“Ben yaparsam doğru, sen yaparsan yanlış” Türk siyasetinin kronikleşmiş bir söylemidir. İnsanlar bilerek mi söylüyor, yoksa günü kurtarmak için başvurulan bir yöntemmidir, anlamak mümkün değil. Ama ne olursa olsun hiç de güzel bir üslup değil.
6 Aralık 1997, Siirt. İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 20 kişilik Müsiad üyesi işadamı ile birlikte Eşinin doğduğu şehir olan Siirt Meydanında beşbin kişiye hitap eden bir siyasi konuşma yapmıştı. Konuşmasının bir yerinde ise “minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler ise kışlalarımız” diye şiirin bir bölümünü okudu diye hem belediye başkanlığından olacak, hem de Pınarhisar cezaevinde yatacaktır. Hapisten çıktıktan sonraki 20 yıllık serüven ise herkesçe malum.
2019 yerel seçimlerinde İBB’ye başkan seçilen Ekrem İmamoğlu Ramazan Bayramını da bir fırsat bilerek, doğduğu topraklara birkaç günü kapsayan bir ziyarette bulundu. Meydanlarda Erdoğan’ın Siirt toplantıları ile İmamoğlu’nun yaptığı toplantılar arasında mantık ve yöntem olarak ve de hatta statülerin eşitliği olarak ben bir fark göremiyorum. Peki,itiraz edenler, kendi hallerine bakmaz mı? Aynı olayı sana ayrı, o’na ayrı yorumlamanızın bizlerdeki karşılığı hiç de hoş değil. Bence yerel yöneticilerle uğraşmayı bırakın da, vatandaşların genelinin fakirleştiği bu ortama nasıl gelindiği, nasıl getirildiğinin cevabını bulmaya çalışın. Sıklıkla başvurduğunuz şu sözleri hatırlatmak istedim, ”dünün güneşiyle bugünün çamaşırı kurutulmadığı gibi, güneş balçıkla da sıvanamıyor” Siyaseten birine saldırırken, yapmış olduklarınızı da unutacak, sizin bugün ki söyleminizi temize çıkaracak da değiliz.
İSTANBUL ANKARA ÇOK ÖNEMLİ
Genel seçimlerin üç büyük büyükşehir belediyelerine sahiplikten geçtiğini biliyoruz. Bu belediyelere hakim olan partiler genellikle genel seçimlerde başarıya ulaşabiliyor. Yerel yönetimlerdeki imkanlar, seçim zamanlarında her türlü çalışmayı da kolaylaştırabiliyor. Zaten “İstanbul’u alan, Türkiye’yi almış, kaybeden Türkiye’yi kaybetmiş demektir” demiştiniz.
HOCAYI TUTMALIYIZ
Hoca yolda yürürken, biri ensesine öyle bir vurmuş ki, nerdeyse yere düşecekmiş, hiddetle dönüp bakmış; karşısında tanımadığı genç bir adam. Hoca sormuş;
- "Ne cüretle vuruyorsun!"
- "Özür dilerim hocam, sizi birine benzettim, küçük bir hata yaptım, ama siz de pireyi deve yaptınız.
- "Yürü o zaman, kadıya gidiyoruz!"
Gitmişler kadıya, ikisini de dinleyen kadı efendi, Hoca'ya vuran gencin akrabasıymış. Kadı efendi, Hoca'yı yumuşatıp, akrabasını kurtarmaya çalışmış:
- "Hoca, hislerini anlıyorum. Bu durumda herkes aynı şeyi hissederdi. Şimdi bu genç adam kendine bir tokat atsa, kabul eder misin?"
Hoca ısrar etmiş:
- "Olmaz, mahkeme yapılsın."
Kadı efendi, bunun üzerine akrabası olan genç adama dönüp kararını vermiş:
- "Ceza olarak Nasrettin Hoca'ya 5 kuruş ödeyeceksin, hemen gidip getir!"
Hoca, para almaya giden genç adamın dönmesini beklemiş. Bir saat geçmiş, iki saat geçmiş, ama genç adam ortalıkta gözükmüyormuş.
Mahkeme kapısının kapanma saatine kadar bekleyen Hoca, kadı efendinin ensesine okkalı bir tokat indirdikten sonra demiş ki;
- "Kusura bakma kadı efendi, daha fazla bekleyememem, gelirse söyle ona; 5 kuruşu sana versin!"
Yorum Yazın