Hıncal Uluç

Hıncal Uluç

Mail: jdgklgkd@homail.com

Olimpiyatlarda hem de nasıl başarılıyız!..

Hayır, mesele madalya falan değil.. Aldığımız madalyalara bakarak söylemiyorum bu lafı..
Adını Antik Yunan'ın Olimpos Dağı'ndan alan, o zaman kadınların ve kölelerin yarışamadığı Olimpiyatları yenilemeye karar veren ve gerçekleştirmeyi başaran Fransız Baron de Coubertin, 1896'da Atina'da organize ettiği ilk Olimpiyatlar öncesinde, oyunların, daha doğrusu sporun felsefesini de açıklamıştı.
"Hayatta önemli olan şey, zafer değil, yarışmaktır. Aslolan kazanmak değil, iyi mücadele etmektir."
Ve de Olimpiyatların sloganını açıklamıştı..
"Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü!."
18 spor dalında 108 sporcu ile katıldığımız oyunlarda bizimkileri yakından izledim..
Ve gördüm ki..
Hemen her spor dalında kadınlı erkekli "İyi mücadele" ediyoruz.. Yani "aslolan"ı yapıyoruz.
Ve gördüm ki.. Eski oyunlara göre, daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü, özetle daha ileriyiz..
22 yaşında Olimpiyat Altın Madalyası kazanan Mete Gazoz gibi bir gencimiz, 39 yaşında 5'inci Olimpiyat'ına katılan ve hep finale kalarak Olimpizm tarihine geçen Eşref Apak'ımız ve Kadın Voleybol Takımımız başta, "daha"ların her türünü de gerçekleştirdik.
Şimdi bu Tokyo bir "ulusal gurur" değilse nedir?.
Ben en başa, izninizle Olimpiyat Oyunları'na, takım sporlarında 2016'dan sonra ikinci olarak katılan kızlarımızı koyuyorum.
Dünya devi Çin'i devirerek başladılar.. Bir başka dev Rusya'yı devirerek devam ettiler. Gurupta bir başka dünya devi Amerika, çeyrek finalde, gene dünya devi Güney Kore ile oynadı ve yenildiler.. Ama ikisine de kıl payı yenildiler. İkisini de yenebilirlerdi aslında..
Çok minik hata farkları kaybettirdi.. Bir sebep de..
Artık maçlar bittiği için yazabilirim. Oynarlarken müdahale edilemeyeceğinden yazmam moral bozardı o kadar..
Kızlarımız tüm hırsları, azimleri ve kardeş gibi bağlılıkları ile kendi başlarına oynadılar. Oyuna müdahale eden bir koçları sanki yoktu.
Guidetti, turnuva boyunca elindeki kozları kullanmayı bilmedi. Mesela, turnuvanın en müthiş "digger", yani gömücülerinden biri Ebrar'ı kullanamadı.
Takımın vurdu mu ses getiren tek smaçörüydü.
Meryem de en akıllı vuranı.. Ve bu ikisi savunmada, blokta da çok başarılıydılar.. Ama turnuva boyu bu iki silahı yan yana oynatacak bir 6 seçemedi hocamız. Ezberini bozamadı.
Meryem ile Ebrar birbirlerinin dublörü oldular.
Ya biri oynadı, ya öteki.. Ebrar'ı genelde unuttuğu oldu, nedense.. Rusya maçının beşinci setinde takımın son beş sayısını gömen Ebrar'ı Güney Kore maçında, hele de onuncu sayıya dek hep önde götürdüğümüz beşinci setin sonu, iyice kritikleşirken unutması affedilir miydi?.
Güney Kore'nin koçu da İtalyan'dı. O İtalyan, bizim İtalya'na koçluk dersi verdi..
Bizimki kenarda, oyun kiminle oynanırsa oynansın, maçın skoru nasıl giderse gitsin, zerre heyecan, coşku içermeyen, ruhsuz derecede donuk, ama en coştuğumuz anlarda bile maçı kaybetmişiz gibi bitik, çaresiz, aciz bir surat ifadesi ile baktı durdu. Kenara bakan kızlarımız hep bu suratı gördüler..
Öbür İtalyan arka arkaya iki üç sayı kazandık mı, önde olsa bile mola alır, karara itiraz edip video ister, oyuncusunu baş hakeme yollayıp itiraz ettirir, oyuncu değiştirir, yani voleybol sporunda hız kesmek için yapılan tüm numaraları yaparken, bizim "kaybetmiş suratlı" İtalyan, mola almak için bile, işin işten geçmesini bekledi adeta..
Ben 1955 yılında dayım Necati Bilgiç'in yönettiği ÖzFenerbahçe dergisinde Ankara voleybol maçlarını yazarak başladım bu mesleğe.. İlk gazetem Yeni Gün, ikincisi Öncü'de voleybol hep manşet olurdu. Öylesi yakından, hatta içlerinden izledim bu sporu.. Fenerli Güneş ve Canel Konvur arkadaşlarımdı, anlayın.. Ankara Koleji, maçlarını izlemek için İstanbul'a gittiğim takımdı. Öyle voleybol izledim ve yazdım ömür boyu..
Yani kızlarımızı da bilerek izledim, koçumuzu da..
Kızlarımızdaki heyecan, coşku ve hırsın ve de kaybettiklerinde hüngür hüngür ağlayacak kadar kendilerini vermişliğin onda biri koçumuzda olsaydı keşke, bu takım inanın "altın"a kadar giderdi..
Ama dedim ya..
Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü oynadılar.
"İyi" değil, "çok çok iyi" mücadele ettiler..
Benim gözümde ve gönlümde onlar, kaptan Eda'dan, oralara gittiği halde bir pozisyonluk bile "Tokyo'da oynamış olma" şansı verilmeyen Şebnem'e, hepsi ama hepsi "Altın Kızlar"dı.

***


OLMUYOR FENER, OLMUYOR!..
Galatasaray'ın yakın tarihinden ve bugününden ders de almıyor Fenerbahçe.. 1995-2000 arası Galatasaray'ı Avrupa Süper Kupası sahibi yapan Fatih Terim'in kurduğu takımı hatırlayın..
Milli Takım'ı Dünya Üçüncüsü yapan bir Türk iskelet ve dünya çapında ünlü 3 yabancı.. Hagi, Popescu ve Taffarel!..
Sonra Terim gitti. Tonla para harcayıp tonla sıradan yabancıyı kadroya dolduran, Türkleri adeta yok eden bir Terim geldi.. İşte dün okudum. Kafa ayni kafa.. Oğulcan krizini çözmek için Rize'ye 3 kuruş vermek yerine, Galatasaray'ın geleceğini vermiş Fatih Hocam.. Genç Emre Taşdemir ve yanında iki genç daha..
Seneye Emre'yi geri almak için Oğulcan ve yanında iki genç daha verirse şaşmayın..
Bu kafadaki Fatih, ülkede doğru dürüst takım olmadığından şampiyon da, Avrupa'da ne yaptı?.
Meslektaşlarım sordular geçen hafta..
"İlk eleme turunda elenip gideceksen niye şampiyon oluyorsun ki.." Ali Koç'un Fener'i aynen bu ikinci, Galatasaray'ı mali olarak batıran ama müzeye plaket bile koyamayan Fatih Hocam'ı takip ediyor..
Dinamo Kiev önünde seyrettim "Yeni" Fener'i.. Dünya sıradanı, içlerinden bir tekini ne Fener'e, ne Galatasaray'a almam, öyle sıradan bir Kiev.. Ve benim gazetem manşet atmış..
"Kanarya gene yıkılmadı!." Gürcan Bilgiç kuzen "Yeni sorunlara merhaba" diye başlarken, Spor Müdürümüz o palavra Kiev önünde perişan olma bekliyormuş demek..
Fenerbahçe'de yerli yabancı bir yığın futbolcu var. Kıymetleri bilinir, oynatılır, çocuklar hocalarına güvenirlerse Milli Takım'da da rahat oynayacak Türkler var.. Ama Portekizli Vitor belli, Fatih Hocam gibi Türkleri pek sevmiyor. Bir de takımda adı kendisini geçecek "yıldız" istemiyor..
Ali Koç'un Fener'inde "Bu akşam şunu izleyelim" diyerek ekran başına oturacağınız ya da stada gideceğiniz bir isim söyler misiniz bana?.
Serdar Ali Çelikler kardeşim ne güzel yazmış..
"En iyi oyuncusu Zajc olan takım büyük takım olmaz.." Sıradan 40 kişiyi doldurup, sonra "Bu kadrodan 20 kişiyi nasıl eleyeceğim" diye kara kara düşünmekten bir türlü vazgeçemedi Ali Koç!.
Allah'tan Galatasaray'ın başında da ayni kafada Fatih Hocam var..
Burak Elmas mı Başkan?.
Güldürmeyin beni.. Galatasaray Başkanlığını "Fatih Terim'in emir subayı" mertebesine getirdiğini basın toplantısında ilan eden Burak Elmas, Başkan öyle mi?.
Güldürmeyin beni!.

***


Ünal Özüak/Kitap
GREGOR SAMSA'LAŞTINIZ MI HİÇ?
"Sahip olmak yoktur, aslolan var olmaktır. Yalnızca son nefesini vermeyi, nefessiz kalmayı özleyen bir varoluş." Kafka'nın yeni baskısı çıkan "Aforizmalar" kitabının beni benden alan, varoluşçu yapan, özlü deyişlerinden sadece biri. 109 tane daha var bu başucu kitabında.
Çağımızın hastalığı, kişinin yaşadığı topluma yabancılaşmasının zamanların ruhlarına uygun gerçekler olduğunu Kafka'nın 41 yıllık bir yaşam hikâyesinde bulmak mümkün. Uzun öyküsü Dönüşüm'deki hayali karakter Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur. Kafka, hamamböceği kelimesini kullanmamıştır ama genel görüşe göre dönüştüğü şey hamamböceğidir.
Karakterin soyadı "Samsa"nın "Kafka"nın şifrelenmiş hali olduğu düşünülmektedir.

Kitabın ana kahramanı olan Gregor Samsa, hikâyede ailesini geçindirmekle yükümlü sıradan bir pazarlamacı olarak anlatılıyor. Ailesinin çaresizliği ve ona karşı tutumu, Gregor'u olduğu kadar okuyanı da derinden etkiler.
Küçük burjuva çevrelerindeki yozlaşmış aile ilişkilerini en ince ayrıntılarına kadar irdeleyen bu uzun öykü, aynı zamanda toplumun dayattığı, işlevini çoktan yitirmiş kalıplara bilinç düzeyinde başkaldıran bireyin tragedyasını çarpıcı biçimde dile getirir.
Kafka'nın 1905'te yayımlanan Dönüşüm adlı öyküsü, yazarın anlatım sanatının doruğuna ulaştığı Kafkaesk diye adlandırılan, Franz Kafka'dan esinlenerek üretilen, Kafka'nın tasvirlerindeki gibi, tehdit edici ya da korkutucu anlamlarına gelen tarzda yazılmıştır.
Kafka'nın stiline özgü olarak hikâyelerinde anlatım akışının doğal bir parçası olarak, bilinen ve algılanan gerçeklikten kopma, uzaklaşma durumunu ifade eder.

Franz Kafka, 1883'te Prag'da doğdu. Ailesi ile olan ilişkisi, Yahudi asıllı oluşu, içinde yaşadığı toplum ve siyasi ortam, çevresine yabancılaşmasını kolaylaştırdı. 1906'da hukuk doktorasını tamamlayan Kafka'nın ilk yapıtları 1912'den önce yayımlandı.
1912'den başlayarak Dönüşüm, Amerika, Dava adlı başyapıtları birbirini izledi. Vereme yakalanan Kafka, 1924'te Kierling Sanatoryumu'nda öldü ve Prag'da toprağa verildi.
Şato adlı son romanı yarım kalan Kafka yapıtlarında çağımızın insanının korkularını, yalnızlığını, kendi kendine yabancılaşmasını dile getirdi. Tüm yapıtlarının yakılmasını vasiyet etmiş olsa da dostu Max Brod bu isteğini yerine getirmedi ve hepsini 20. yüzyıl edebiyatına kazandırdı..
Hayata dair sorgulamalarını içeren aforizmalarının her biri yaşamınıza yeni pencerelerden bakabilmenizi sağlayacak derinlikte..
Mutlak alın ve hep ortada bırakın..
Kaç Kafka deyişi okusanız kârdır..
(ISBN:978-605-7611-49-9 INDIGO YAYINCILIK)

***


HALKIN ANLAYACAĞI DİL...
Ahmet Hakan, çarşamba günkü "Arka Köşe"sinde Orman Bakanı Bekir Pakdemirli'ye hitap etmiş ve demiş ki..
"Lütfen teknik konuşmayın. Bizim anlayacağımız bir dil kullanın. Uçaklar açısından 'kalabalık yapmak' ne demek? Bunu bize anlatın. 'Beş tonun altında su atmak' neden küçümseniyor? Bunu bizim anlayacağımız bir dille izah edin. Siz konuya hâkim olabilirsiniz ama unutmayın ki hitap ettiğiniz kitle, konuya hâkim değil."

Akşamüzeri aradım. Kutladım. "Bu yazının altına yarın köşemde imzamı atacağım" dedim.. Ve de sordum..
"Bakan Pakdemirli bu saate kadar seni aradı mı?." Hayır aramamış. O yazının yer aldığı köşenin manşetinde "Kesintisiz iletişim masası kurulmalı" diyen Ahmet Hakan'ı yangınla ilgili sözleri ve sorularıyla ilgili kimse aramamış.
Oysa ben de anlamayanlardanım, "5 tonun altında su taşıyan uçaklar kalabalık yapar" lafını.. Ne demek oluyor bu?.
40 sene evvel Brüksel'e ilk gittiğimde, bana şehri gezdiren ve orada yaşayan bir tanıdık ilk olarak "İşeyen Çocuk" Anıtı'na götürmüştü. Bildiğiniz bir çocuk heykeli..
Çıkarmış pipisini işiyor. Niye anıt olmuş peki..
Efsaneler var. Anlattı. En inanılan.. Kenti işgal eden düşman çekilirken arkasında yangınlar bırakmak için barut dökmüş her tarafa.. Bu çocuk evinin önündeki barut alevini işeyerek söndürmeye çalışırken görülmüş ve efsane olmuş işte.. Heykelini dikmişler..
Şimdi işeyen çocuk anıt oluyor da, 5 tonun altında su taşıyan uçak ne oluyor peki?.
Koca Orman Bakanlığı ve orman işletmelerinde "5 tonun altında uçak kalabalık yapar" lafını herkesin, bu arada Ahmet Hakan'ın ve benim anlayacağım dille anlatacak tek kişi yok mu?.
Ya da vatandaşın sorularına cevap verecek bir servis ve telefon numarası neden "kesintisiz iletişim" için açıklanmaz?.
Doğal felaket anlarında bile, ille her şeyi anlatmak Başkan Erdoğan'a mı düşmeli, sorularına cevap bulamayan Başkan'ı mı aramalı, bu ülkede?.

***


TEBESSÜM
Nuh'un Gemisi'ni amatörler yaptı.
Titanik'i profesyoneller..

***


SEVDİĞİM LAFLAR
İyi bir gülümseme, pek çok acıyı iyileştirir. Madeleine L'Engle

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar