Dün sabah büyük bir memleket meselesi ile uyandım...
1. Aynı zamanda şahsi meselem de tabii.
Olay, sabah uyanıp dünya borsalarındaki kahve çekirdeği fiyatlarına bakmamla patladı...
Gözlerime inanamadım...
1.87 dolar yazıyordu...
Yani 1 pound’u 1.87 dolar...
Bundan bir süre önce baktığımda bu rakam 1.20 ile 1.40 dolar arasında gidip geliyordu...
Bir anda 1.87 dolara fırlamıştı.
*
Hemen şöyle küçük bir hesap yaptım...
1 pound, yuvarlarsak, yarım kilo demek...
Yani 1 kilo kahve çekirdeği, üretildiği ülkede 3.74 dolar olmuştu...
Bu da şu demekti...
Bir kilo kahve çekirdeğinin uluslararası borsadaki değeri 20 liradan 32 liraya çıkmıştı...
Demek ki neredeyse yüzde 50 bir artış vardı...
*
Estee Lauder başkanı Leonard Lauder, bir zamanlar kriz döneminde kadınların satın alma gücünü ölçmek için “lipstick index” (dudak boyası endeksi) diye bir kavram yaratmıştı.
Geçen yıl pandemi döneminde maskeler takılınca, bu defa göz makyajı malzemeleri ön plana çıktı.
Onun için de “maskara endeksi” diye bir kavram yaratıldı.
Öyle sanıyorum ki bütün dünyada, pandemi, ekonomik kriz, iklim değişikliği, siyasi kutuplaşma gibi sorunlar arttıkça kahve tüketimi de artacak...
Yani artık insanların sabah keyfi satın alma gücünü ölçmek için bir de “kahve fincanı endeksi” yaratmak gerekecek.
*
Ama gelin önce dünya borsalarından Türkiye’ye dönelim.
2. BÜYÜK BİR KAHVECİ DÜN KAHVENİN TONUNU KAÇ DOLARDAN ALAMADI
BORSADAKİ 1.87 dolar rakamını görünce, hemen Türkiye’deki kahve piyasasının önde gelen isimleriyle konuştum.
Onların verdiği rakamlar daha da ürkütücüydü.
Türkiye’de en çok kullanılan kahve Brezilya menşeli “Rio Minas Arabika”ymış...
Geçen yıl, Brezilya’da, nakliye ve vergi öncesi tonunu 1.900 dolardan alıyorlarmış. Ancak dün itibarıyla 3.300 dolardan kahve bulamamışlar.
Bir fincan kahvenin enflasyonunu bir düşünün...
3. FİLTRE MONŞERLERİNE DAHA KÖTÜ BİR HABER
BEN sabahları filtre kahve içiyorum.
Yani fincanla değil, onun beş katı kahve alan tasla... Üstelik, Fransa yıllarımın verdiği alışkanlıkla uyanır uyanmaz üç tas içiyorum...
Benim gibi “filtre monşerleri”ne haberim daha da kötü.
Filtrelik çekirdek kahvenin tonu da 5.500 doları geçti...
Üstelik bu Brezilya’daki fiyat. Yani buna taşıma ve yüzde 15 vergiyi de ekleyeceksin. Kavurma sırasındaki yüzde 20 kaybı da ekleyeceksin.
Yani fincan enflasyonundan, tas enflasyonuna geçince, meselenin boyutu da çarpan etkisiyle artıyor.
O zaman gelelim kahvehanelerdeki ve millet kıraathanelerindeki duruma... Orada fincan enflasyonu ne olacak?
4. MAHALLE KAHVEHANESİNDE VE MİLLET KIRAATHANESİNDE FİNCAN ENFLASYONU
- KIRAATHANECİLERE daha az kötü bir haberim var... Orada fincan enflasyonu yüzde 50 olmayacak.
Çünkü kahvehanelerde bir fincan kahvenin maliyetinde kahvenin payı yüzde 20...
Gerisi dükkân kirası, çalışan parası ve öteki giderler... Yani artış olsa olsa yüzde 20 olacak.
Kısaca, millet kıraathanesinde, sokak kahvehanesinde durum şimdilik sakin... Ama kahveyi evinde pişiren kadınlara gelince, evdeki fincan enflasyonu daha farklı...
EVDEKİ FİNCAN
5. TÜRKİYE’DE YILDA 1 MİLYON KAHVE PİŞİRME ALETİ SATILIYOR
EVDEKİ durum, kıraathaneden farklı.
Çünkü onların kahve fincanı maliyetinde, çalışan vs gibi paylar yok. Önceden tahmisten, alışveriş merkezinden aldıkları kahvenin fiyatı direkt ikiye katlanacak...
“Canım ne var bunda, evde alt tarafı iki fincan kahve içiyorsun” demeyin...
İşin boyutunu anlatmak için de dün öğrendiğim şu rakamı vereyim:
Türkiye’de kahve ısıtıcı ve otomatik kahve makinesi satışlarında patlama varmış. Yılda 1 milyon kahve pişirme aleti satılıyormuş. Elektronik cezve yani...
Anlayacağınız 1 milyon elektronik cezvedeki fincan enflasyonu TÜİK rakamlarını katlayabilir.
Bu durumda belki millet kıraathanesinde, mahalle kahvehanesinde, kafede kahve içmek evde içmekten ucuza gelebilir.
6. BİR STARBUCKS LATTE’Sİ NE OLUR
“ORGANİZE filtrecilerin” durumuna gelince...
Küresel çaptaki büyük kahve zincirleri için şimdilik tehlike yok.
Starbucks gibi şirketler bütün alımlarını bir yıl önceden, eski fiyatlarla yaptıkları için gelecek yıla kadar bu fiyatlarla devam edebilirler.
Alımlarını aydan aya yapan küçük satıcıların durumu daha zor...
SUÇLU KİM
7. SENİN FİNCANININ, BENİM TASIMIN İÇİNE KİM PARMAĞINI SOKUYOR
KAHVE fiyatları neden böyle uçtu?
- BİR: İklim değişikliği... Bizim ormanımızı yakan ısınma geçen sezon Brezilya’da kahve ağaçlarını donduran bir soğuk olarak gösterdi kendini...
Kahve ağaçları dondu.
Üretim düştü...
Aynı durum kahve kuşağındaki öteki Latin Amerika ülkelerini de vurdu.
*
- İKİ: Kolombiya’daki iç kargaşa ve gösteriler: Bu üretici ülkenin iç siyasi kavgaları kahve üretimini de vurdu.
*
- ÜÇ: Kahve modası: Türkiye’nin otoyol istasyonları bile çaydan kahveye döndü.
Herkes kahveci oldu... Talep arttı.
GÜNÜN TARTIŞMASI
‘ŞİŞMAN’A ŞİŞMAN DEMEK CESUR BİR SAPTAMA MI YOKSA
DENİZ Akkaya’nın, Armağan Çağlayan’la yaptığı sohbeti büyük bir keyifle izledim.
Işığı harika bir programdı. Deniz Akkaya’nın saç modeli, kıyafeti harikaydı.
Yeni bir Deniz Akkaya gördüm programda...
Kendiyle çok barışık, küslüklerini gidermeye çalışan, yaşının farkında olup da bunu güzel bir enerjiye çeviren, sempatik bir insan vardı.
*
O programda bir magazinci için çok güzel malzemeler de vardı. Ama en çok konuşulan bölümü onun “şişmanlarla” ve “anoreksiklerle” ilgili sözleri oldu.
“Şişmanlarla ve çirkinlerle görüşmüyorum” diyordu.
Önce irkildim ama cümlenin devamını
duyunca kafam karıştı...
Diyor ki: “Aynaya baktığımızda çözebileceğimiz sorunları elimizin tersiyle itmemeliyiz...”
Yani bu “Kilo verin, sizinle konuşayım” anlamına mı geliyor?
*
Yıllardır insanlara “Her gün aynaya bakın ve kendinizi beğenmeye çalışın” diyorum. O nedenle bu iki cümleyi art arda okuyunca acaba “Cesur bir saptama mı?” yoksa “Ağır bir aşağılama mı?” ikilemi içinde kaldım. Ancak konuşmasında bir kelime daha var.
“Çirkinlerle de görüşmüyorum” diyor...
İşte bu, “cesur saptama” yorumunu geçeriz kılıyor.
Böyle bir sözü Amerika Birleşik Devletleri’nde etse bir daha televizyon programlarına çıkması zorlaşırdı.
*
Diyeceğim...
Yepyeni ve sempatik bir Deniz Akkaya gördüm o programda... Bir de şişmanlarla ve çirkinlerle ilgili düşüncelerini daha zarif uyarılar halinde ifade etse...
Programda anlattığı “Yeni Deniz Akkaya” profiline çok daha yakışırdı.
SEVİYELİ MAGAZİN
BAK ŞİMDİ: O GECE ŞAMDAN’IN TUVALETİNDE NE OLDU MERAK ETTİM
DENİZ Akkaya geçmişe ait ilginç anekdotlar anlattı.
Mesela Şamdan’a gittiklerinde sevgilisi veya kocası geldiğinde tuvalete saklanan arkadaşları varmış.
Seviyeli magazinci tarafım uyandı. Çok merak ettim kimmiş bu tuvalete saklananlar...
Bir de şu vardı...
- İstanbul’a gelen “Guns and Roses” topluluğunun solisti Axl Rose’la kavga etmiş ve adamı sabaha karşı İstinye yolunun üzerinde arabadan indirmişler.
80 YAŞINDAKİ PAUL ANKA BİLE ‘EY HALK, KALK AYAĞA’ DİYORSA
DÜN streaming platformlara konan yeni şarkılardan biri çok dikkatimi çekti.
Paul Anka yeni çıkan “Making Memories” adlı albümüne bir şarkı koymuş:
“People Got the Power...”
Yani “Halk iktidara” diyen, siyasi içerikli bir şarkı.
“Ayağa kalkın” diye başlıyor...
Paul Anka 1960’ların başında benim İzmir’in Kemeraltı Çarşısı’nda aldığım ilk 78 devirlik plaktaki “Diana” şarkısını söyleyen adam.
Bugün 80 yaşında...
Frank Sinatraların “Las Vegas” ekolünden geçmiş bir sanatçı...
O bile 80 yaşında “Ayağa kalk ey halk; iktidara yürü” diye böyle ağır politik mesajlı bir şarkı yazıyorsa...
“Pandemi sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenler haklı çıkabilir.
12 YIL SONRA GELEN AYSUN KAYACI İLE İLGİLİ BİR GÖZLEM
BANA göre Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi mankenlerinden biriydi Aysun Kayacı...
Kişilikli de bir kadındı...
Yıllar önce seçmen oyları ile ilgili bir sözü dolayısıyla uzun süre yerden yere vuruldu...
Gelişmiş ülkelerde “onun fikri” denip geçilecek küçücük bir cümlesi siyasi mücadele konusu haline getirildi.
Kayacı sonra Londra’ya yerleşti... İyi bir aile kurdu.
12 yıl aradan sonra Türkiye’ye gelmiş...
Dün Sabah ve Hürriyet’e baktım...
İkisinde de o eski siyasi husumetin izi yok.
Haberi verirken o olayı hiç hatırlatma gereği duymamışlar.
Çok hoşuma gitti...
Zaman bazen işte böyle güzel bir etki yaratıyor...
İNTİKAM SOĞUK İÇİLEN ŞERBET Mİ
DÜN ABD’de yapılan bir araştırmanın sonuçlarını okudum.
Hani “İntikam soğuk içilen şerbettir” diye bir söz var...
İyi bir şeymiş gibi söylenir, oysa bana hep “serinkanlı bir katilin pusuda bekleyişini” hatırlatır.
Meğer o doğru değilmiş... İnsanların yüzde 58’i “intikamını hemen almak” istiyormuş.
Bir intikam telaşı varmış yani...
Bense hep şunu tercih ederim.
Bazen “unutabilmek” soğuk içilen serinletici harika bir kokteyldir. İntikam ve kin ise sıcak da içilse, soğuk da içilse, şerbet değil, bir zehirdir...
Yorum Yazın