Asrın felaketinin vurduğu il ve ilçelere bizzat gidince, sahadan etkileyici olduğu kadar dikkat çekici izlenimler de ediniyorsunuz. Örneğin Antakya'daki afetin artçı şoklarından birinin de "nüfus ve nüfuz dengesinin korunması" olduğunu yazdık. Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan da depremden sonra ikinci kez gittiği bu güzide ilimizde, "Demografik yapının bozulmasına asla müsaade etmeyiz" mesajını verdi. Devletin zirvesindeki bu duyarlılık, Atatürk'ün mirası Hatay'ın geleceği için bir teminat elbette!
Şimdi değineceğim konu ise "beşeri sermaye" ile ilgili.
Deprem yaşayan illerden zorunlu olarak başlayan göç trafiği, bu şehirlerimizdeki "nitelikli insan kaynağı açığı" açısından kaygı yaratan boyutlara ulaşmak üzere. Hem beyaz hem de mavi yakalı nüfusun kentlerden ayrılması yakın gelecek için başlı başına bir sorun. Doktorundan mühendisine, ustasından teknikerine kadar kilit personelin batıya doğru akın etmesi, depremin sosyal ve ekonomik dokudaki tahribatını giderme gayretlerini sekteye uğratabilir! Yeniden ayağa kaldırılmaya çalışılan merkezlerde sanayide çarkların dönmesi, esnafın dükkanını açabilir duruma gelmesi çok ama çok mühim. Bu canlanma iradesi aynı zamanda hayata tutunmayı ve yaraları sarmayı da beraberinde getirecektir.
Oysa bugün sahada zorlu gerçeklerle yüzleşmek durumunda kalıyoruz.
Nasıl mı?
İşte size Malatya'dan duyduğum örnek...
İmalatçı-ihracatçı firmanın sahibi bir yandan tesisindeki yıkılan bölümleri onarırken, diğer yandan da taahhüt ettiği şekli ile stoklarından yurtdışına mal göndermeye çalışıyor. Bacanın tütmesinin, İstiklal şairi Mehmet Akif'in, "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" hisleri ile eşdeğer olduğunu düşünüyor. Ve bu heyecanını paylaştığı bir mülki amirden, "Ne yapalım? Kutlama mı bekliyorsun?" cevabını alabiliyor!
Liderlerin ve her kademe yöneticinin kalitesini, güvenirliğini belirleyen yegane husus, "Kriz yönetim becerisidir!" Kriz şartlarını bahaneye dönüştürmeyen, krize teslim olmayan, yarınları öngörerek çalışan, kitleleri de bu gayretin sonuçlarına ikna edebilen isimler her yerde fark yaratır. Ve bu tarz idareciler vaziyeti değil, süreçleri yönetir, hep bir iki adım önde gider. En büyük maharetleri ise "Moral aşılamak, özgüveni yukarı çekmektir."
Özetle...
Depremle yıkılan illerde iş ve aş derdi ile koşanların "moral motivasyonunu" takviye etmek gerekiyor.
Tabii bir diğer mesele de "deneyimli iş gücü kaybı!"
Şu anda...
Kahramanmaraş, Gaziantep, Adana ve Hatay'dan işçilerle ailelerini transfer eden, onlara barınma ve iş imkânı sağlayan kimi sanayicilerin, bu isimlerle kontratlar yapmakta olduğuna dair duyumlar giderek artıyor. Kalifiye iş insanlarını olabildiğince erken bir tarihte tekrar memleketlerine döndürmeyi istemekle, onların aklını çelip batıdaki fabrikasına kazandırma senaryosu yazmak arasındaki farka biz "ahlaki fay kırığı!" diyoruz. 11 ildeki sanayi ve ticaret hayatının mümkün olduğu kadar normale dönmesi için İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Denizli, Kayseri, Konya gibi illerden belirli süreli ve dönüşümlü iş gücünün depremden zarar gören tesislerde üretimin sürekliliği için görevlendirilmesi gereken günlerdeyiz!
Ve son bir husus...
Ekonomi müdiremiz Dilek Güngör yazdı. Türkiye'nin ismi ve sermayesi büyük ama cömertliği güdük grupları... Öyle anlaşılıyor ki... "Deprem Vergisi gelecek" diye kafayı bir noktaya takmışlar. Şimdiden pozisyon almaya uğraşıyorlar. Bakınca hepsinin anlaşılabilir gerekçeleri de var. Lakin anlamadıkları ise mazeretin mazeret olmadığı, oldukça özellikli ve herkesin üstüne düşen sorumluluktan kaçamayacağı bir döneme girmiş olmamız.
Yorum Yazın