Malazgirt, Anadolu'nun kaderini yazan tarihtir. Dününü bilmezsen yarının da olmaz.
Türklerin tarihi; atalarımızı, dünümüzü, her olayı her anıyla gururla bilmemiz, anlamamız ve yarınlarımıza taşımamız gereken, hiçbir millete nasip olmamış şanlı bir tarihtir. Perşembe günü Malazgirt Zaferi'nin 951. yılını görkemli bir devlet töreniyle kutlarken, ne büyük bir devlet, ne büyük bir millet olduğumuzu bir kez daha görmenin haklı gururunu yaşamayan var mı?
Başkan Erdoğan'ın her fırsatta söylediği, "Cumhuriyet'in 100. yılında ve Anadolu'nun Türkleşmesinin 1000. yılında büyük Türkiye hayali ve hedefi" her geçen gün daha da anlaşılır oluyor.
MHP Lideri Devlet Bahçeli de partisinin 10. Olağan Kongresi'nde şu sözleri boşuna söylemedi: "İstanbul'un fethinin 600. yılında 2053'te 'Süper Güç Türkiye' ülkü ve gayemiz bulunmaktadır. Amacımız, son yurdumuzda devlet kurmamızın 1000. yıldönümü olan 2077'de Türkiye'nin dünyaya yön veren siyasi, ekonomik ve kültür alanında rakipsiz olmasıdır." Cumhur İttifakı ortaklarından böylesine bir milli şuur ve vizyon tarifi, bugün adım adım gerçekleşiyor.
26 Ağustos, Türklere Anadolu'nun kapılarının açılması kadar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün komutasındaki Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nin de yıldönümü. Alparslan 951 yıl önce "Ya şehit ya muzaffer olacağız" diye çıkmıştı fethe, Atatürk de bir asır önce "Ya istiklal ya ölüm" diyerek aynı hedefi koydu. 1071'de vatanı kurduk, 851 yıl sonra vatanı kurtardık.
Tarih tekerrürden ibarettir ve Türklere karşı yenilmenin acısını hissedenler, hâlâ intikam almanın peşindeler. Son 9 yıldır yaşadıklarımız, yüzlerce yıl sonra bile bize olan kinin bitmediğini gösteriyor. Ancak 951 yıl önce Malazgirt'te Alparslan'ın, 100 yıl önce Dumlupınar'da Atatürk'ün gösterdiği hedef, bugün Erdoğan'ın iman ve inancı ile devam ediyor. Ve aynı milli şuur, aynı ruh bugün de milletin düşmanlara karşı aynı direnci göstermesini sağlıyor.
Perşembe günü Malazgirt Ovası'nda yürüyen her gencin dilinde, aklında ve yüreğinde, "tüm Türk tarihindeki atalarına inancı ve adanmışlığı" vardı. Bunu, başka milletlerin, başka devletlerin anlaması mümkün değil. Çünkü bu yüksek tarih bilinci, bu milli şuur, bizim binlerce yıl öncesinden işlemiş genlerimize. Bu zaferden 851 yıl sonra Kurtuluş Savaşı'nda onca yokluğa, onca eksiğe rağmen kanıyla canıyla, kadını, erkeği ve çocuğuyla nasıl destan yazabildi diye soranlara 1071'i hatırlatmak yeterli aslında.
Damarlarımızda akan asil kanın bilinciyle, bizi biz yapan değerlerimizle ve Türklüğümüzle, büyük ve güçlü Türkiye yolunda emin adımlarla ilerlerken hatırlamamız gereken tek şey de bu.
***
GÜLŞEN...
Sanatından ziyade "giydikleri, giymedikleri, yaptıkları ve toplumun önemli bir kesiminin sinir uçlarına dokunan sözleriyle" gündemde kalmak şarkıcı Gülşen'in tercihiydi. Son olarak imam hatiplilere yönelik en adi, en alçakça hakaretiyle 7'den 70'e tüm kesimin nefret ve tepkisini çekti. Verilen cezanın karşı tarafta yaratacağı mağduriyet üzerinden haklı iken haksız duruma düşmek kimsenin tercihi olamaz, olmamalı.
İşte tam da bu yüzden Gülşen'e "hukuki değil de başka bir ceza verilmesi gerektiğini" düşünenlerdenim. Sanatıyla değil sansasyon ve hakaretleriyle gündemde kalmaya çalışan bu kişiye verilecek en ağır ceza da toplumdan, izleyiciden, dinleyiciden olmalı. Ben kendi adıma bir daha Gülşen dinlememe ve izlememe kararı aldım. Sizin cezanız ne olurdu?
Yorum Yazın