Türkiye'nin hele o günlerde en ünlü bestecisi.. Yaptığı plak iki yüzü ile hit olmuş.. Haftalardır bir numarada.. Radyolar, televizyon, gece kulüpleri, diskolar hep o şarkıyı, hele de "a" yüzünü çalıyor 45'liğin.. Ama bestecisi geçinmek için bir hırdavatçı dükkânına çalışmaya gidiyor, Murat 124 arabasıyla.. Kurtuluş'ta bir tanıdığına rastlayıp arabasına alıyor. O sırada radyoda "Beni benimle bırak" şarkısı çalmaya başlamaz mı?. Uzanıp sesi açıyor ve arkadaşına hava atıyor..
"Bu şarkı benim.." Arkadaşı kahkahalarla gülmeye başlıyor.. "Sallama Majak" diyor.. "Bu şarkı Cenk Taşkan'ın bestesi.."
"Majak da kim?" diye hâlâ soranlar vardır aranızda.. Onlara "Naum Şalamanov kim?" deseniz bilirler.. Bulgar'ın Jivkov döneminde Türklere yaptıkları mezalim arasında dünya ünlüsü Türk asıllı haltercisine, "Bu Türk adından vazgeçip Bulgar adı almazsan, spor da yapamazsın, evine de dönemezsin" dedikleri Naim Süleymanoğlu..
"Cep Herkülü" takma adı takılan ve Time'a kapak olan Naim.. 1988'de, "koparma" ve "silkme"de üçer kaldırışın üçünde de dünya rekoru kırar, bunlara tabii "toplam"ı da ekleyerek bir Olimpiyat Gecesi'ni 9 Dünya Rekoru ile kaparken, biz Atilla Gökçe kardeşimizle piste beş metre mesafeden izliyor ama, artık kısılmış sesimizle "Bravo" diye bağıramıyorduk bile.. O sırada ısınma odasından piste girilen dar kapıda, Naim'in, kendi yetiştirdiği öz evladının sadece temsil ettiği, hocası olduğu Bulgar'ı değil, tüm dünyayı devirişini gözyaşlarıyla izleyen hocaları, o da dünya ünlüsü Osman Abaciev dikkatimi çekti.. İçimi, coşku ve hüzün ayni anda kapladı..
Kendimi Abaciev'in yerine koydum da..
Naim'i de, öyküsünü de Time kapağından sonra dünya tanıdı.. Naum'u öğrendi..
Ama Majak'ı, yakın dostum ve çok sevdiğim Majak Toşikyan'ı bilen, yani hâlâ dillerden düşmeyen, "Şarkıcıyım" diyen herkesin hâlâ söylediği "Beni benimle bırak" şarkısının bestecisinin, Cenk Taşkan Türk adı takılmış Ermeni asıllı sanatçı Majak Toşikyan olduğunu Ermeni cemaatimiz ile yakın sanat ve arkadaş çevresinden başka bilen var mı?.
Anılar da onun..
Cambaz, Bir Nefes Gibi de.. Yazdığı şarkılar, yaptığı film ve müzikal oyun müzikleri, özel törenler, mesela Kahramanmaraş Kurtuluş Destanı Kutlama müzikleri.. Hepsini yazmaya kalksam, hayır, sadece hit olan, milletin ezberlediği şarkıları yazsam, Sabah'ın Majak eki yapması gerekir..
O Majak işte yıllardan beri Kanada'da yaşıyor..
Ve her yılbaşı, her doğum günüm ve her Şeker, Kurban bayramlarında beni arayıp kutluyor.
Ceple özlem gideriyoruz Majak'la..
2021 başında "Kitap yazıyoruz" dedi.
Nehir söyleşi gibi ama değil, belgesel gibi.. Majak anlatıyor, Vercihan Ziflioğlu kaleme alıyormuş..
O kitap işte, ekimde elime geldi..
Adı "Beni Benimle Bırak!." Hemen, ünlü ama onu zirveye taşırken tutunduğu herkesi bugün unutan şarkıcının adı aklınıza geldi değil mi?. Majak'ı hiç duymadınız ki, nerden bileceksiniz!.
Gelir gelmez yutar gibi okudum..
Kitabın adının "Beni Benimle Bırak" olmasına bir hırdavatçı tezgâhtarına açık seçik, "Müzikten para kazanmak istiyorsan, adını değiştireceksin.
Yoksa seninle sözleşme yapmayız, telif melif alamazsın" baskısı yapan o zamanın plakçılık merkezi İMÇ (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı) patronları, yani müziğin Jivkovları sebep olmuş.
Türk sanatı, ressamından filmcisine, klasik Türk müziği besteci ve saz ustalarına kadar Ermeni asıllı harika adamlarıyla doluyken, Majak'ı, Majak'la bırakmamışlar yani..
Ne dedim ben şimdi, ne dedim?.
"Majak'ı Majak'la bırakmamışlar.." Yani "Beni benimle bırak" adlı muhteşem beste, Majak'ı Majak'la bırakmadıkları için mi Cenk Taşkan adıyla çıkmış?.
Majak, onu Majak'la bırakmadıkları için mi, doğup büyüdüğü ülkesinden, vatanından uzaklara düşmüş..
"Biz göçmüşüz buralardan" adlı muhteşem bestenin ilhamı da ayni mi, yani..
Majak'ı Majak'la bırakmadıkları için olmasın o şarkı da..
Menderes zamanı bir utancımız var.. 6/7 Eylül.. Azınlıkların çoğu korku içinde kaçmışlar, her şeylerini bırakıp..
İnönü zamanı da bir utancımız.. "Yanınıza 20 dolar ve 20 kilo alıp gidin" demişiz, azınlıklara..
İstanbul'un mozaiğini paramparça etmişiz..
Kuzey Işığı Yayınları'ndan çıkan bu kitabı, yani "Beni Benimle Bırak"ı alın.. Alın ve okuyun, Majak Toşikyan'ın "Beni benimle bırakın" diye attığı çığlığın öyküsünü.. Ötesi.. "Biz göçmüşüz buralardan" diyenleri, buraları hem de nasıl özlediklerini hiç unutmayın.. Başka göçlere sebep olmadan kucaklayın komşularınızı..
Kitap hakkında daha fazla bilgi için tıklayın..
www.kuzeyisigiyayinlari.com
bilgi@kuzeyisigi.com
***
BEKİR COŞKUN'UN BİLMEDİĞİ YAZ GEÇTİ...
Son yazısını bir Urfa yöresi ağıtıyla başlayıp bitirmişti.. 2020 Eylül'ündeki son yazısına "Yazı Bilmem" diye başlık atmıştı.. Geçen hafta içindeydi, ölümünün birinci yılı.. Adeta bilirmişçesine, bir veda yazısı gibi kaleme aldığı o son yazıyı tekrar ederek başlamak isterim söze..
***
Yazı bilmem
Yazarım yazı bilmem
Bu yaz böyle geçti
Gelecek yazı bilmem...
*
Korona belasının ilk günleriydi...
Henüz kimse işin ciddiyetini anlayamamıştı... Sevgili doktorumuz Prof. Dr. Mehmet Oral, Andree'yi (Eşi) arayarak "Kemoterapilerden dolayı Bekir Bey'in bağışıklık direnci yok, birinci sınıf hedef... Onu yukarıdaki odalardan birisine çıkartabiliyorsanız çıkartın. (Benim Postal'ı bırakıp yukarı çıkmayacağımı biliyor.) Çok hijyen bir ortamda olması lazım... Kimse henüz felaketin farkında değil..." demişti...
Birkaç gün sonra korona patladı...
Tabutlar, kireç kuyuları, tam bir dehşetti...
Yaklaşmak, sarılmak, el sıkmak, kucaklaşmak yasaktı... Maskeler, kolonyalar çıkmıştı ortaya... Türkiye 5 senede tükettiği kolonyayı bir ayda bitirdi... Kimse kimsenin elini sıkmıyor, zibidileri saymıyorum, durakta, otobüste, metrolarda insanlar kurallara uyuyorlardı...
*
O sabah Andree ile karşılaştığımızda üç metre uzakta durdu, kollarını bir bebeğe sarılıyormuş gibi yapıp, iki yana salınmaya başladı...
Sarılmamız böyleydi artık...
O an bir bebek olup uçtum sevgilimin kucağına...
Bebektim... Uzun hayat vardı önümde, büyüyecek, okuyacak, başaracak, gazeteci olacaktım... Mahkeme koridorlarında rahmetli babamın adı "Mehmet Zeki Oğlu..." diye hep geçecekti...
Korkacaktım, ama peltek dilimi tutamayacaktım...
Burası en güvenilir yerdi işte; sevgilimin kucağında bebek...
O gün bir bebek gibi ağladım...
*
Bir yaz bitti...
Çoğumuz evlere kapalı geçirdik yazı... Ne plajlar eskisi gibiydi, ne parklar... Polis, zabıta korkusundan "Acaba maskem duruyor mu" diye burnumuzu yoklayıp durduk... Virüsün korkusu yaşamın üzerine bir kara bulut gibi çökmüştü bir kez...
Hayallerin çoğu kursaklarda kaldı...
Hüzünle bir yazın arkasından bakıyoruz...
*
Üzülmeyin...
Yaşama saygımız, hasretlerimiz, özlemlerimiz, sevgilerimiz, hayallerimiz, düne göre çok daha fazla...
*
Bu yaz böyle geçti...
Gelecek yazı bilmem
***
Sen bilmiyorsun ama, biz biliyoruz Sevgili Bekir.. Son yaz, senin son yazından pek az farklıydı. Ama hele benim için çok büyüktü o fark.. Sen yoktun, Bekir..
Seni anlatan, anlamayanlara anlatan bir yazı yazmıştım, son yazın başlarken.. 2020 Mayıs'ı.. O gün mesajın geldi..
"Teşekkür ederim.. Benimle ilgili yazını Instagram sayfama koydum.. Bir madalya gibi.."
Hemen cevap yazdım..
"Sen hepimizin madalyasısın Bekir.."
O mesajlaşma aradan geçen 1.5 yıla rağmen telefonumda durur. Hep de duracak.. Benim madalyam o çünkü. Aldığım en büyük ödül..
Şu anda önümde, ölüm yıldönümün 15 Ekim'de, biricik eşin Andree'nin el yazısıyla sana yazdığı satırların Sözcü'de çıkan fotoğrafı duruyor.
"Hayatımın en büyük yokluğu Sensin.
Dokunamadığım yüzünü, duyamadığım sesini, sarılamadığım bedenini, tutamadığım ellerini özlüyorum...
Seni çok özlüyorum
Sevgilim Andree Coşkun"
***
Bekir'le ayni gazetede değil, ayni binada çalışmıştık. Ayni patronun gazetelerinde.
Rahmetli İzzettin Turanlı, bizim Yeni Tanin'i kuranlardandı.
Senin stajyer foto muhabiri olarak mesleğe girdiğin Hür Anadolu'yu da o kurmuştu, Mustafa Özkan kardeşimle beraber..
Yıllardan beri Monaco'da yerleşen, kardeşim Kemal'in sınıf arkadaşı, benim yakın dostum, Turkcell'i kuran Murat Vargı, tatil için İstanbul'a gelmiş..
Dostlarını aradı.. Gümüşsuyu'nda harika İstanbul manzaralı bir özel lokanta Madam Niça'da buluştuk..
Nerdeyse yıllardır görmediğim dostlar da orada..
Mustafa Özkan'la yan yana oturduk, 3.5 saat süren o sohbeti ve tadımlığı bol masada.. Necati Zincirkıran vardı.. Güneri Cıvaoğlu..
Ölüm yıldönümündü.. Seni de konuştuk tabii, ilk patronun Mustafa ile..
Ne anıları varmış seninle..
Çok önemli bir yer ve zamanda, tesadüfen orda bulunduğun için Başbakan Demirel'in resimlerini bir tek sen çekmişsin, 12 pozluk film alan makinenle..
Herkes Bekir'in resimlerini bekliyor, dünya ajansları dahil.. Ama Bekir görünürde yok..
"Nihayet benim odama geldi" dedi, Mustafa.. "Ben o çok kıymetli resimlerin filmini banyoda yaktım. Tek kare yok.
Artık burada çalışmaya hakkım da yok.
İstifamı bildirmeye geldim" demiş..
"Zaten stajyer, 3 otuz para alan gencin bu meslek ve insan namusuna hayran oldum" dedi, Mustafa.. "Hayır istifa etmeyecek ve bu mesleğe devam edeceksin. Yalnız hatalarını bilecek, bir yaptığın hatayı bir daha yapmayacaksın.." Metin Toker'in kendine mesken diye yaptırdığı o binanın merdivenlerinde seni koşarken çok gördüm Bekir.. Ama hem işlerimiz, hem gazetelerimiz ayrıydı..
Selamlaştık, belki el de sıkıştık.. Ama o zaman Bekir'din sadece. Senin Bekir Coşkun olacağını nerden bilecektim ki..
Sonunda ilk büyük işinde sana ihanet eden makineyi attın ve muhabirliğe, ordan da köşe yazarlığına atladın.. Bu ülkede doğru söyleyeni 9 köyden kovdukları için de, köşenin tepesine "Onuncu Köy" başlığını koydun.. Ve seni okumak benim için tiryakilik oldu. Katılmadığım fikirlerini bile zevkle okuyordum. Çünkü o enfes satırlarda sadece düşündüğünü, sadece inandığını yazdığını biliyordum. Fikirlerin başka başka olması dünyanın güzelliğidir. Sen bir de güzel yazardın, üstelik. İnanırdın çünkü her kelime, her hece, her harfine.. ve..
..ve arkanda anıt gibi bir isim bırakarak "Sonsuzluk Köyü"ne taşındın..
Bilmediğin yaz böyle geçti, işte Bekir!.
Gelecek yaz mı?.
Onu da ben bilmem!.
***
Ünal Özüak / Kitap
68'LERİ YAŞAMIŞTAN BİR ROMAN...
Yaşanmışın kitabı başka oluyor... Tıpkı söyleyende olduğu gibi, kitap yazanda da ne yazdığına değil kimin yazdığına bakarım önce...
68 kuşağının yaşadıkları kitaplaştırıldığında ancak yaşayarak öğrenmiş olana itibar etmek gerekir... Destek Yayınları'nın çıkardığı 422 sayfalık Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var romanının yazarı Osman Balcıgil o yılları anbean içinde yaşayanlardan..
Vikipedi şöyle tanıtıyor yazarımızı..
"Osman Balcıgil, Türk gazeteci, televizyoncu, yazar, romancı. Ulusal gazete, dergi ve televizyonların haber bölümlerinde muhabir, editör ve yönetici olarak uzun yıllar çalıştı. Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerindeki toplumsal içerikli yazı, araştırma ve incelemeleri dikkat çekti. Gazetecilik çalışmalarından sonra ağırlıklı olarak televizyonla ilgilenen Balcıgil, ATV, Star, Show, Kanal 6, HBB gibi televizyon kanallarında Haber Daire Başkanlığı ve Haber Müdürlüğü yaptı." "Osman Balcıgil'le Gece Hattı" ve "Kırmızı Koltuk" gibi televizyon tarihinin başarılı programlarına imza attı.
"Ela Gözlü Pars: Celile" adlı romanıyla Nâzım Hikmet'i ve ailesini, "Yeşil Mürekkep" adlı biyografik romanıyla da Sabahattin Ali'nin yaşamını anlattı. "İpek Sabahlık" adlı romanıyla Suat Derviş'in yaşadığı büyük hayatı gözler önüne serdi. Ünlü gazeteci, romancı ve aktivistin yeniden bilinirliğini sağladı. "Afife Jale" adlı romanıyla okurları Osmanlı'dan genç Türkiye Cumhuriyeti'ne geçilen çok özel döneme götüren Balcıgil, bu kitabında ilk Müslüman kadın tiyatro sanatçısının hayatını konu edindi.
"Putlar Yıkılırken" Balcıgil'in dönem romanlarından biri. Balcıgil bu romanında İkinci Dünya Savaşı başlarken, devam ederken ve bittikten hemen sonra olup bitene farklı bir bakış getirdi.
Balcıgil son romanı "En Hüzünlü Eylül"de 1955 yılında gerçekleşen 6-7 Eylül olaylarını konu ediniyor.
Geçmişinden örnekleme yaparak bugüne bir türlü gelemeyen "oldies/eskiden acayiptik biz" anlatıcılarından olmak pahasına, hafızaları tazelemek, sıkıntılı yarınlara hazır olmak adına, yaşayan şahidi olarak, durumdan hiç hoşnut olmadığının farkında olduğum günümüz genç devrimcileri için 68 ruhunun kerametini konu alan her kitabın başım üzerinde yeri var.
22 Mart 1968 günü Paris'te Nanterre Üniversitesi'nde Daniel Cohn Bendit (Kızıl Danny) önderliğinde bir grup öğrenci, ABD'nin Vietnam savaşını protesto ederek 68 olaylarını başlattı. Bütün dünyada eşzamanlı üniversite işgalleri, eğitim boykotları hızla yayıldı. Bu olaylara "68 olayları", bu olaylar sırasında üniversitede bulunan ve devrimciler adı verilen kanatta yer alan öğrencilere de "68 kuşağı" adı verildi.
Osman Balcıgil soluk kesen bir dönem romanı yazarken tarihsel gerçeklere sadık kalmış! 1960'lı yılların sonlarında yaşanan büyük altüst oluşa kimler, hangi nedenlerle nasıl yön verdi?
Kendinizi, hukuk öğrencisi güzeller güzeli Lale ile Denizci Teğmen Fuat'ın fırtına misali aşkına hazırlayın.
---------------
Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var
Destek Yayınları
www.destekdukkan.com
***
LATİN SÖZLERİ
"Qui se ipse accusat, accusari non potest!"
"Kendisini suçlayan kişi, suçlanamaz!"
Publilius
***
PAZAR DİZESİ
"Satın alınamayan şeyleri severim ben...
Deniz gibi,
Gökyüzü gibi,
Ay ve güneş gibi,
Ve sevgi gibi
Sabahattin Ali
Yorum Yazın