Hıncal Uluç

Hıncal Uluç

Mail: jdgklgkd@homail.com

İstanbul’un sahibi kim?..

Nerdeyse iki komşumuz, 1.5 Yunanistan, 2.5 Bulgaristan nüfusuna denk bir devasa kentte yaşıyoruz. Hele pandemiden bu yana ne kadar "yaşamak" denirse..
Çarşamba akşamüstü, evde oturmaktan patlamışım.. Kar da artık izin vermiş.. Caner'e "Çıkalım bir hava alalım" dedim..
Niyetim Erol Evgin'in üç nesle ezberlettiği şarkıdaki gibi..

Nerden aklıma esti kimbilir
Gezdim dün gece şehri şöyle bir
Herkes evinde kendi halinde
Her yerde huzur, her yerde neşe



Başı doğru da, sonu hiç de öyle değil.. Gördüklerim huzur değildi.. Gördüklerimin ve düşündürdüklerinin de neşeyle alakası yoktu..
Bu şehir huzursuz ve neşesiz!. Benim gibi.. Yola çıktık..
Etrafa bakıyorum..
Bir yanda 2'nci yılına girdiğimiz pandemi.. Bir yanda, son hafta bastıran kar mahkûmiyeti..
Yollar nerdeyse boş.. Ama ne olur ne olmaz.. Gene ani bir kar bastırması olursa.. Caner'le ana caddelerden oluşan bir yol çizdik.. Tepecik Yolu/Nispetiye Caddesi/ Barbaros Bulvarı/Akaretler/Nişantaşı..
Buralar üstelik kentin en işlek yerleri.. Restoranlar, kafeler, gece kulüpleri, büfeler, dükkânlar.. Aklınıza ne gelirse..
Yavaş yavaş, baka baka gidiyoruz. Hemen her yer açık, ama çoğu boş, kalanda da tek tük insanlar..
Pandemi + kar manzarası bu.. Bu da.. Beteri var.
Hava buz gibi soğuk ve insanlar bu buz gibi havada dışarıda oturuyor ve dolaşıyorlar..
Tüm kafe ve restoranlar öyle.. İçerde hemen hiç kimse yok, herkes buz gibi havada dışarıda oturuyor..
Sabah gazetede okuduğum haberi hatırladım..
"Fatma Girik, Kovid'e bağlı zatürreden öldü.." Yahu bu insanlar soğuğa bağlı zatürre olursa ne olacak?.
Hastaneler ve yoğun bakımlar zaten dolu üstelik..
Niye soğukta dışarıda oturuyorlar..
Çünkü içerde, sıcak yerde sigara yasak.. İnsanımız tiryaki..
Sen değilsen bile (Mesela ben) yanımdakiler tiryaki.. Sen, ben de onlara uyacağız mecburen..
Ama bende yaş 82.. Zaten Kovid geçirmişim. Bir de üşütürsem..
Pandemi ve bu müthiş kar ve soğuğu öncesi, mekânlar tiryakiler için çözüm bulmuşlar, önde, yanda, arkada açık havaya masa koymuşlardı. Kış için de açık mekânı elektrikli ya da gazlı sobalarla takviye etmiş, yağış ihtimaline karşı da üste plastik, şeffaf şeylerle korunak yapmışlardı..
Ama buz gibi kar soğuğuna o ısıtma dayanır mı?.
Mekânların içerisi, sıcak yerleri boş.. Dışarısı, donan yerlerinde iki üç masada 3-5 kişi var..
"Efendim oturmasınlar. Gitsinler evlerinde içsinler sigaralarını.." Tamam.. Tamam da.. O mekânlarda çalışan binlerce, on binlerce insan var, 1.5 Yunanistan kalabalığındaki İstanbul'da.. Günlük bahşişlerle aile geçindiriyor, çocuk okutuyorlar.. Kimse gelmezse onlar aç kalacak!. Zaten iki yıldır pandemi yüzünden çekmedikleri ve dayanacak halleri kalmadı..
Bu sabah gazetede okudum. Bakanlık yeni tedbirleri açıklamış..
"Mesafe, 1.5 metreden 3 metreye çıkmış." 1.5 metre zaten restoran müşterisini yarısına indirmiş.
Masa aralarına 3 metre koydunuz mu, kaç kişi alacaklar?.
Futbol sahası değil ki, burası.. Mekân önünde kaldırımda zaten daracık şeritlerde en kabadayı iki sıra masa var.
Onlar bire inecek. Gitti yarısı.. Kalan tek şeritte masa araları da iki misline çıkacak. Gitti yarının da yarısı..
Buz gibi soğukta burada zaten oturacak bulmak zor.. Nasıl geçinecek garsonlar, komiler, yamaklar?.
Nişantaşı'nda oturacak halleri yok. Zaten kimbilir İstanbul'un hangi ucundan gelmişler ve de gecenin bir yarısı nasıl dönecekler, belki de dükkândan getirdikleri iki satır yiyeceği bekliyor, aile, akşam yemeği için..
Çıktığımıza, çıkacağımıza pişman oldum..
Eve berbat döndüm..
Benim evim sıcak.. Peki gelen para ile ısınabilen evlerdekiler?.
Şimdi soruyorum?.
İstanbul'un sahibi kim?.
Cevabını Mekteb-i Mülkiye'de okuduk..
Belediye Başkanı ve Vali.. Biri seçilmiş, biri atanmış..
Peki pandeminin, yani kenti felç eden MMT önlemlerinin ve Kovid korkusunun başladığı günden beri, Vali ve Belediye Başkanı bir araya gelmiş, "Halkımızın hayatını kolaylaştırmak için ne yapabiliriz" diye konuşmuşlar, mesela güçlerini birleştirmek ve ortak kararlar almak için bir ortak komisyon kurmuşlar mı?.
Olmadı.. Mesela bir de bu müthiş kar soğuğu süresince, sigara yasağını biraz hafifletmek, tiryakileri zatürre etmemek için "Ne yapabiliriz?" diye düşünmüşler mi?.
İstanbul Kovid'li afet günleri yaşarken politika mı yapılır, ya da atanmış, ya da seçilmiş kent sahipleri olarak el ele verip çözüm mü aranır?.
Siz Vali'den de, Belediye Başkanı'ndan da böyle bir çıkış mı beklersiniz, yoksa "Hıncal kafayı üşütmüş, saçmalıyor, olmayacak şeylere 'Amin' dememizi istiyor" mu dersiniz?. Ben kendim ikinci şıkkı seçiyorum.
Ah şair ah!.. Ah Nedim ah!. Gel de bir taşını tüm İran'a bedel tuttuğun kentini gör..

Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır

Bir gevher-i yek-pâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır

Altında mı üstünde midir cennet-i a'lâ
El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır

Her bağçesi bir çemenistân-ı letafet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safadır


....................

Günün Türkçesiyle de yazalım.

Bu İstanbul kenti değer biçilemeyecek kadar eşsizdir,
Onun bir taşına tüm Acem ülkesi feda olsun.

O, iki deniz arasında tek parça bir mücevher gibidir,
Dünyayı aydınlatan, ısıtan güneş ile bir tutulsa
yeridir.

Cennet altında mıdır üstünde midir?
Gerçekten bu ne haldir, bu ne hoş su ve havadır?

Her bahçesi bir güzellik çimenliği gibidir,
Her köşesi insana zevk ve yaşama isteği verir.

...................

Okudunuz mu Sayın Valim..
Okudun mu eski dost, İmamoğlu?.
Anladınız mı, bu devlet ve bu halk sizi hangi İstanbul'a sahip yaptı ve de hangi İstanbullulara?.
Nedim, gelse ve görseydi halinizi..

***


Ünal Özüak/Kent Planlama
İKİ ŞEHRİN HİKÂYESİ...
Charles Dickens'ın ünlü "İki Şehrin Hikâyesi"nin adından yola çıkarak, başında yer almaktan iftihar ettiğim bizim efsane İki Şehrin Hikâyesi'ni, İstanbul'un uydukentlerinin nasıl yoktan var edildiğinin efsane öyküsünü anlatacağım...
Pendik, Maltepe, Mamak gibi önceden insanların zaten yaşamakta olduğu semtler değil bahsedeceklerim.
Bahçeşehir, Ataşehir gibi sıfırdan tasarlanmış yerleşkeler..
İcat Şehirler de diyebiliriz onlara.. İşte onların hikâyesidir, anlatacaklarım..

***

Her şey boş odada önümü ilikleyerek ayakta dinlediğim Turgut Özal'ın telefon talimatıyla başladı. "Paşa şimdi sana söyleyeceğim adrese git, muhtarın yanında seni bekleyen filan kişiyi bul.. Sana bir arazi gösterecek. Daha sonra Milano'ya uç.. Orada Milano 1 ve Milano 2'yi gör. Onların benzeri uydukent yapacağız, sana gösterilen arazide.."
..Ve çat kapattı.



Kem küm edemezsin, lafını ikiletemezsin. Şifreyi, ne demek istediğini çözeceksin. Yoksa seni zembille atadığı o makamda bir dakika duramazsın.
Turgut Bey toplumsal devrimini başlatırken ülkenin çarklarını köhneleşmiş, hantallaşmış bürokrasinin tıkadığını doğru tespit etmiş ve önce bunu aşmak gerektiğini görmüştü..
İş önden yapılacak, bürokrasi arkadan gelecekti.
Elinde yeni nesil kadrosu olmadığından oğlu Ahmet Özal'ın Amerika'da okuyan arkadaşlarından devşirdiği Prensler ile yola koyuldu.
657 Sayılı Devlet Memuru olma şartları bypass edilerek, benim gibi hiç devlet memuru olmamış biri dahi liyakatine göre "1'in 1'nden" direkt devlete Genel Müdür olabildi.
O zaman Google da yok ki sorasın nerededir bu bahsettiği projeler.
Meğerse Turgut Bey, Milano 1 ve 2 Uydukentleri fikrini ve onların müteahhitliğinden yıldızı parlayarak başbakanlığa yükselmiş yakın dostu Berlusconi'nin tavsiyesini, fil hafızasına kopyalamış...
O zaman kuş uçmaz kervan geçmez, yolu yordamı yok, inşaat halindeki TEM yoluna uzaktan bakan tarlayı ve İtalya'daki yerleşkeleri gittim gördüm. İş başa düşüp "Veni, vidi, vici"ye sıra geldiğinde..



Kabaca "Arsa+İnşaat+Finansman karşılığı hasılat paylaşımı" modeliyle Emlak Bankası, yani devlet garantisiyle, rüzgârı arkamıza aldık. Peynir ekmek misali başarılı ön satışta projeyi finanse ettik.
Yapay göl ve çocuk oyun bahçeleri, alıcıları tabir caizse dağ başına cezbeden akıllı pazarlama unsurları oldu.
Ataşehir'de ise durum çok daha farklı ve karmaşıktı.
İşe alındığımın ilk günü Turgut Bey'in müteahhitle, hiç abartmıyorum, sigara paketi arkasında yapılmış hasılat paylaşımı hesabını, elime tutuşturdular. 140 milyon metrekarelik Kemal Ilıcak'tan borçlarına karşılık irat kaydedilmiş Karaman Çiftliği'nde hukuki dayanakları oluşturarak kurguladığımız "Hasılat Paylaşımı Çerçeve Antlaşması"yla, Anatepe olarak başlayıp bugün İstanbul'un güzide yeri Ataşehir'i bitirdik.
İktisadi devrimlerin, ilklerin adamı Turgut Bey, ipotek karşılığı konut edinme sistemiyle (Mortgage) toplu konutun altın çağını başlatmıştı..
Statükocu kalıpları kırıp engelleri sollayarak Anadolu ve Emlak Kredi Bankalarını İstanbul'da birleştirip yepyeni logosuyla Emlak Bankası'nı kurdu.
"Tanrım beni baştan yarat" operasyonuydu bu. Bu bankayla, dört yıllık Turgut Özal döneminde 18 Uydukent'te 180 bin konut yapıldı.
Şimdi her biri birer kasaba büyüklüğündeki Ataşehir, Ataköy, İzmir Denizbostanlı/Mavişehir gibi yerleşkelerin yanı sıra Uydukent kavramının ansiklopedik karşılığı Bahçeşehir, Konutkent, Sinanoba, Mimaroba, Elvankent, Gaziemir, Mutlukent, Bilkent gibi konut inşaatları pıtırak gibi topraktan fışkırdılar.
Özetle, Turgut Bey Toplu Konutun Efendisi'dir ve ona vefa borçluyuz.
Yılların kördüğüm olmuş konut derdine deva olan, dört yıllık Özal dönemi sonrası ne mi oldu? Tıpkı lise yıllarımızın langırt salonlarındaki üstü camlı kabinlerde, çeşitli yerlere çarptıkça farklı sesler çıkarıp ışıklar yakan topa yön vermek için masayı ittirerek kaktırarak oynanan oyundaki gibi geleneksel sistemi zorlayan, statükocu kuralların etrafından dolaşan Cumhuriyet döneminin en büyük konut seferberliği tilt oldu.
Dickens'ın romanındaki Fransız İhtilali'nin simgelerinden devrimin savaşçısı kadınların, devrim sonrası meydanlarda kurulan giyotinlerde sıra sıra insanların kellesi kesilirken, meydanda en ön sırada oturup bir yandan örgü örerken bir yandan da idamları büyük keyifle izlemesi benzeri, yerel yönetimler çarpık kentleşmeye seyirci kalınca, göç tsunamisi 250 bin kişilik planlanan Ataşehir'in nüfusunu otuz yılda 422 bin 594 kişilik getto limitine getirip dayadı.
Şehirlerin halka açık yeşil alanlarına baktığımızda, İstanbul yüzde 1.2'yle dünya sonuncusu olurken, üçe katlanan popülasyonuyla Bahçeşehir yeşile hasret kaldı.
Anlayacağınız "Nihil perpetuum, pauca diuturna sunt.. Quicquid coepit et desinit/Hiçbir şey ebedi değildir.. Başlayan her şey biter" diyen Seneca haklı çıktı...
"Acta est fabula/Oyun bitti/game over.."

***


TEBESSÜM
Üç yaşlı komşu mesajlaşıp karda biraz yürümeye karar verdiler. Buluştular.
Birinci: Hava biraz rüzgârlı değil mi?.
İkinci: Hayır.. Bugün perşembe.. Üçüncü: Ben de.. Hadi şurdan birer bira alalım!.

***

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar