Pazar günü, "Notlar" yazmıştım. "Biriken konuları eritmek için bugün kısa kısa sıralıyorum. Sayfanın aldığı kadarı girer" diye.. Bu notların içindeydi işte, Turizm Bakanlığı'nın açıklaması..
"Bakan Ersoy, ilk defa 'İspanya'dan fazla turist aldık' demiş. Benim için önemli olan insan sayısı değil, gelen insanın ne bıraktığıdır. Adam başı kaç dolar kalıyor ülkemize?.. Karalarımızı ve denizlerimizi ucuza mı kirlettiriyoruz" demiştim. Koca yazının içinde iki satır ve tekrar ediyorum, günlerden pazar..
Saat 11'e doğru telefonum çaldı. "Çaldı" lafın gelişi. Benim telefonum çalmaz. Biri aradı mı, ekran parlar ve üzerinde bir isim ya da numara belirir.
Numaralara otomatik cevap gider: "Bu telefonu kullanma hakkınız yok. İş günü, gazete telefonumdan arayın." Çünkü ben birine telefonumu verdim mi hemen kaydederim. O kayıt yoksa, bir işgüzar benden izinsiz numaramı dağıtıyor demektir. İsim gördüm mü, açarım. Sinema, konser, toplantı gibi bir yerde isem, ilk fırsatta mutlak dönerim.
Baktım, cep ekranımda bir isim var. Mehmet Ersoy.. Kültür ve Turizm Bakanı..
O ekran yetti, Ersoy'un gerçek bir devlet adamı olduğunu anlamama.. O ekran yetti..
Benim vergilerimle maaş alan tonla elemanla dolu basın bürolarına sahip olmalarına rağmen, sorduklarıma, eleştirilerime yanıt vermeyenlerle dolu, İstanbul başta ülkemiz.. Bu yanıtlar verilmeyecekse, o bürolar niye var?. İşsizliği azaltmak için benim kesemden hovardalık mı yapıyor, yerel ve genel yönetimler?.
İşte bu köşe Allah'ın günü Vilayet, Emniyet Müdürlüğü, Trafik Müdürlüğü, Büyükşehir Belediyesi, İlçe Belediyeleri ile ilgili eleştiriler yapıyor, sorular soruyor.
Hepsinin eşek yükü ile maaş alan adamlarla dolu basın büroları var üstelik..
Ama birine Vali, ötekine Büyükşehir Belediye Başkanı emir vermiş mutlak.
"Sakın cevap vermeyin bu adama.
Bırakın ürüsün. İt ürür, kervan yürür.." Burada "İt" ben oluyorum.. Vali ve Belediye Başkanı beni öyle sanıyorlarsa, bu onların kafasını gösterir, benimkini değil, bu bir.. İkincisi.. Ben "İşte yazdım. Görevimi yaptım" diye, bir yazıp unutanlardan değilim. Üzerine eğildiğim sorun çözülene dek sürdürürüm.
İş çözülene dek, Hıncal Uluç susmaz ve bu kenti kimlerin yönettiğini, kimlerin bu kente layık olmadıklarını göstermeye devam eder..
Şimdi bir İstanbul'un Valisi ve Belediye Başkanı'na bakın, bir de koskoca Kültür ve Turizm Bakanı'na..
Hem de pazar günü.. Yani ofisinde önüne o günkü gazete dosyası konmamış.
Kendi okumuş. Belki bir yakını dostu okudu, arayıp haber verdi de okudu. Önemli değil..
Bir tatil yazısı havasında yazılmış, kısa kısa notlardan oluşan bir yazıda iki satırla ona bir soru soruyorum ya.. Pazartesiyi bile beklemeden, pazar günü, sabahın 11'inde cep telefonumdan beni arıyor ve konuşuyoruz..
Sohbet değil..
Soruma yanıt, bilgiler veriyor..
Turist sayısındaki reel artışın gerçek olduğunu, rakamları vererek tekrar ediyor ve benim soruma geliyor..
"Sadece turist sayısını değil, turist başı, ülkemize bıraktıkları parayı da artırdık" diyor.. Rakam veriyor. Konuşmalarımı kaydetme âdetim yoktur. O sohbet içinde not da alamadım tabii. Küsuratlar aklımda kalmadı.
Ama adam başı 600 küsur dolardan 800 küsur dolara çıkarmışız, bıraktıkları parayı.. 200 dolar artmış yani..
Kutladım. "Ama yetmez Sevgili Bakanım" dedim.. "Neden yetmediğini de hafta içinde, ayrıntılarıyla anlatacağım.." Nezaket değil, içten sevgi ve saygı dilekleriyle kapadık telefonlarımızı..
Benim için meslek hayatımın en güzel anlarından biriydi.
İşte demokrasi, gerçek demokrasi bu.. Kaplumbağa gibi, kafasını içeri çekip, susarak saklanmak değil, anında ortaya çıkarak, özgür basının sorularına gecikmeden cevap vermek ve konuyu tartışmak, yüreğine, cesaretine, nezaketine, devlet adamlığı ruhuna ve demokratlığa sahip olmaktır, demokrasi..
Ersoy gibi gerçek demokrat bir bakana sahip olmak, bana gurur ve mutluluk verdi..
Onun için bu konuyu öne aldım, heyecanımdan.
Tartıştığımız konuyu yarın etraflı yazacağım..
***
PAZARIMI GÜZELLEŞTİREN GAZETELER!..
Aslında pazar sabahım da güzel başlamıştı.. Şimdi sosyal medya trolleri, Allah'ın günü komplo teorileri, kâbus yazıları yazanlar, sanki ortak amaçları "Umutsuzluk yaratmak ve milleti içerden çökertmek olanlar" hemen harekete geçecekler.. Baş cümleleri, "Millet Kovid'den, açlıktan ölürken.." diye başlamak oluyor. Klasik cümle bu.. Baksanız taş devri mağara duvarlarında bile bulursunuz. İnsan ayni insan çünkü..
O zaman milletçe oturup ağlayalım ya da hani ara sıra çıkıyor ya, o "İntihar cemaatleri kurup topluca öldürelim" kendimizi..
Laflarında, yazılarında, çözüm önerisi olmadan her gün felaket tellallığı yapanları da düşünüp, hiç değilse pazar günleri, aile bir arada iken, biri keyifli bir şey okusun da ailesine anlatsın diye düşünenler de var, benim gibi.. İyi ki de varlar..
Çünkü "bilim" açıklıyor. Onlara göre CIA, KGB, Mossad ve Çin'deki ne karın ağrısı ise onların, ortak gibi yönettikleri Kovid ve sonrası komplo teorilerine çözüm teklif etmeden her gün devam etmelerine karşı bilim, "Bu virüsle savaşta en büyük başarı, moralimizi yüksek tutmakla sağlanır" dedi ya.. Bunlar o morali yıkmaya azimli ve kararlılar sanki ya..
İşte bu ortamda bir pazar sabahı, kahve masama yaydığım gazetemde, Pazar ekinde bir Cem Sancar okudum.. Yani bu kadar olur.
Yahu Cem, senin siyaset yazman günah..
Pazar ekini yapan arkadaşları da kutlarım.. Cem'in yazısını çok güzel bir fotoğrafla arka kapaktan 8 sütun manşet vermişler..
Okudukça bayıldım, bayıldım, bayıldım ve de açık söyleyeyim.. Kıskandım!.
Başlık "Lodosçuyum ezelden.." İşte baş kıskanma sebebim.. Hayatım sahil kentlerinde geçti. Bandırma'dan İstanbul'a, Ege'ye, Akdeniz'e.. Lodosu da iyi bilirim.
Hayatı durdurur. Başta gemi seferleri.
Adalar'da, Bozcaada ve Gökçeada dahil yaşayanlar, klostrofobik olurlar. Çıkış da yok, geliş de.. Fakir fukaranın çatıları uçar.. Maddi hasar bir yana.. Can alır, lodosun şiddetlisi bu ülkede..
Benim canımı almaz ama, fena halde sersemletir.
Lodos çarpar beni.. Bazılarını sersemletmekle kalmaz, şiddetli baş ağrısıyla yatağa düşürür hatta.
Şimdi "Lodos = İrili ufaklı felaket" demek olan ülkede "Lodosçuyum ezelden" ne demek oluyor, merak etmez misiniz?.
Üstelik 82 yaşına gelmiş bir gazeteci olarak, bu lafı, bu mesleği hiç duymamışsanız?
Saldırdım Cem'e merakla.. Ama satırlar ilerledikçe o merakın yanına "okuma"nın keyfi eklendi.
Meğer bu ülkede lodosu gözleyen, bekleyen, çünkü geçimini lodos sayesinde sağlayanlar varmış.. Lodosçu, işte bunlara denirmiş..
Hâlâ aklınız almadı değil mi?.
Cem anlatıyor..
"Lodosçu, denizin karaya vurduğu çerçöp arasından işe yarar şeyler toplayan kimseye denir." Ve lodosçuyu Yaşar Kemal'den naklen tarif ediyor.. Bakın ne demiş, ustam Yaşar Kemal.. Hayatının büyük bölümünü Menekşe sahillerinde geçiren ve burada yaşadıklarıyla o ünlü, o emsalsiz Deniz Küstü romanını yazan Büyük Yaşar, ne demiş..
"Lodosçuluk İstanbul şehrinde kadim zanaattır, helal ekmektir. Ta Bizans'tan beri sürüp gider. Her lodos sonu rüzgâr denizin altını üstüne getirdikten sonra lodosçulara gün doğar.
Lodosçuların şahin gözleri işe yarayacak öteberileri seçmekte güçlük çekmez." Elmas yüzüklerden altın sikkelere bulanlar çıkarmış, lodosla geçinen ailelerden..
Cem'in lodosçuluğu bu değil.. Peki nasıl?.. Onu da kendi anlatıyor, son satırlarında..
Bu yazının da son satırları olsun..
"Lodosçu olmak bir tür arka sokak felsefesidir zannımca.
Mesela ben kendimi bir 'Lodosçu' olarak tarif edebilirim.
Kurulu sistemin fırtınalarda kıyıya vuran öteberisine ayağımda diz boyu çizmeler, elimde elekler dalar, fikrim için faydalı şeyler toplarım. Elime bazen kirlenmiş bir ideal, bazen kırılmış bir kalp geçer. Bazen bir gelin duvağı bulurum, bazen de kasvetli bir çocukluk, bir hayal kırıklığı...
Takarım alnıma ışıldağını gariplere inmiş Kitabın, sistemin göbeğinde değil kıyısında yaşamak denen şeyin...
Şehri, ahvali ve de kendini keşfetmek denen şeyin ta dibine inerim..."
*
Bence bu yazıyı okuyun mutlak. Bulması çok kolay. Google'a girin.
"Lodosçuyum ezelden Cem Sancar" yazın ve tıklayın.
Karşınızda.. Özellikle de Kovid diye başlayıp millete umutsuzluk aşılamak için çırpınanlar utanmasın, okusunlar.
Cem'in lodosunda, Kovid'le savaşın felsefesi de var, çünkü..
Hafta sonu daha çok güzel şeyler okudum. Ne güzel.. Onlardan da söz edeceğim.
Hep vuracak değiliz ya. Marifet, iltifata tabi ya!.
***
KISA KISA 'PAZAR'LIK NOTLAR 2!
Elimde biriken notlar o kadar çoktu ki, kısa kısa yazdığım, atmaya kıyamadım. "Sayfanın aldığı kadar" demiştim.. Epey sığmış, gene de artmış.. İşte o artanlar bugün.. Başlıktaki 2 rakamı da o yüzden..
*
Takvim'de tiryakisi olduğum Lütfü Albayrak'ın köşesinde okudum. Kadınlar en çok şeker ve hıyar kokusunu severlermiş.. Laf değil ha.. Bilimsel araştırma..
Tek kelime yorum yaparsam namerdim.. Neler neler çıkarırsınız, sonra..
Bana ne?.
*
Albayrak'ın bunun altına yazdığı laf da hoşuma gitti. Ailemizin sevgili gelinine ithaf ederek..
"Bugünlerde kendimi brokoli gibi hissediyorum. Sağlıklıyım ama, tadım, tuzum yok.."
*
Haşmet Babaoğlu (Ne olur ne olmaz.. Belki kendisine artık Haşo dememden hoşlanmıyordur. Bunca bayram, bunca önemli gün geçirdik. Bir telefon bile açmadı.. Neyse) hem de hastanelerde Kovid'li hasta başında ölümü pahasına (ki ölenler oldu) doktorlarımızın "Bir tür polis, yargıç, gardiyan karakteri"ne büründüklerini söylemiş..
Bana 4 mesleği de aşağılamış gibi geldi. Ama bu satırların çıktığı gazetenin Günaydın ekinde de Mevlüt Tezel, Kovid'e dirençte, dünya 19'uncusu iken, 6'ncı ülke sırasına yükseldiğimizi yazmış.
Gerekçe aşılamada hızlı yol almamız, sağlık sistemimiz ve vaka sayısının düşük olması..
Yani, Kovid savaşında dünya altıncısı olma sebebimiz o polis, yargıç ve gardiyanlar, Haşmet..
*
CHP'nin içi kaynıyor. Bazıları var, adi suçlamalar altındalar. Bunlar hakkında karar veremedi Disiplin Kurulu..
Ama eski ve ünlü CHP'lilerden Mehmet Sevigen'i bir günde ihraç etti.
Suçu ne bu usta politikacının?.
Başkan Kılıçdaroğlu'nu eleştirmesi..
Hani Başkan Erdoğan'a "Diktatör" diyen Kılıçdaroğlu var ya, onu eleştirmek, bu "demokrasi" partisinde suç sebebi..
*
Pes Ömür, pes.. O pittbulun parçaladığı çocuğun annesi sen olsaydın gene de "Olur böyle şeyler" der, çocuklara "Köpek görürseniz ağaç gibi durun, kaçmayın, kıpırdamayın" der miydin?.
Sen değil, annesi dese yapar mı çocuk.. Üzerine havlayarak, salyalarını saçarak gelen vahşi hayvan önünde çocuk ağaç olacak öyle mi?.
Hayvanseverliğin cılkını çıkaranlar yüzünden, millet her türlü hayvandan nefret edecek yahu..
*
Kemal Belgin'i artık okumamak için yemin edeceğim. Kendisine bin defa, "Bilmece gibi yazı yazma.
Okur senin bildiğini bilmek ve sakladığını çözmek zorunda değil" dedim. En başta ben.. Kafama takılan bir şeyi hatırlamaz ve bulamazsam uykum kaçıyor. Perşembe günü, "Ne maçlar izlemiştim Alsancak Stadı'nda..
Hatta büyük bir firmanın 57 yıl önce şampiyonluk turunu bile.." diye yazmış.. Okuyana işkence olsun diye turu atanın adını saklamış gene..
İşin matematik kısmı kolay 2021-57= 1964.. Tamam.. Hadi ara bakalım, nerden bulacaksan 1967'de İzmir'de kim tur attı ki, adını gizleme gereği duymuş, Kemal?.
Hani "Bildiklerimi söylesem" diye tehdit edenler, ama asla konuşmayanlar var ya medyamızda bol.. Şimdi onlara Galatasaray Başkanı Burak Elmas da eklendi. Onların amacı belli, ama hayat boyu hep böyle bulmaca yazılar yazan senin amacın ne?.
***
TEBESSÜM
Kadın, iş seyahatine çıkan kocasına romantik olmak istemişti. Bir mesaj yolladı..
"Eğer uyuyorsan bana rüyalarını gönder. Gülüyorsan, tebessümünü, yemek yiyorsan lokmanı, bir şey içiyorsan yudumunu, ağlıyorsan gözyaşlarını yolla.. Seni seviyorum!."
Tipik erkek ve hiç de romantik olmayan kocası cevap yazdı.
"Şimdi tuvalette oturuyorum. Tavsiyen?.."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Hayatın anlamı, yeteneğinizi bulmanızdır. Hayatın amacı, yeteneğinizi başkaları için kullanmanızdır." Pablo Picasso
Yorum Yazın