Mustafa Kemal, “Cumhuriyet’i biz(milletle) kurduk, onu yükseltecek sizsiniz” diyordu. Yani ortada tam tekâmül etmiş, yükselmiş değil; kurulmuş sistem vardı. Sistemi yükseltmek yerine yıllarca manipüle ederek “ezanlarımıza” bile müdahale ettiler. “Atatürk” diye darbe yapıp, “sağdan soldan gençleri” idam ettiler; karşı çıkanları “Atatürk’e düşmansınız” diye yaftaladılar. Velhâsıl sistemi biz kurduk ama onu ele geçirenler zırt pırt bize müdahale etti.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni güncellemek ve Cumhuriyet’i yükseltmek bizim (milletimizin yetkilendirdiklerinin) vazifesidir. Güncellemek ile büsbütün ortadan kaldırmak aynı şeyler değil!
Montrö’yü savunanlar sözleşmenin maddelerini bir türlü söylemiyor. Size Montrö’yü yazacağım, bakalım ülkemizin tapusu mu yoksa bizi kendi ülkemizde bekçi yapan bir sözleşme mi?
1)Montrö Sözleşmesi Mustafa Kemal’in yetkilendirdiği heyetçe 20.07.1936’da imzalandı.
YORUM: Sözleşme sebebiyle kimseyi suçlamıyoruz. Dönemin şartlarında ancak bu kadar olmuştur, diyoruz.
2)Tamamı 14 sayfa ve 29 maddeden oluşuyor. Maddeler açık kaynaklarda var. Öyle gizli değil, internete girip 1 saatte tümünü okuyabilirsiniz. Okuyun ki doğruları yazıp yazmadığımı bir de kendiniz teyit edin!
3)İşte en önemli maddeler:
MADDE 2: Gemiler gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, hiçbir işlem olmaksızın, Boğazlar’dan geçiş tam özgürlüğünden yararlanacaktır. Bu gemilerden hiçbir vergi ve harç alınmayacaktır.
YORUM: İsteyen ülke, istediği vakit geçebilir. Kimyasal madde, patlayıcı, füze bile taşısa gemilerde arama yapılamaz, “geçemezsin” denilemez. Tartışmalarda Boğazlar’ın uluslararası geçiş yolu olup zaten vergi alınamayacağı söyleniyor. Madem öyle neden “Vergi alınmayacak” maddesi özellikle eklendi. Çünkü önceki dönemlerde vergi alınıyordu.
MADDE 21: Milletler Cemiyeti Konseyi, Türkiye’nin kendisini yakın bir savaş tehdidi altında hissettiği kararının 3’te 2 çoğunlukla haklı olmadığına karar verirse Türk hükümeti aldığı önlemleri kaldırır.
YORUM: Altıncı maddede “Türkiye kendini savaş tehdidi altında hissederse savaşacağı ülkenin gemilerini geçirmeyebilir” deniyor. Ama yukarıda görüldüğü üzere “Türkiye’nin savaş tehdidi altında olduğuna” karar verecek olan Türkiye’nin kendisi değil, İngiltere ve Fransa’nın üye olduğu Milletler Cemiyeti Konseyi olacak. Tam bağımlılık!..
MADDE 24: Türk hükümeti yabancı bir deniz kuvvetinin yakında Boğazlar’dan geçeceği kendisine bildirilir bildirilmez, bu kuvvetin kuruluşunu, tarafını, Boğazlar’a giriş için öngörülen tarihi ve gerekirse olası dönüş tarihini, Bağıtlı Yüksek Tarafların Ankara’daki temsilcilerine bildirecektir.
Türk Hükümeti bütün bilgileri kapsayan yıllık bir raporu Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri’ne ve Bağıtlı Yüksek Taraflara sunacaktır.
YORUM: 1923’te Lozan Sözleşmesi’ne en büyük itiraz “Boğazlar’da yabancılardan oluşan komisyon” kurulmasıydı. 1936 Montrö’de komisyon kaldırıldı, ancak komisyonun görevi kaldırılmadı. Boğazlar’dan geçen tüm gemileri üye ülkelere rapor ediyoruz. Sizce topraklarımızdaki bir eylemi başka ülkelere bildirmek zorunda mıyız?
4)Sözleşmenin diğer maddeleri “gemilerin tonajı vs” detaylardan oluşuyor. Savaş gemilerinin geçişi sınırlanıyor ve “21 günden fazla Karadeniz’de duramazlar” deniyor.
YORUM: Savaş gemileriyle ilgili maddelere itiraz yok, ama Karadeniz’i korumanın bedelini neden sadece Türkiye ödüyor. “Montrö kaldırılsın, ABD savaş gemileri rahat geçsin” demiyoruz, asla demeyiz. Ancak Türkiye’nin boğazları neden “yolgeçen hanı” gibi tüm gemilere açık ve bunların geçişini başka ülkelere çatır çatır raporluyoruz.
Montrö’nün nasıl bir “tapu” olduğuna siz karar verin artık!
“KANAL İSTANBUL MEVZUSU”
Montrö ve Kanal İstanbul tamamen bağlantılı değil, ancak bütünüyle ayrı da değil!
1)Kanal İstanbul açılınca Montrö’nün “savaş gemileri” maddeleri direkt bertaraf olmak zorunda değil; hiç kimse “ABD ve başka ülke savaş gemileri boğazlardan geçsin” demiyor.
2)Boğazlar’dan yılda ortalama 50 bin gemi geçiyor ve 50’nin üzerinde kaza oluyor. Montrö imzalandığında 5 bin gemi geçiyordu, şimdi 10 katına çıktı.
3)Arayamadığımız, dur diyemediğimiz gemiler nükleer maddeler taşıyor olsa ve Mustafa Kemal’in vefat ettiği Dolmabahçe Sarayı’nın yanında patlasa, Topkapı Sarayı’nın, Ayasofya Camii ve Sultan Ahmet Meydanı’nın hizasından geçerken patlasa bunun ağır bedelini kim ödeyecek!
SORUYORUM: Türkiye’nin ve İstanbul’un bu en değerli ve kalabalık noktasından içinde ne olduğunu bilmediğimiz 50 bin geminin her yıl geçmesine “artık yeter” demek gerekmez mi?
Bize düşen; değişen şartlar altında yeni sözleşmeler imzalamak ve “Biz(milletçe) kurduk, gelecek nesiller olarak siz (yine milletçe) yükselteceksiniz” vasiyetini yerine getirmektir. Muhtaç olduğumuz kudret, tarihimizin bütün damarlarında mevcuttur!
Yorum Yazın