Celal Gürsoy çok sevdiğim, ama artık çok az gördüğüm dostlarımdan.. İzlemesini çok sevdiğim sporlardan birini, hem de Galatasaray'da yapardı. Şimdi bir leş olarak duran ve hem de Boğaz'ın ön görünüm değil, her görünüm bölgesi, tam ortasında leş gibi duran Galatasaray Adası, o zaman Galatasaray Kürek Şubesi'nin de vatanıydı. Yaz tatillerinde İstanbul'a geldiğim ortaokul yıllarında, Kuruçeşme Parkı'na gelir, sahilde oturur, Ada'nın etrafında süzülen o bakmaya doyulmaz fitaların suda kayışlarını seyrederdim.
Fener-Galatasaray Kürek Yarışları da efsane olur, manşetlere çıkardı. Gazeteci ve Fenerli Necati Dayı'mla o kürek yarışlarına da giderdik. Sonra ben de gazeteci oldum. Ben de kürek yazmaya başladım. Severek yazmaya.. Mümkün mü Celal'le tanışmamak!. Ve tanıyınca da sevmemek.. Dedim ya iyi dost olduk..
Sonra.. Sonra Celal, Bodrum'a gitti.. Hayır, sizin bildiğiniz gibi değil.. Hani emekli olunca gidiyorlar, yerleşiyorlar.. Ondan değil..
Celal, Bodrum'a gitmedi. Kürek sporunu Bodrum'a götürdü.
Halikarnas Kürek Kulübü'nü, hem spor hem de sosyal örgüt olarak kurdu. Geniş sosyal medya ağı ile çok büyük çevre edindi. Onlarla daima haberleşmede kaldı.
Bir gün "Bu kadarı da hayal" dediğim bir maili düştü, tabletime..
Hani o Gökova'nın dünyaca ünlü Mavi Tur'u var ya..
Hani daha geçen hafta, Halikarnas Balıkçısı'nın önce bize, sonra dünyaya duyurduğu o Gökova'ya dünyanın en zengin iki adamı Jeff Bezos ve Bill Gates, dünyanın en pahalı yatları ile geldiler ya..
İşte o Gökova'da Celal, bir "Kürekle Mavi Tur" düzenledi ve kendisi gibi aktif sporu bırakmış tüm dünya master kürekçilerine açık bir Mavi Tur düzenledi..
Tekneleri Halikarnas Kürek Kulübü verecekti. Onlar sadece gelsinler, yetecekti.
2 ve 4 çifte tekneler hazırladığını haber verdi bana..
"Hayal kuruyor artık Celal" dedim içimden, ama ses çıkarmadım..
Sonra bir minik mail ve yığınla resim geldi..
Hayal gerçekleşmiş, Dünyanın dört bir yanından emekli kürek sporcuları 2 ve 4 çifte teknelerle Mavi Tur yapmışlardı..
Resimlerin yanında minik bir de bilgi notu eklemişti Celal..
***
"Kürekle Mavi Tur başarıyla tamamlandı.
'Rowing the World', 'Hike'n Sail Turkey' ve 'Bodrum Halikarnas Kürek Kulübü' organizasyonu olarak Amerika, Kanada, İsviçre ve İsveç'ten ülkemize gelen 12 master kürekçi İstanbul Haliç, Bodrum Bitez ve Datça yarımadasında dört gün boyunca Kargı, Hayıtbükü, Palamutbükü ve Knidos etaplarında 60 kilometreden çok kürek çekerek bir ilke imza attılar.
Misafirlerimiz kendi ifadeleriyle 'Bir cennetten çıkıp bir başka cennete kürek çekerken' aynı zamanda verdikleri molalarda Türk mutfağının en seçme tatları ile de tanıştılar ama kendilerini en çok etkileyen, bütün etaplar boyunca gördükleri geleneksel Türk misafirperverliği oldu.
Yıllardır bütün kıtalarda yirmiden fazla turda kürek çeken yaşları 50 ile 80 arasındaki master kürekçiler hiç bu kadar mükemmel bir ağırlama görmediklerini söylediler.
Gelecek yıl iki kez gelmeyi planlamaya başlayan organizatörler, Türkiye'de deniz küreğinin bu kadar gelişmiş olmasını sevinçle karşıladılar.
'Kürekle Mavi Tur' konsepti, ülkemizin turizm alanında deniz-kum-güneş dışında arz edeceği başka kaynaklar olduğunun çok gerçek bir ispatı oldu.
Şimdi farklı ülkelerde, farklı kulüplerde Türkiye'deki unutulmaz cennet koylar, yemekler, arkadaşlıklar konuşuluyor...
Kürek insanları birleştirir.
Kürekte buluşalım.."
***
Okudunuz değil mi?. İstanbul'da Haliç'te buluşup tanışıp, sonra Gökova'nın tarih barındıran emsalsiz koylarını dolaşmışlar..
Peki hemen hepsinde dörder beşer sayfa spor olan gazeteler İstanbul faslını, hemen hepsinde her yaz özel Bodrum haber, sayfa, hatta ekleri hazırlamak için oralara gönderilen tonla muhabir ve foto muhabiri de Gökova destanını atlar mı?.
Atlar ya.. "Gazetecilik bitti" deyince bana kızanlar, "Buraya alabildiğim birkaç resme baksınlar" da demiyorum. Bakmazlar ki.. Onlarda öyle bir merak da yok..
Merak olmayınca da, gazetecilik olmuyor..
*
Ünal Özüak/ Kitap
CAMUS'CÜYÜM EZELDEN...
Ankara'nın en iyi tarafı, İstanbul'a dönüşüdür diyenlerden katiyen değilim... İstanbul doğumlu, Modalı olmama rağmen hayatımın en güzel 20 yılını; ODTÜ'de okuyarak başladığım, mimarlığımı uygulamalı yaptığım Ankara'yı çok severim... Ama griye evrilmeden önceki son güzel ve güneşli sonbahar gününde İstanbul güzellemesiyle, günü yaşamadan ıskalayanlara nispet yapacağım biraz...
Üzerinize afiyet Balyan ustaların yaptığı ikon Ortaköy Camisi'ne 30 metre mesafede oturuyorum.
Her sabah oradan kalkıp Üsküdar'a uğradıktan sonra Kadıköy'e varan vapura atladım. Beslenmek için Boğaz üzerinden Ege'ye geçmek isteyen lüferlerin yolunu Kireçburnu'nda dev ağlar atarak kesip lüfer soykırımı yapan balıkçı teknelerine saydırdım.. Kadıköy'e varınca, artık kadın vatmanların çalıştırdığı nostaljik tramvayla ver elini Moda..
Kemal'in salaş çay bahçesinde oturup, cebime atıp getirerek okuduğum Camus'nün "Yaratma Tehlikesi" mini denemesini içeren, arka sözünde; "Sanat salt estetik bir mesele değil, aynı zamanda bir direniştir. Camus'nun 1957'de gerçekleştirdiği Nobel konuşması ile Uppsala Üniversitesi'nde verdiği konferansı bir araya getiren bu kitap, eserlerinde 20. yüzyılın büyük tarihi değişimleri sırasında inşa eden sanatçıların karşı karşıya geldiği güçlükleri ve onların toplumdaki yerini tartışıyor. 'Sanat için sanat' ve gerçekçi sanat yaklaşımlarını irdeleyen her çağın sanatçısına yönelik yankı uyandırıcı bir direniş çağrısı" yazdığı için beni cezbeden kitabı aracılığıyla, purom ve kahve eşliğinde, sizlere absürt/saçmanın babası Camus üzerine yazıyorum.
Kamu halk, halka ait demektir... Albert Camus (Kamu gibi de okuyabilirsiniz) halka ulaşmış, saçma fikirlerini halka yani geniş kitlelere yayabilmiş midir? Yoksa marjinal entelektüel mi kalmıştır?.
Bunun cevabını ben sağlıklı veremem; çünkü altmış yıllık Camus'cüyüm... Göbek adım Camus!. Bu konuda tarafım yani... En iyisi onun hakkında çıkan son kitaptan, kendi ağzından dinleyelim neden tehlikeliymiş Yaratma dürtüsü...
Lafa bakar mısınız...
"Yaratmak bugün tehlike arz eden bir eylemdir ve sanatçının her eseri eylem niteliğindedir" diye başlıyor denemesine...
Mini kitap, "10 Aralık 1957 tarihli Nobel Ödül Töreni yemeği sonrası yaptığı ve 14 Aralık'ta aynı yerde verdiği konferanstaki konuşmalarının tamamı"ndan, oluşuyor.
Kendi öznelliğini yüzyılın manifestosu niteliğinde sunduğu, konuşmaları baştan sona elinizden bırakmadan, soluksuz okuyacağınıza eminim.
Buraya aldığım her daim geçerli deyişlerinin benim gibi sizleri de "Müneccim miymiş bu adam" dedirterek provoke edip Camussever yapacağına inanıyorum...
"Günümüz yazarı değer verdiği düşünceleri veya hayalleri ileri taşımak adına çevresindeki gürültü patırtıya kayıtsız kalamaz. O şimdiye dek bir şey söylememe hakkına iyi ya da kötü sahip olmuştur. Bir kararı onaylamıyorsa susma hakkını kullanabilmiş ve başka şeylerden konuşabilmiştir. Sessizliğin bile bir kuşku olarak değerlendirildiği bugünlerde ise her şey farklı bir hal aldı.
Bir seçimde bulunamamanın da bir seçim olarak görüldüğü yani gereğine göre cezalandırıldığı ya da ödüllendirildiği açık denizlerde kalan sanatçı da mümkün olduğunca hayatta kalmaya çalışarak -yani yaşamaya ve yaratmaya devam ederek- diğerleri gibi kürek çekmek zorundadır.."
Bunları söylediğinde 1957.. Bugün 2021.. Yani..
Tas aynı, hamam her ülkede farklı...
....
ALBERT CAMUS
Yaratma Tehlikesi
Can Sanat Yayınları
www.Canyayinlari.com
*
FATİH HOCA KORKUYOR!..
Öcal Ağabeyimin "cuma" yazısı gene dijital Türkiye'de.. "Fatih Hoca korkuyor" diye başlık atmış. Yazı uzun, ama Fatih Terim'deki akıl almaz değişikliği, "Yürekli Fatih"ten, "Korkak Fatih"e dönüşümünü örneklediği son bölümü aldım ben.
***
Hatırlayın, 2017/18 sezonunu... Galatasaray Göztepe ile oynuyor, kazanırsa, şampiyon olacak, ligin son maçı...
Ve Galatasaray, Bafetimbi Gomis'in "penaltı" golü ile 1-0 kazanarak şampiyonluğa uzanıyor...
Evet, Fatih Hoca, penaltıyı, hemen önceki maçlarda "art arda penaltılar kaçıran" Gomis'e attırıyor; karar ve cesarete bakın...
Gomis penaltıyı kaçırırsa, "Şampiyonluğu Fatih Hoca kaybettirmiş olacak"; "art arda üç penaltı kaçıran" bir futbolcuya böyle çok kritik bir maçta "penaltı attırdığı" için; ama attırıyor ve de Gomis "şampiyonluk golünü" atıyor!..
Peki bugün; Galatasaray "durmadan penaltı kaçırıyor", kaçan penaltıların çoğu, "Galatasaray'ın penaltıcısına penaltıyı attırmayıp, topu alıp penaltı noktasına koyup atan futbolcuların!.."
Kenardan Fatih Hoca müdahale etmiyor; "Penaltıyı takımın penaltıcısı atsın, bırak topu" demiyor, diyemiyor!..
Neden?. "Müdahale edip, topu atmak için penaltı noktasına koyan futbolcu yerine işaret eden penaltıcı atarsa" ve de "penaltı kaçarsa" ne olacak; "Penaltıyı Fatih Terim kaçırmış olacak!.."
"Müdahale etmez" de, bugünkü gibi "Mustafa atar" ve "kaçırırsa" "Mustafa kaçırmış" olacak!..
Ve de Teknik Direktör, Mustafa'yı soyunma odasında "Penaltıcımız belliyken, niye sen attın" diye fırçalayarak, sonra da spor yazarlarına da benzer bir açıklama yaparak, "Mağlubiyetin sorumlusu futbolcuyu" işaret etme imkânına kavuşmuş olacak...
Hey gidi Fatih Hoca'm hey; nereden nereye!..
*
TEBESSÜM
Erkeklerle tartışmak eğlencelidir. Kazansalar bile kaybederler çünkü..
*
SEVDİĞİM LAFLAR
"Cumhuriyet, Atatürk devrimleridir." Elif
(Yüksel Aytuğ'un 5 yaşındaki kızının, öğretmenin "Cumhuriyet nedir?" sorusuna verdiği cevap.)
Yorum Yazın