Türkiye'nin dinamik gündem maddelerinin yanında her zaman önceliğini koruyan konuları da yakın ilgi ve takip gerektiriyor. Tabiri caizse, sezonluk meseleler değil onlar. Şiddetin her türü (terör dahil), provokatif eylemler (Bkz. HDP İzmir İl Başkanlığı'ndaki kanlı saldırı), kadının statüsü ve sorunları, istihdam, gençliğin beklentileri ve daha pek çok başlık.
Önceki gün...
TBMM'de "Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu"nda idik. Medyanın yaklaşımı, yayınlarda kullanılan dil, problemler, tespitler ve öneriler üzerine konuştuk.
Komisyon Başkanı Öznur Çalık'ın yanı sıra değerli milletvekilleri Habibe Öcal, Yelda Erol Gökcan, Pakize Mutlu Aydemir, Esin Kara, Semra Kaplan Kıvırcık, Ahmet Özdemir (AK Parti) ile Fikret Şahin de (CHP) soruları ile oturuma derinlik kazandırdılar.
Görsel ve yazılı medya temsilcilerinin dinlendiği bölümde, SABAH Gazetesi'nin "kadın, çocuk ve aileye" bütüncül yaklaşımını dile getirme fırsatımız oldu. Yayın Yönetmenimiz Erdal Şafak kadınlara pozitif ayrımcılık, şiddetle mücadele, kadınları hedef alan saldırıların adli zeminde takibi hususlarındaki duyarlılığımızın da komisyona iletilmesini istedi.
***
Sunum vesilesi ile ilk olarak, Ankara Büromuzun çalışan profilini de paylaştık. Büromuzdaki çalışanların yarısını "kadın personelimiz" oluşturuyor. Halen Meclis Büromuzda görevli 4 arkadaşımızın üçü kadın (Hazal Ateş, Eda Işık) ve Meclis Büro Şefimiz. (Zübeyde Yalçın).
İkincisi... Kadın, aile ve çocuk konusunda uzmanlaşan bir muhabirimiz var (Fatma Göksu).
Üçüncüsü... Kadına yönelik şiddet hadiselerinde, mağdurun veya saldırı aletinin fotoğrafının apaçık okurla paylaşılmaması gibi incelikleri gözetiyoruz.
Dördüncüsü... Toplumdaki erkek egemen dilin medyada baskın karakter kazanmaması adına yazı işlerinde kadın çalışanların bakış açısının ön plana çıkmasını önemsiyoruz.
Beşincisi... Haberlerin verilişinde şiddetin önemsizleştirildiği veya mazur gösterildiği algısına bile geçit vermiyoruz. Örneğin "Telefonda başkası ile mesajlaşan eşini dövdü" türünden mazeretlerin şiddeti gölgelememesine çabalıyoruz.
Altıncısı... Haberin kaynağına da dikkat ediyoruz. Zira genellikle ilk bilgilerin paylaşımı olay yerindeki polis memuru, jandarma görevlisi üzerinden oluyor. Olay, henüz teyit edilmemiş şekli ile paylaşılabiliyor. Bu nedenle hakim ve savcılar ile kolluğun iletişim yöntemlerinin bir standarda bağlanması gerekiyor.
Yedincisi... Şiddet mağdurlarının yaşadıklarını haberleştirip geçmiyor, medyada giderek kaybolmakta olan "fikri takip" ilkesi gereği, yargılama süreçlerini de izliyor ve nihai karara kadar olayı gündemimizde tutuyoruz.
Sekizincisi... Şiddet gören kadınların, haberlerin veriliş şekli nedeniyle de tabiri caizse "medyaya düşmekten korktuğu" için polise veya adli makamlara başvuruda gecikebildiği de ifade ediliyor. Medyanın hayatını didik didik etmesinden dolayı mağdurlarda oluşan endişenin de şiddetin saklanmasına neden olduğu vurgulanıyor. Bu tespiti, haber sunumunda önceliyoruz.
Dokuzuncusu... Medyanın hemen her olayda bir eğitim kurumu gibi olması da bekleniyor. Takdir edilir ki haberciliğin doğası, piyasadaki rekabetin boyutu, okur-izleyici eğilimleri, medya işletmeciliğinin yüksek maliyetleri, medyaya dönük mükemmellik beklentisinin karşılanmasına her zaman izin vermeyebiliyor.
Ve nihayet...
Haberlerin aynı zamanda şiddeti önleyici toplumsal bilincin oluşmasına katkı verdiğini görüyor, olumsuzluğu özendirecek dilden kaçınılmasının bile toplumsal fayda üretebildiğini düşünüyoruz.
Yorum Yazın