Yok, yok bu kez yardım için devlet kolları sıvamadı. Magazin muhabirlerine 5'er bin liralık destek de söz konusu değil. Bu sefer 'mesleki dayanışma' şov dünyasının ünlülerinden, magazincilere geldi.
Efendim, bu köşede çokça yazdığım gibi yasaklı pandemi döneminde magazin muhabiri, editörü olmak kolay değildi. Çünkü ekmeği taştan çıkarmak gerekiyordu. Zira eğlence yerleri kapalı, konserler, gösteriler iptal edilmişti. Geceleri ve hafta sonları sokağa çıkmak bile yasaktı. Bu durumda magazin haberi yapmak, doğal ortamında nötronları çarpıştırmak kadar zordu.
Ama sağ olsunlar, "Magazinciler taş mı yesin?" diyen şov dünyasının 'taş gibi' kadınları sosyal medyadan 'servise' başladılar. Neredeyse her gün en az iki ünlü, bikinili fotoğraflarını 'tatil pozu' niyetine kendi sosyal medyasında yayınladı. Magazinci kardeşlerim de çaresizlikten, bu fotoğrafların üstüne atlayıp, sayfalarına yerleştirdiler.
Aslında bu işten her iki taraf da kârlı çıktı. Ünlüler, bu yolla dik ışıkta uzaktan çekilmiş, bol selülitli, sarkık göbekli fotoğraflarından kurtulmuş oldular. Kendi fotoğrafları arasından en güzelini seçip, üstüne bir de filtre ve photoshop uygulayarak magazinin kullanımına sundular.
Acaba diyorum, bu yufka yürekli (!) ünlü hatun kardeşlerim; hazır elleri değmişken, o fotoğrafların altına bir haber metni, üstüne bir başlık ve iki de spot iliştiremezler mi? Çünkü bizimkiler rahata fena alıştı...
Ekranımda eksilen pikseller...
Piksel ne mi? Ekranda birleşip bize görüntüleri veren renk hücreleri. Bazı arızalı televizyonlarda görürsünüz, ekranın üzerindeki bir kaç çalışmayan piksel yüzünden o bölümler karanlık kalır.
İşte benim ekranımda da geçen hafta iki piksel daha karardı. Biri çocukluk aşkımdı. Rafaella Carra... Onun İtalyan RAI televizyonu için hazırladığı şovlar hafta sonu TRT ekranlarına da gelirdi. Hem güzeldi, hem cazibeliydi, hem sohbeti ballı, hem dansları canlıydı. 'Show girl' tanımlamasını ekranlara getiren kadındı.
Diğeri Civan Gasparyan... Duduk çalardı ve kimse onun gibi çalamazdı. O çaldığında duduk'u, direkt sizin ciğerinize üflerdi. Yanardı bronşlarınız... Ermeni'ydi. Ama o, Sarı Gelin'i üflediğinde ne sınır kalırdı ortada, ne dil, ne din, ne coğrafya ayrılığı... Ağrı Dağı'na nereden baktığınız fark etmez, herkes ağlardı.
Ekranımın pikselleri ölüyor. Birer, birer... Oradan çaldıkları ışıkla, gökte yıldız oluyorlar...
Fenerbahçe 'aradığı' hocayı buldu (!)
Biz Joachim Löw filan derken, Fenerbahçe yönetimi Vitor Pereira'yı getirdi. Belli ki Fenerbahçe 'aradığını" değil, 'bulabildiğini' takımın başına koydu.
Sevgili spor yazarı dostum, spor muhabirliği günlerimdeki ekürim Gürcan Bilgiç cuma günü, takımın yeni hocası açıklanmadan harika bir yazı yazdı. Özetle şöyle dedi: "Yönetimin belli ki bir hazırlığı yok. Bari takımın başına yeniden Emre Belözoğlu'nu getirsinler. Hiç olmazsa takımını ve rakipleri tanıyor. Üstelik transfer listesi de cebinde..."
Pereira ismini duyunca Gürcan'a hepten hak verdim. Şu hale bakın, Fenerbahçeliler olarak Emre'nin hocalığına bile fit olduk...
Bu kulüp, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar amaçsız, bu denli vizyonsuz kalmamıştı. Yazık ki ne yazık...
Gaf kürsüsü
İtalya - İspanya maçını TRT 1'de anlatan Levent Özçelik, İtalyan oyuncu Chiesa'ya üst üste iki kez "Inzaghi" dedi. Sonra da golü o Inzaghi'ye attırdı. (Inzaghi futbolu 2012'de bırakmıştı.) Özçelik 15 dakika sonra özür dilemeyi aklına getirebildi.
Zap'tiye
Pandemi nedeniyle tribünlere kapasitenin dörtte biri oranında seyirci alınınca, ünlü Meksika dalgası, EURO 2020'de oldu size körfez çırpıntısı...
Ne demiş?
MasterChef'ten bir diyalog: Danilo Şef: Nasıl yapıyorsun Ali Nazik'i? En başından anlat bakalım. Yarışmacı: Önce patlıcanları elime alıyorum. Sonra suyun altında gıcırdata gıcırdata, parlayıncaya kadar yıkıyorum. Danilo Şef: Dur ya, o kadar da uzaktan başlama...
Yorum Yazın