Ekonomi kaynaklı pek çok faktörün "halkın moralini ve siyasetin kimyasını" derinden etkilediği günlerden geçiyoruz. Bardağın boş tarafını göstermekte ısrar edenler karşısında, bardağın dolu tarafına işaret edenler maalesef dezavantajlı konumda bulunuyor. Karamsarlığın bulaşıcı olduğu, iyimserliğin zamanla yerleştiği dikkate alındığında "iletişim yönetimi" büyük önem kazanıyor. Burada bütün mesele, vatandaşa ikna edici perspektif sunulmasında düğümleniyor. Yaşadığımız sıkıntıların sadece bize özgü olmadığı, geçici olduğu ve toplumu rahatlatmak için gayret gösterildiği ne kadar tabana yayılabilirse iklimin o kadar değişmesi kuvvetle muhtemel. Bunun yolu da muhalefetin her türlü argümanına karşı, gerçekleri açıkça millette anlatmaktan geçiyor. Hiç şüphesiz, dar ve sabit gelirlilerden başlayarak fedakârlık yapan, sebat eden toplumsal gruplara, devletin de harcamalarında titiz davrandığını, israftan kaçındığını göstermek gerekiyor. Yani, önümüzdeki bir yıl, iddialarla/ispatlar, yalanlarla/ doğrular arasındaki mücadeleye sahne olacak. Tam da bu nedenle muhalif odakların üstüne üstüne gittiği mega projelerin arkasındaki siyasi kararı, yatırımların orta-uzun vadeli getirisini halka mal etmek büyük önem taşıyor. Aynı şekilde, hayat pahalılığını Türkiye Ekonomi Programı'na bağlayan müzmin muarızların söylemlerine karşı, ülkemizin şartlarını, bölgemizi ve dünyanın genel durumunu aynı anda izah etmek, ezberleri bozmanın ilk adımını oluşturuyor.
***
Nitekim IMF-Dünya Bankası ilkbahar dönemi toplantılarına katıldığı ABD'den dönen Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin -İTO'daki- açıklamaları, yukarıda değindiğimiz özellikli tabloyu büyük ölçüde karşılıyor. Bakan Nebati diyor ki...
Bugün dünya, pandeminin oluşturduğu ekonomik tahribatı onarmaya çalışırken enflasyon, küresel problem olarak ortaya çıktı.
Savaş ve tedarik zinciri kaynaklı baskılar, farklı şekillerde ülkemize de yansıyor.
Gelişmiş ülke merkez bankalarının para politikasında sıkılaştırmaya girmesi gelişen ekonomilerde borçlanma maliyetlerini yükseltiyor.
Hükümet olarak riskler kadar fırsat ve imkânları da görüyoruz.
Problemleri yok saymıyor, halının altına süpürmüyor, kalıcı çözümler için çalışıyoruz.
Birçok şirket, Türkiye'de yatırımlarını artırmak istiyor.
Enerji hariç ihracat-ithalat dengelendi.
Türkiye olarak ihracatta pazar çeşitliliği ve yeni modeller geliştirerek güçlüklerden kurtuluyoruz.
İhracatı daha fazla artırarak, turizmdeki olumlu gelişmeler sayesinde enerji maliyetlerinin, cari dengeye -olumsuz- etkisini en aza indireceğiz.
***
Unutmadan, IMF-Dünya Bankası ara dönem toplantıları baharda, genel kurulu niteliğindeki toplantılar ise sonbaharda -genelde ekim ayında- yapılır. Bakan Bey'in, Washington'a gidişi ve gerçekleştirdiği görüşmelerin, eski Türkiye'nin IMF ile ilişkileri ile bir benzerliği, IMF programı ile alâkası yok.
Bütün bu tespit ve yorumların ışığında, belirtmemiz gereken son bir husus daha var...
Türk özel sektörünün çatı kuruluşları, uygulanmakta olan programı tam manasıyla içselleştirmiş değiller. TÜSİAD gibi kategorik itirazları olanlar yanında TOBB gibi candan değil yandan gidenler de ister istemez milletin kafasını karıştırıyor. Hatta bir adım daha ileriye gideyim. Hatırı sayılır iş dünyası örgütü, konjonktürü kullanarak, hükümetin de hassasiyetlerini bildiği için seçime kadar "ne koparırsak kârdır" mantığı ile Ankara'ya yaklaşıyor.
Özetle...
At izinin, it izine karışmasına karşı da duyarlı olmak lazım!
Yorum Yazın