İYİ Parti, hem Lütfü Türkkan’ı hem kendisini kurtarmaya dönük bir operasyon yaptı. Şehit ailesine küfreden Lütfü Türkkan’ın yerine Erhan Usta’yı seçti. Sanki sorun Lütfü Türkkan’ın gidip Erhan Usta’nın gelmesiydi. Oysa vakit geçirmeden Lütfü Türkkan’la ilgili ihraç süreci başlatılmalıydı.
Ne şehit aileleri başta olmak üzere Türk halkından özür dilendi ne Lütfü Türkkan’la ilgili disiplin süreci başlatıldı. Sadece grup başkanvekilliğinden istifa ettirilip yerine bir başkası seçildi. Bir eksik kaldı. O da Lütfü Türkkan’a onursal grup başkanvekilliği görevi verilmesi. O da olsa tamamdı.
Ama sorun o değil ki...
Türk milliyetçiliği iddiasında olan bir partinin önde gelen isimlerinden biri, şehit ailesine ağza alınmayacak şekilde küfrediyor. Sonra MHP kökenli iki siyasetçi Koray Aydın ve Müsavat Dervişoğlu bu işi yumuşatmaya çalışıyor. Ülkücü hareketin içinden gelen Koray Aydın ile Müsavat Dervişoğlu’nun işi, şehit ailesine yapılan küfre kılıf aramak mı olmalıydı?
ÖZÜR DİLEMEDİ
Kamuoyundan gelen tepkiler büyüyünce Lütfü Türkkan bir video yayınlıyor. Orada küfrettiği şehit ailesinden ve Türk milletinden özür dilemiyor. O nezaketi dahi göstermiyor. Meral Akşener’den özür diliyor. Sonra ne yapıyorlar? Lütfü Türkkan grup başkanvekilliğinden istifa ediyor, yerine Erhan Usta’yı seçiyorlar. Ellerini yıkayıp çıkıyorlar.
Bu tavır, İYİ Parti’nin Lütfü Türkkan olayından rahatsız olduğunu göstermez. Bu, İYİ Parti’nin Lütfü Türkkan’ı cezalandırdığı anlamına gelmez. Bu, Lütfü Türkkan’ı ve İYİ Parti’yi kurtarma operasyonundan başka bir anlam taşımaz.
FARKLI YAZARDIM
Dikkat ederseniz Lütfü Türkkan hakkında alelacele bir şey yazmadım. İYİ Parti’nin ne yapacağını görmek istedim. Eğer Lütfü Türkan’la ilgili ihraç sürecini başlatsalardı, şehit ailesine küfreden birisinin İYİ Parti’de yeri olmadığını açıklasalardı, o zaman İYİ Parti bu işin gereğini yerine getirdi diye yazmaktan çekinmezdim.
Ama İYİ Parti, işin gereğini yerine getirmek yerine Türkkan’ı kurtarmayı tercih etti. Bence yanlış yaptı. Kendi topuğuna sıktı. Meral Akşener bir yerde şehit anaları, bacılarım diye söze başladı mı Lütfü Türkkan olayı karşısına çıkacak. Ayrıca Erdoğan ve Bahçeli bu işin peşini bırakmayacak.
AKŞENER HESAP SORMALIYDI
Tek kadın genel başkana sahip olan bir parti, şehit bacısına yapılan iğrenç küfrün hesabını sormalıydı. Kadın olması nedeniyle türlü hakaretlere, iftiralara maruz kalmış biri olarak Meral Akşener’in, herkesten önce şehit bacısının hesabını sorması beklenirdi. O zaman şapka çıkarırdım. Ama olmadı.
İYİ PARTİ’NİN SINAVI
Düne kadar olay Lütfü Türkkan’ın çirkinliğiydi. Ama dünden itibaren İYİ Parti’nin sınavına dönüştü. Maalesef ki İYİ Parti, Türk milliyetçiliğine yakışan bir sınav veremedi. Milletvekilleri seçildikten sonra sadece kendi seçim bölgelerini temsil etmez. Türkiye milletvekilidirler. Şehitler ise bu milletin şehitleridir. Şehitlere küfreden birisi Türkiye’yi temsil edemez.
CUMHURBAŞKANI’NA KÜRTÇE SORU
BENCE hak ettiği kadar gündem olmadı ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batman’da gençlerle buluşmasındaki bir sahne çok anlamlıydı.
Batmanlı sanatçılar Kürtçe şarkılar söyleyerek karşıladılar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı. Şemle’yi Aynur Doğan’dan dinlemiştim. Batman’daki grup da çok başarılı bir şekilde icra etti. Batmane, Batmane derken, Dar Hejiroke’yi söylerken bizi alıp oralara götürdüler. Sadece Kürtçe söylemediler. Bedri Ayseli’nin okurken içimize işlettiği “Kırklar Dağı’nın Düzü”nden başlayıp bölgenin sevilen parçalarını seslendirdiler. Birçok insandan, “Kürtçe müzik dinlemeyi çok seviyorum” sözünü işitmişimdir. Bence sadece müziği değil, onların içinde yaşanmışlıklar var.
Kürtçe kaset dinlediği, cezaevindeki görüş sırasında annesiyle Kürtçe konuştuğu için insanların işkence gördüğü bir Türkiye’den, bugün geldiğimiz noktayı anlatması açısından önemliydi.
Siyahla beyazın bir fotoğrafıydı adeta.
KÜRTÇE KİTABI İMZALADI
Bir genç kız Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Kürtçe soru sordu. Ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Kürtçe olarak yayınladığı ünlü Kürt şairi Ahmed-i Hani’nin Mem-u Zin isimli eserini Erdoğan’a imzalattı.
Şerafettin Elçi’nin, Ecevit hükümetinde bakan olduğu sırada, “Ben Kürdüm, Türkiye’de Kürtler var” dediği için 12 Eylül’de 27 ay hapis yattığı Türkiye’den buraya gelindi. Ama bu kolay olmadı. Bir yandan devletin yasakçı zihniyetine, diğer yandan PKK terörüne rağmen başarıldı bunlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Kürtçe soru soran genç kızın söyledikleri aslında Türkiye’nin nereden nereye geldiğinin bir özetiydi.
“Eskiden evlerimizde konuşmaya korktuğumuz dilimizi bugün Cumhurbaşkanımızın karşısında konuşabiliyorum” dedi.
Genç bir kızımızın Cumhurbaşkanı ile Kürtçe konuşabilmesi, kimsenin bir lütfu ya da ihsanı değil. Onun anasının ak sütü gibi helal olan hakkıdır. Ama o hak, yasaktı. O hak, hapis cezasıyla cezalandırılıyordu.
Kürtçenin önündeki engelleri Selahattin Demirtaş’a özgürlük diyenler kaldırmadı. PKK da kaldırmadı. Tam tersine yasaklardan beslendi. Yasakçı zihniyete karşı mücadele veren Erdoğan kaldırdı. Bugün o genç kızımız evinde rahatça konuşamadığı Kürtçeyi cumhurbaşkanının huzurunda konuşabiliyorsa bu da Erdoğan’ın sayesinde oldu.
“Sezar’ın hakkı Sezar’a...”
Yorum Yazın