Günlerdir Gıda Perakendecileri Derneği Başkanı ve BİM İcra Kurulu Üyesi olan Galip Aykaç'ın açıklamaları tartışılıyor. Baştan söyleyeyim. Perakende sektörünün en önemli oyuncularından biri olan BİM'in başındaki kişinin açıklamalarındaki üslubu ne kendisine ne kurumuna yakıştırdım.
Ne diyor Aykaç?
"Organize perakendede kâr edenlerin en yükseğinin ettiği kâr yüzde 4'tür. Onu tamamını da verseniz enflasyon aşağı gelmez. Bizim masraf yapımızı iyi kontrol etmekten gelen bir farkımız vardır. Brüt kâr marjımız yüzde 17.5'tir. Yani 100'e aldığımız bir malı 117.5'e satıyoruz. Nerede bu 1'e alıp 3 katına satmak? Nerede öyle bir ürün?"
Doğrudur...
Kağıt üzerinde görünen kısım budur. Peki ya görünmeyen kısmı?
Şöyle ki;
Malum bu organize perakendede en büyük meselelerden biri alıcı gücü ve private label (özel marka)...
Private label ürünlerin satışları her sene artıyor. Hatta bu indirim marketlerde epeyce şirazeden çıkmış durumda... Örneğin BİM'de bu oran yüzde 70'lere vardı. Diğerlerinde de hatırı sayılır düzeyde... İlk başta fiyat açısından uygun görünse de bir müddet sonra burada rekabeti bozucu bir durum ortaya çıkıyor. Zira, özel markalı ürünlerde fiyat avantajı kayboluyor, ürün fiyatları markalı ürünlere yakın bir seviyeye çıkıyor. (Misal, BİM markalı L boy 15'li Bilibili yumurta 37.50 TL'den satılırken, bu alanda en güçlü markalardan biri olan Keskinoğlu'nun aynı özelliklere sahip yumurtası yerel markette 34.90 TL'ye satılıyor)
Böylece ilk çıktıkları zamanların aksine uygun fiyatlı market ürünü tanımlamasından uzaklaşarak belki de market raflarından çıkıp kendi başlarına bir marka olarak değerlendirilebilecek ürünler haline geliyorlar. Sadece fiyat rekabetine önem verildiğinde hizmet ve kalite de düşüyor. Rekabet edemeyen firmalar pazardan çıkabiliyor. Üstelik, private label ürünü üreten de satan da paketleyen de market olduğunda kârın büyük kısmı dışarıda kalabiliyor. Tedarik pazarında alıcı gücü yükselen perakendeci ürünün üreticisine baskı da kurabiliyor.
Dolayısıyla bana kalırsa, kağıt üzerindeki kârlara aldanmadan, tüm bu tedarik süreçlerini kapsamlı bir şekilde ele alıp, pazarı yeniden düzenlemek gerekiyor.
Bunu da ancak Perakende Yasası ile çözebiliriz.
Yasa öyle bir hazırlanır ki, marketlerin tedarikçileriyle olan ilişkisi belli kurallara göre düzenlenir, dikey büyümelere izin verilmez, raflarda private label ile markalı ürün rekabeti sağlanır, alıcı yoğunlaşmasından kaynaklanan problemlere çözüm getirilir.
Bunlar işin teknik kısmı...
Bir de şu var.
Söylemeden geçemeyeceğim...
Nedense Türkiye'de her dönem birileri çıkıyor. "Biz asılız, temel taş biziz, oynatmaya gücünüz yetmez" diyor.
Ülkenin sahibi olduklarına dair imalı açıklamalar yapıyorlar.
Eskileri hatırlayın...
Bir dönem bunu yüksek öğretimdekiler yaptı, sonra askerler... Dernekler... Muhalefet partileri...
Vesayetçiler, milleti darağacıyla korkutmaya kalktılar.
Bedelini ağır ödediler o ayrı...
Şimdi de marketler mi aynı noktaya geldi!
Vallahi anlamakta güçlük çekiyorum.
Yorum Yazın