olmaktır. Sinema bahanedir, sadece.." Hıncal Uluç
***
"Aşk aşı gibidir. İnsanın ikincide ağır hastalanmasını önler." Honore de Balzac
LATİN SÖZLERİ
"Sivis amari, ama!."
"Sevilmek istiyorsan, sev!" Martialis
Yorum Yazın