Osmanlı öncesinden Osmanlı'ya ve Cumhuriyet'e bırakılan bir yetki vardır.
Buna göre malların fiyatını arz ve talepten ziyade kamu ya da devlet belirler.
Bu işle görevli yetkililer, zaman zaman insafsız olurlardı.
Pazarları basıp satıcıları döven devlet ağaları sık sık görülmüştür.
Osmanlı döneminde bunlara "savaş zenginleri, ihtikârcılar" denilirdi.
Servetlerine rağmen toplumda itibarsız kişilerdi.
ESKİDEN HAPİS CEZASI VARDI
Cumhuriyet döneminde ise devlet bu işe daha bilinçli el koydu ve "Milli Koruma Kanunu" çıkartılarak her maddenin fiyatını devlet belirlemeye başladı.
Bu yasayı çiğneyenlere hapis cezaları verildi.
Bazı varlıklı aileler ise ailenin içinden birini seçip onu hapse gönderirdi.
Son dönemlerde bu geçmişi unutmaya başlamıştık. Ama virüs salgını, ekonominin bütün dengelerini bozunca ihtikârcılık da, stokçuluk da başvurulur bir yöntem haline geldi.
Döviz yükselirken acımasız bir şekilde artan market etiketleri, döviz hızla düşerken nedense inişe geçişte çok yavaş hareket ediyor.
Dahası, ellerindeki stokları bahane eden market yöneticileri de fahiş fiyatla mücadele konusunda oldukça isteksiz görünüyor.
SIRA FİYATLARI DÜŞÜRMEDE
Şimdi anladığımız kadarıyla devlet bu fahiş fiyat meselesini eskisinden daha sert ve ciddi bir biçimde ele alıyor.
Zincir marketlere konulan ilk para cezaları ürkütücü rakamlardaydı.
Mal varken ve talep de varken bazıları bu cezalara razı olabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Amerikan Doları'nı dize getirmesi ertesinde sıra stokçulara geldi.
Vatandaş olarak çarşıyı, pazarı gezdiğimiz zaman anormal uyumsuzluklar hemen göze çarpıyor.
Yani et fiyatından başlayıp süte kadar uzanan ürün yelpazesinde vatandaşa yönelmiş kazıklar dayanılır gibi değil.
Peki bu fahiş fiyatlarla nasıl mücadele edilecek?
Sanırım Türkiye'yi yeni bir Milli Koruma Kanunu bekliyor. Ve buna da pek az kimse itiraz edecek.
Yorum Yazın