Hıncal Uluç

Hıncal Uluç

Mail: jdgklgkd@homail.com

Neden ‘yangın’ yazmıyorum?..

Ülkem büyük bir yangın felaketi yaşıyor.. Ama okurların da dikkatini çekmiş.. "Neden yangın yazmadın hiç?" diye soranlar, "Ülkemiz bu büyük felaketi yaşarken sen neler yazıyorsun" diye sövenler var hatta!.
Aslında ülke daha büyük bir felaket yaşıyor, farkında olan var mı bilemem?.
"Bölünme!."
Türkiye öyle bir "bölünme çukuru"na düşmüş ki, yangın, hele orman yangını gibi doğal ve hâlâ önlenemeyen bir felaketi bile kendi kişisel fikirleri için kullanıyor insanlar..
Hele de yalanın bininin bir para olduğu sosyal medyayı kullanarak..
Geçenlerde bu iğrenç medyayı anlatırken "Gerçek ceketini giyerken, yalan dünyayı altı kere dolaşır" diye bir söz nakletmiştim..
Aynen öyle..
Sosyal medyada öyle ipe sapa gelmez yalanlar var ki.. Ve de özellikle gençler bu yalanlara körü körüne inanıyorlar ki..
Dün onlardan biriyle konuştum..
"Yeterli uçağımız yokken, yardımları reddediyoruz" dedi.. Sosyal medyanın iğrenç yalanlarını okumuş, ama o konuda yapılan açıklamalardan haberi bile yok.
Anlattık..
"O zaman niye söndüremiyorlar?" dedi..
"Biliyor musun, dünya yanıyor" dedim..
Yangınla mücadelede en ileri tekniklere, en kalabalık söndürme ordusuna sahip Amerika söndürebildi mi, bir aydır süren Kaliforniya yangınını.. Kaldı ki bu Kaliforniya'daki kaçıncı büyük yangın?. Biz ancak bir ünlü artistin 30 bilmem kaç milyon dolarlık villasına kadar gelince ve onu da yakınca haberdar oluyoruz, ama yanıyor işte.. Doğa öylesine bir güç ki, onunla mücadele adeta imkânsız!. Deprem.. Sel..
Yangın!.
Şimdi Kaliforniya yanarken, hemen her sene yanarken "O zaman niye söndüremiyorlar?" sorusu biraz havada kalmıyor mu?.
Yangın başladığından bu yana binlerce haber yayıldı. Yüzlerce konuşma yapıldı, yüzlerce yazı yazıldı.
Ülkenin bölünmüşlüğünde başrolü oynayanlar ve devam ettirmekte azimli olanlar, yangından büyük felakete yol açacağını bile bile, sırf karşılarındakileri yok etmek için bu haberleri, konuşmaları ve yazıları kullandılar.
İçlerinden işlerine geleni seçerek.
İçlerinden cımbızla seçtikleri cümleleri alıntılayıp "Bakın şu da ne diyor" diye emsal göstererek..
Bakın daha dün, "Türkiye, Yunanistan ve İsrail'den gelen yardım tekliflerini reddetti" diye saldıranlar, bugün, (Günaydın ekimizde manşetti) "Biz bize yeteriz" diyerek, "Help Türkiye" diye açılan bir uluslararası yardım kampanyasına saldırmışlar.
Şimdi "Kimin ne dediği" değil, "Kimin dün ne, bugün ne dediği"ne bakın ve yarın ne diyeceklerini düşünün..
Rüzgâra göre değişen fikirlerin, rüzgâra göre yayılan yangınlardan daha tehlikeli olduğu açık değil mi?.
Ormanlar Türkiye'nin. Tamam.. Ama, ağaç, yeşil, asıl dünyanın.. İklimi düzenleyen onlar.
Yaşam kaynağımız oksijeni sağlayanlar onlar..
O zaman hangi ülke, hangi insan "Bana ne" diyebilir bu gerçek anlamdaki insanlık felaketi için..
Bu "felaket konusu" sırf ülkedeki bölünmüşlük içinde, kendi fikrine güç kazandırmak için kullanılır mı?. Kullanmak insanlığa sığar mı?.
Fikrimizle, gücümüzle, her şeyimizle el ele vermek, el birliği, fikir birliği, güç birliği yapmak için, bugün değilse, başka ne gün vardır, söyler misiniz?.
Peki var mı, ülkemde birlik?. Var mı ha?.
Bu furyanın içine girmemek, birtakım fanatik bölücülere alet olmamak için yangın konusunda susmayı tercih ettim..
Ama canı fena halde yanan milletime bir nebze moral olsun diye, yangına paralel yaşadığımız güzellikleri, başarıları anlattım köşemde..
"Bakın yangın devam ediyor ama hayat da devam ediyor..
Felaketin yanında güzellikleri de olarak devam ediyor" demek için.. Bir nebze olsun iç rahatlatmak, yıkılmamak, ayakta kalabilmek için.. Bu yaranın acılarını en hızlı sarabilmek için, ayakta kalanlara ihtiyacımız olacak..
Her gün saldıran, her gün söven ve bu sayede en ucuz ve en kolay geçim sağlayanlara değil!.
Türkiyem ayakta kalacaktır dostlar!.
Ağlayarak, ağlatarak değil.. Yaşayarak, yaşatarak ayakta kalacaktır.
Türkiye'nin ayakta kalacağının göstergesi, Tokyo Oyunları'nda efsaneler yaratan gençlerimizdir. Atamın ülkeyi emanet ettiği gençler!. Onları yazdım bol bol.. Ve de genç sanatçılarımızı..
Yazmaya da devam edeceğim.. Ben gençliğe güveniyorum çünkü!.

***


NEDEN DÜNYADA 'TÜRK LOBİSİ' YOK?..
Bizim Nişantaşı'nın Tom Jones sesli, yakışıklısı Haldun Evecan'ı yıllar önce Swissotel'in en bodrumundaki Q barda sabaha karşı mikrofona gelip harika şarkılar söylemesinden hatırlar, benim gibi yakın dostları.. Şimdi ışıklar içinde yatıyor.. Bu Haldun'un İngiltere'de İngiliz annesi ile yaşayan kızı Ayda, ünlü şarkıcı Robbie Williams ile evlendiğinde, medyamızda, keyifli değil, alaylı, hatta aşağılık kompleksi kusan yazılar çıkınca yıllar önce oturmuş, bu köşede "Türk lobisi niye olmaz?" diye bir yazı kaleme almıştım.
Robbie Williams ve Türk eşi Ayda, dün okudum, Bodrum'a gelmişler.. Aklıma o yazım geldi.. Tam da bölünmüşlüğümüzü anlattığım bugünkü gündeme cuk oturan bir yazıydı.
On yıl kadar öncenin o yazısını toparladım..
Buyurunuz efendim..

*

"Ermeni lobisi var, Rum lobisi var, Yahudi lobisi var, ama Türk lobisi yok..
Niye yok?.. Anavatanları dışında yaşayan Ermeni, Rum ve Yahudi kadar Türk de var, dünyaya yayılmış oysa" demiştim ya hani..
Cevabı medyamızdan geldi.. Hem de en önde gelen, en aklı başında olan kalemlerden..

*

"Bu devletin içe göç için yasaları var, ama dışa göç için yok.. Dış Türklerle ilgilenen, onları sahiplenen, vatandaşlıklarını değiştirseler bile, kan, akrabalık, memleket bağlarını ayakta tutan, hele üçüncü ve sonraki kuşaklara iyice sahiplenen organizasyonlar yaparsak, dış Türkler pasaportlarını değiştirseler bile anavatanla gönül bağlarını sürdürürlerse, onların yaşadıkları ülkeler, çalıştıkları kurumları yönetenler Türkiye aleyhine karar verirken iki kez düşünürler" gibisinden laflar etmiştim..
Beklemiştim ki, medyamız desteklesin.. Tek kelime destek gelmedi. Ama iki vesile ile öyle yazılar çıktı ki, ben dersimi aldım..
İstanbullu, daha doğrusu Nişantaşılı Haldun Evecan'ın İngiliz eşinden olan ve İngiltere'de büyüyen kızı Ayda, Robbie Williams ile evlenince, şakayla karışık laflar edildi..

"Damat Robbie" 
falan filan diye..
2010 Dünya Kupası'nda Alman forması giyen Mesut Özil müthiş futbolu ile öne çıkınca ve de rekor ücretle Real Madrid'e transfer olunca, bu defa resmen övündük, bir Türk başarısı yüzünden..
Ama bazı dostlar hem de ne alaylar ettiler, Ayda ve Mesut'a sahiplenenlerle..
Ayda ve Mesut'a sahiplenmeyi "aşağılık kompleksi" olarak vasıflandırdılar.
Oysa, bakın ve anlayın, nasıl, hem de nasıl yanılıyorlar?..
Charles Aznavour, Fransız'dır. Son zamanlarda İsviçre vatandaşıdır. Ama Ermeni'dir.
Woody Allen, Steven Spielberg Amerikalıdırlar, ama Yahudi'dirler.
Spiro Agnew, hatta Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı'dır, ama Rum'dur. Pete Sampras, Amerikalıdır, ama Rum'dur..
Bunun için işte dünyada Ermeni, Rum ve Yahudi lobisi, hem de büyük baskı unsurları olarak vardır..
Oysa Türk lobisi yoktur. Çünkü Ayda'ları, Mesut'ları, Mehmet'leri biz Türk kabul etmeyiz..
Her nasılsa kabullendiklerimiz, Ahmet Ertegün ve Arif Mardin gibi dünya müzik endüstrisinin tepesinde oturanlar da, Ermeni, Rum lobilerinden korkularından, yaralı parmağa işemezler. Türk olduklarını adeta saklar, bir tek Türk sanatçıya destek olmazlar, Yunanlıları dünya çapında şöhret yaparken..
Galatasaray bir futbolcu transfer etti.. Lorik Cana..
Milliyeti ne?. Bizim gazetelerin hepsinde ne diye geçti?.. Arnavut!.. Başka laf duydunuz mu?..
Oysa Cana, çifte vatandaşlı.. Yanılmayın..
Hiçbiri Arnavut değil. Cana, Fransız ve İsviçre pasaportu taşıyor..
Cana, Arnavut.. Ama Mesut Özil, hem de İspanyol medyasına, basın toplantısında "Real'de oynayan ilk Türk olmaktan gurur duyuyorum" diyen Devrekli Mesut, Türk değil, öyle mi?.
Türk'ün Türk'ten başka dostu yok!.. Hayır!.
Türk'ün, Türk dostu da yok aslında!.

***


NEDRET GÜVENÇ!..
Bir büyük dost, bir büyük sanatçı Nedret Güvenç de veda etti dünyamıza.. Tiyatro ve sinemamızın "Ulu Çınar"ı idi gerçekten. Harika da seslendirme sanatçısıydı.
Onun adını gördüğüm oyunlara koşardım.
Yazardım. Arardı. Öyle tatlı sohbetler ederdik ki..
Muhteşem, ama nasıl muhteşem bir insandı..
Uzun yaşadı.. 90 sene.. İyi yaşadı ve uykusunda gitti..
Hani "Ağaçlar ayakta ölür" derler ya, öyle gitti Ulu Çınar..
Işıklar içinde yat, Sevgili Nedret!.
Başınız sağolsun, yakınları, dostları ve Türk sanat âlemi!.

***


'TEMASSIZ' AŞK FİLMİ!..
"Temassız ödeme oluyor da, temassız aşk filmi neden olmasın Hıncal Ağbi?" dedi, Ünal (Özüak) telefonda.. Ben hep "En güçlü duygu dokunmadır" derim ya.. Dokunmadan aşkı merak ettim.. "O zaman iki satır not yaz bana, okurlara da soralım" dedim.. "Olur mu, olmaz mı diye!."
İşte Ünal'ın notu..

*

Sadece sanat filmleri gösteren sinemalarda "Paris'te Bahar/Spring Blossom" diye bir film oynuyor.
Aslında pek Paris'te değil.. Büyük ölçüde bizim Ertekin'in Paris yıllarında oturduğu evin hemen altındaki Cafe de Theatre'da geçiyor. Ertekin Türkiye'ye geldiğinde Ortaköy'de ayni isimde mekân açmıştı.. Işıklar içinde yatsın.
16 yaşında kızı oynayan 21 yaşındaki Suzanne Lindon hem senaryoyu yazmış hem filmi yönetmiş.. Ebeveynleri:
Sandrine Kiberlain ve Vincent Lindon, Fransız sinemasının şu anki büyük yıldızları..
Z kuşağının yeni nesil aşkının filmi...
Ritmik senkronize pandomim dans karışımı figürasyonla cinsellik soyutlanmış..
Hülya Avşar'ın Sinan Çetin yapımı Berlin in Berlin filmindeki dillere destan haldır haldır mastürbasyon sahnesini yeni nesil 21 yaşındaki oyuncu/yönetmen Suzanne'in 30 sene sonra nasıl rafine bir sekansla düşünsel tatmine dönüştürdüğüne tanık oluyoruz..
Minimalist, yani "Az çoktur" türü oyunculuk hâkim karakteri filmin..
Paris'te Son Tango'daki genç kız, olgun adam arasında yaşanan gerilimli, vulgar, tereyağlı, sert seks sahnelerinin esamisi yok bu yeni gerçekçi, "yepyeni dalga" a la française bir aşk filminde..
Bana sorarsan, görülmeye değer!.

***


SEVDİĞİM LAFLAR
Bir insanın içinde intikam alma arzusu varsa, onu işbaşına geçirmek, bir delinin eline kılıç vermekten farksızdır. Kardinal Richelieu

***


TEBESSÜM
Yengeçlere göre, balıklar uçuyor mu sizce de?.
(Önce gülümsedim. Sonra Einstein'in "Görelilik Teorisi"ni düşündüm.. Aslında her Tebessüm'de bir felsefe yok mu, zaten!.)

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar