Geceleri keyifle yatıyor, sabahları, otomatik ayarlı radyomdan gelen TRT Nağme'nin enfes şarkılarıyla uyanıyor ve güne neşeyle başlıyorum.. İki dilim kızarmış ekmek, peynir, zeytin ve zeytinyağı/ zahterden oluşan minik kahvaltımı da keyifle yapıyorum. Sıra geliyor kahveme.. Masama, kapıya bırakılan gazetemi (Kendi yazdığı gazeteyi para ile satın alan başka yazar var mı, çok merak ediyorum) yayıp okumaya başlıyorum, kahvemi yudumlarken ve yudum yudum keyfim kaçıyor.. Asabım bozuluyor.. Neden?.
Okuduklarımdan tabii..
Birinci sayfa boydan boya, sövmelerle dolu.. Ve de 3'üncü sayfa geniş verilmiş (ama kötü yazılmış) cinayet haberleriyle.. Köşe yazılarımız da çoğu zaman öyle.. Ne harika yazılar yazdıklarını iyi bildiğim (Hâlâ ara sıra yazıyorlar öylelerini de) müthiş kalemler de ya sövmeler yazıyorlar..
Ya da durduk yerde komplo teorileri..
Basit bir bilimkurgu filminden, bir diziden neler çıkarıyorlar..
Başka zaman sövseler, başka zaman bu komplo teorilerini yazsalar, mesele yok..
Ama pandemi iki yıldır anasını ağlatmış koca milletin.. Sinirler bozulmuş..
Cepler boşalmış.. Borçlar artmış..
Herkesin kafası zaten bozuk. En ufak dürtüde patlayacak.. Ve okudukları bu.. "Okuyun, intihar edin" der gibi..
İster iktidar, ister muhalefet..
Hepsinde karşılıklı sövgü ve tahrikler manşette. Hepsinde köşe yazıları sövgüler ve komplo teorileriyle dolu..
Ana haberler de aynen öyle..
Şiddet ve dehşet haberlerine ayrı bölüm koymuşlar reyting için..
İki sene evvel Çin'de çekilmiş bir görüntüyü sosyal medyadan bulup "Kim, nerde, ne zaman, nasıl, niçin" demeden yayınlıyorlar, "haber" diye.. Maksat canlı bir cinayet sahnesi yayınlamak.. Film değil, yaşanmış cinayet..
Ona gık yok.. Televizyon dizisindeki bir sahne için kıyamet kopuyor.. Niye?. Sosyal medya tartışıyor ya o konuyu.. Sosyal medyanın izinde yürümek de "like" alıyor ya.. Ahmet Hakan gibi deneyimli bir gazeteci, mesleğin amiral gemisi Hürriyet'i sosyal medyanın peşine takılmış bir tahlisiye sandalına çevirmiş.. Titanik batmış. Binlerce insan yok olmuş, sandalda 80 kişi kalmış, kimsenin umurunda değil. Ertuğrul Özkök gibi, o gazetenin temel direği bir yönetici ve yazarı kovdular diye neredeyse zil takıp oynayacağız..
Bunları gör, bunları oku..
Sonra in aşağı keyifli yazı yaz..
"Bu milletin sabah sabah keyifli şeyler okumaya, yarınlara umutla bakmaya da hakkı var.. Ben de bunu yapayım bari" demesi kolay da, gel de bu kafa ile yap bakalım!.
Yahu en eften püften sebeplerle, hatta sebepsiz cinayetler peynir ekmek gibi.. Sadece "kadın" cinayetleri manşet.. Sadece kadın cinayetleri köşe yazısı..
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu açıklasın bakalım.. Mesela 2020 yılında kaç kadın, kaç erkek, kaç çocuk öldürüldü?.
Aslında, mesele kadınerkek değil..
Güçlünün güçsüzü öldürmesi..
Bunu tartışan var mı?.
İşlerine gelmez.. Sosyal medya linç eder çünkü.. Bu sosyal medya bu hale Amerika'daki "Me too" hareketi ile geldi.. Biz de onları anında taklit ettik.. Hadi komplo teoricileri neredesiniz?.
CIA mı, FBI mı icat etti bu hareketi, milleti "kadın-erkek" diye bölmek, o eşitliği, düşmanlık, nefrete dönüştürmek için.
Peki üniversiteler?. Bu ülkede iki, sadece iki, İstanbul ve Ankara üniversiteleri varken, profesörler manşetlerden inmezdi. Millet isimlerini ezbere bilirdi.
Şimdi ilçelerde bile üniversite var, ama ülke sorunlarıyla ilgili konuşan yok!.
Yahu şu bir yanda Kovid'in getirdiği ruhsal ve ekonomik çöküntü, öte yanda televizyonların her akşam haber diye yayınladıkları şiddet ve dehşet sahneleri, sabahları, iktidar-muhalefet tüm gazetelerin milleti kutuplara bölen, kin, nefret ve düşmanlık aşılayan manşetlerle çıkmaları, insanları öfke küpüne döndürüyor da, bahane bile aramadan birbirlerini öldürmeye sevk ediyor olmasın?.
Yok mu bu soruya yanıt verecek bir bilim adamı?.
Türk Tabipleri Birliği mesela, üyeleri arasında bir araştırma yapıp, niye cinayetlerin günlük hayatın normal bir uygulamasına dönüştüğünü açıklayamaz, tavsiyelerde bulunamaz mı, hem siyasilere, hem biz fikir(!) üreten, yazan ve tartışanlara..
Dün gece yatarken, kafamda son yıllarda ülkemizde yapılan dünya çapındaki güzellikleri yazmaya kararlıydım.
AKM'den başlayarak ve geriye giderek.. Mesela açılması gün meselesi, tamamen Türk mimar-mühendisleri ve Türk işçisi, Türk malzemesiyle yapılan ve bitmek üzere olan, "Çift eğimli ve türünde dünyanın en yüksek üçüncü barajı"nı yazarak. Adını hatırlayan var mı, bu muhteşem eserin?.
Nerde olduğunu bilen..
Sövmekten onu yazmaya vakit mi var?. Nerden bileceksiniz?. Daha neler neler oluyor bu ülkede.. Ne güzel şeyler..
Onları yazıp sizlere "kahır" edebiyatı yapanlar yanında biraz "umut" verecektim. Nerden nereye geldik..
Esas konumu ikinci yazımda anlatayım bari..
***
İZMİR'DE ÖĞLE YEMEĞİ YA DA BRUNCH...
Pazar sabahı kalktık..
"Hadi Caner" dedim, "Atlayalım arabaya.. İzmir'e ağbime gidelim, yolda haber veririz. Ancak ben gittikçe bir araya gelen harika guruba, Muzo'ya, Ünal'a, Cenap'a falan da haber veririz. O harika Hilltown'da bir öğle yemeği yeriz ya da brunch yaparız.."
"Olmaz" dedi Caner.. "Ali Poyrazoğlu'nun şovu var." "İyi ya işte.. Gider döneriz işte. Akşama yetişiriz!." "Şov akşam değil, öğleden sonra" dedi Caner..
Hayal kuruyorum sanıyorsunuz değil mi?.
Hayır.. Hayal değil, hakikat..
Onuncu yılda ülkeyi demirağlarla ören Cumhuriyet, 100'üncü yıl arifesinde öyle otoyol ağları kurdu ki..
Çocukken İstanbul'a ilk geldiğimde en çok neye şaşmıştım bilir misiniz?.
Kadıköy'de iskelenin orda başlayıp Bostancı'ya dek devam eden bir cadde vardı.. Adı Bağdat Caddesi..
Karşıda, surların dışından başlayıp Edirne'ye giden iki şeritli bir yol.. Onun adı da Londra Asfaltı..
Bu iki yola bu isimleri koyanların ne kadar uzak görüşlü, ne kadar büyük hedefli olduklarını düşünmüştüm, çocuk aklımla, günlerce..
Biz, o büyük, çok büyük, çok ileri düşünen dedelerin torunlarıyız işte.
Şimdi Londra Asfaltı'nın yerine 2 Avrupa otoyolu var.. E-5 ve TEM..
Asya ile Avrupa'yı bağlayan 3 köprü Boğaz'da var. Dördüncü bir iki aya, Çanakkale'de açılıyor..
Bu satırları yazarken güldüm..
Çocukken, daha ilkokulda iken babam tüm Jules Verne romanlarını almıştı ağbimle bana.. Bir nefeste okumuş ve derslerimizden daha çok şey öğrenmiştik..
Heyecanlı, meraklı bilgi küpüydü Jules Verne çünkü.. Onun "İnatçı Keraban Ağa" romanı aklıma geldi de ona güldüm.
İşyeri Karaköy'de ama evi Üsküdar'da olan Keraban Ağa, karşıya geçişlere 10 para zam yapılmasını protesto eder. Ödememek için (inatçı ya) evine, Karadeniz'i boydan boya dolaşarak, Kırım üzerinden dönüp Anadolu'ya ve sonunda Üsküdar'a gelir.
Jules Verne, o geçilen ülkeleri, yerleri anlatırken harika bir coğrafya ve sosyoloji dersi de verir..
Şimdi dört köprü var yazacak, ama nerde Jules Verne?.
Gene dağıttık konuyu.
Evet.. Geçen defa gittim, geldim..
Yeni yapılan otobandan İzmir'e 3 saatte gitmek mümkün.
Bilemedin 3.5 saat..
TEM yolu.. İkinci köprü.. Çıkar çıkmaz hemen sağdan "Kuzey Anadolu Otoyolu.." Bomboş..
Gebze'den Osmangazi Köprüsü ile Körfez'in karşısı.. Sonra bas gaza.
Hiç durmadan İzmir'desin 3 saatte..
Gittik geldik. Yaşadık. Yani öğlen yemeği ya da bir pazar brunch'ı için İzmir'e gidip gelmek mümkün..
Mümkün de..
Şimdi resme bakın.. Üç şeritli yol, gidiş-geliş nerdeyse İstanbul Havalimanı pisti gibi.. Bomboş..
Çok dikkat ederseniz, ilerde giden, hemen solda da gelen bir otomobil var, o kadar.. Caner çekti, bomboş yolun resmini..
Millet bu yolu kullanmıyor..
Neden?. Çünkü paralı ve pahalı..
İstanbul'dan çıkıp İzmir'e girene dek Caner gişelere ödediği paraları topladı. Tam 661 lira.. Eski otoyol da duruyor. O da bilemedin 5 saat.. İki saat için millet 661 lira öder mi?. Üstelik eskisi neşeli yol.. Yolda harika duraklar var..
Kemalpaşa tatlısının en güzelini yapan Güven.. Efsane Köfteci Ramiz, daha neler neler.. Açıkhava AVM'leri, ünlü markaların ucuz outlet dükkânları.. Piknik, keyif yolu orası..
Kaliforniya'da Holly ile dolaşırken şahit olmuştum. Orada hızlı, çabuk otoban bedavaydı.
"Manzaralı yol" dedikleri o renkli duraklarla dolu yol ise paralı..
Manzara da denizde olduğu için o yol deniz kenarını izler, bütün koy ve burunları dolaşır ve uzardı üstelik..
Orda uzun yola para ödersin yani. Hızlısı bedava iken.
Şimdi bu nefis otoban öğrendiğim kadarıyla "yap-işlet-devret" modeliyle yapılmış. Devlet de yapanlara, yıllık geçiş garantisi vermiş. Ulaştırma Bakanımız Adil Karaismailoğlu ile televizyon kulemizi gezmiş, birlikte yemek yemiştik.
Onu tanımaktan çok mutlu olmuştum.
Şimdi ona hitap etmek istiyorum..
Bir TV programında hedefe ulaşıldığını söylemişsiniz. İnşaatı yapan firmaya, kullanan sayısı için garanti hedefine ulaşıldı mı?
Şöyle yapsanız bunun yerine..
Gişe fiyatlarını yarı yarıya düşürseniz.
660 lira yerine 330 lira ödese geçenler.
Ekonomiye aklım pek ermez ama sanırım sonuç, bu resimdekinden farklı olur. Yolda arabalar artar.. O zaman, işin "yapişlet" bölümü biter. O müthiş yol, Karayolları'nın, yani devletin, yani milletin olur..
Tabii bu, ekonomi okumamak için Mali Şube'den kaçan, sonuçta insanı vali yapan İdari Şube'ye giden Hıncal'ın, yani Maliyeci değil İdareci eğitimi alan benim fikrim.
Siz, Karadeniz Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'nden Makine Mühendisi olarak mezun oldunuz.
Amma velakin yüksek lisansınızı Bahçeşehir Üniversitesi "Kentsel Sistemler ve Ulaştırma Yönetimi" programında tamamladınız.. Herhalde daha iyi bir çözüm bulabilirsiniz..
Ben sadece dikkati çektim ve tartışılsın diye bir çözüm ortaya attım o kadar..
İsterseniz davetlim olun. Bir pazar İzmir'e brunch'a beraber gidelim!.
***
ÖZÜRLER!..
Şıngır mıngır, hüngür şakır derken, Ali Poyrazoğlu dostum beni öyle çarpmış ki, Ulvi Ağabey'in piyanist eşi Selçuk Uraz'ı, "Suzan" diye yazmışım, dün.. Ali'den, aileden ve siz okurlardan özür dilerim, efendim!.
***
TEBESSÜM
Komiser- Kredi kartınızın çalındığını neden daha evvel bildirmediniz?
Adam- Çalan adam, karımdan daha az harcıyordu da ondan.
Komiser- Peki şimdi niye bildiriyorsunuz?.
Adam- Galiba çalan da kartımı kendi karısına verdi bugünlerde..
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Gözlerimiz vücudumuzu değil de ruhumuzu görecek şekilde yaratılsaydı, 'güzellik' ideallerimiz ne kadar değişik olurdu, bir düşünün!." Anonim
Yorum Yazın