Hıncal Uluç

Hıncal Uluç

Mail: jdgklgkd@homail.com

İstanbul’da yaşıyorum, gözlerim kapalı...

Her şey, Yasemin'i arayıp "Bana yarın gece için bir tiyatro bul" dememle başladı.. Pandemi yasakları gevşemiş, maske ve mesafe kurallarına uyarak, açık ve kapalı mekânlara izin verilmeye başlanmıştı, bir.. "Sıkıştırılmış lig" yüzünden hemen her gece maç olan sisteme de, milli maç arası verilmişti. Yani akşamları artık dışarı çıkabilir, sinema, tiyatroya gidebilir, öncesi veya sonrasında yemek de yiyebilirdik.
Şehir Tiyatroları sitesine girdim. Üç oyun seçtim.. Hepsinin yanında "Tükendi" yazıyor ama, birinde boş kalmış üç protokol yeri bulabilir, Yaso..
Verdim isimlerini..
"Rüstemoğlu Cemal'in Tuhaf Hikâyesi!." Yıllar sonra yuvasına dönen Levent Üzümcü'yü izlemek hoş olacak.. Meddahı günümüze getiren bir uyarlama üstelik.
"İfigenya.." Euripides'in antik oyunu. Masalsı ama değerli.
"Veba.." Nobel ödüllü Albert Camus'nün zamanın Fransız sömürgesi Cezayir'in Oran kentindeki veba salgını üzerine yazdığı ünlü oyun.. Dünyanın Kovid salgını yaşadığı günlerde iki misli ilginç..
Yaso iki saat sonra aradı..
"Veba'da yer buldum. Gaziosmanpaşa Devlet Tiyatrosu'nda.. Sizi orda karşılayacaklar.."
Gaziosmanpaşa'da, Veba.. Bir de.. Camus zor.. Veba iyice zor.. Camus'nün oyunu gerçek "Oran Veba Salgını" üzerine yazdığını söyleyenler de var.. İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Avrupa'da yayılan Nazi faşizmini "Veba Salgını" gibi sunduğunu söyleyenler de..
Hani dün de uzun uzun yazdık ya.. "Sanat eserinin derinliği, yazanın ne düşündüğüne değil, izleyene ne düşündürttüğüne bağlıdır" diye.
Veba da işte öyle.. Aslında zor bir felsefi eser..
Bildiğim Taşlıtarla'da Camus, biraz ağır değil mi?. Ankara'nın o zamanlar gecekondu semti Altındağ'da Devlet Tiyatrosu sahne açınca, hayatlarında belki de ilk kez tiyatroya gidecek insanlar için hafif, kolay oyunlar, gülmecesi bol komediler seçilmemiş, yöre halkı tiyatroya öyle alıştırılmamış mıydı?.
Taşlıtarla, Gaziosmanpaşa'nın eski adı..
Adını ilk kez 1950'lerin başında, babamın tayini Ankara'ya çıkınca duymuştum.. "Gecekondu" deyimini de.. Büyük kentlerdeki sahipsiz (aslında devlete ait) arsalar üzerine, iç veya dış göçle gelenlerin, çok hızlı şekilde kurdukları evlerin adıydı gecekondu.. Hızla yapıp yerleştin mi, çıkarmak da, yıkmak da çok ama çok zor oluyordu. Bir defa, mahkemeler yıllar sürüyordu. İkincisi belediyeler, oy hesapları yüzünden yıktırmıyor, hatta tersine yardımcı oluyor, su, elektrik bağlıyor, yol yapıyor, otobüs koyuyor ve büyük kentlerin uzak çevresinin bu "uydu gecekondu semtleri" ile dolmasını adeta teşvik ediyorlardı, oy depoları olur diye.
Taşlıtarla bunların en ünlüsüydü işte.. Yöre tümüyle tarım arazisiydi ama, burası baştan aşağı taşlarla kaplı olduğu için tarım yapılamıyordu. Halk "Taş Tarla" diyordu oraya. Giderek Taşlı Tarla olmuştu işte..
1950 yıllarına dek, bu taş dolu verimsiz arazide 15-20 hanelik bir köy bile denmez, yerleşim birimi vardı. 50'de seçimi kazanan Demokrat Parti, buraya 500 konut yapıp zor koşullarda yaşayan aileleri yerleştirdi. Gene ayni yıllarda Bulgar zulmünden kaçıp gelenler için ilave evler yapıldı. Sonra Yunanistan, Yugoslavya, en çok da Bosna ve Romanya'dan kaçıp gelen Osmanlı'dan Balkanlar'da kalmış Türkler de buraya yerleştirildi.
Bu arada, "taşı toprağı altın" İstanbul'a Anadolu'nun hele o zamanlardaki çaresizliği ve çok kötü yaşam koşullarından kaçıp gelenler de, başta Taşlıtarla, özel sahipsiz kamu arazilerine siyasilerin hoşgörüsü ile gecekondular yapmaya başlayınca, her kondu sahibi de, memlekette kalan akrabalarına "Gelin buranın taşı toprağı gerçekten altın" deyince, Taşlıtarla'da yerleşim, gecekondu yerleşimi hızla arttı.
Tek ulaşım yolu, az ilerden geçen ve zamanındaki adı Londra Asfaltı olan iki şeritli, İstanbul'u Edirne üzerinden Avrupa'ya bağlayan, bugünkü E-5'e tekabül eden yol işte. Karşıda nasıl Bağdat Yolu, şimdi Bağdat Caddesi varsa, bu da Londra Yolu işte. Ama o zaman ülkemizde ender asfalt yapım olduğu için halk "yol" demez, "asfalt" derdi.
İşte o gecekondu köyünün uzağından geçen Londra Asfaltı'nı saymazsanız kuş uçmaz kervan geçmez Taşlıtarla kondulaşması, başlayan sanayileşme hamlesiyle, fabrika ve atölyelerin Eyüp ve Rami'ye kaymasıyla hızlandı..
Bir rakam vereyim. 1935-1997 yılları arasında nüfusu tam 165 (yüz altmış beş) misli artarak 635 bine yükseldi.
Ben, gençlik yıllarımda tatil için İstanbul'a gelirdim.. 1980'de fiilen İstanbul'a taşındım.. Ama artık adı değiştirilen ve Gaziosmanpaşa olarak "ilçe" yapılan Gaziosmanpaşa'ya hiç mi hiç gitmedim bile..
Bir gecekondu semtine niye gidecektim ki?.
İstanbul'un dört bir yanı gecekonduydu zaten. Taşlıtarla'nın 165 misli kalabalıklaşması, İstanbul'un 1.5 milyondan 18 milyona nasıl geldiğini de anlatıyordu.. İşte Etiler'de yaşıyorum. İstanbul'un en ünlü, en gelişmiş semti. Ama yürüyüş mesafesinde komşularımız Armutlu ve Karanfilköy!. Tümü nerdeyse kondu.. İçlerinden geçiyorum durmadan.. Babamın adım adım Anadolu yıllarından kalma, "mahalle yaşamı"nı, o özlediğim insancıl günleri hatırlıyor, içime çekiyorum, tamam.. Allah'ın unuttuğu Taşlıtarla'da (Taşlı Tarla da yazılıyor, Taşlıtarla da.. Fark etmez) ne işim var?.
Meğer varmış sevgili dostlar!. Meğer varmış..
Caner'e "Oyun 8.5'ta" dedim.. "Erken çıkalım da Gaziosmanpaşa'yı da bir görelim.. Yemeği de orada yeriz.."
Hemen internete girdik. Civarda yığınla restoran var. Adını bildiğimiz, çok deneyip memnun kaldığımız Köfteci Yusuf'ta karar kıldık ve yola çıktık..
..Ve geldik!.
Bre aman!. Gecekonduların Taşlıtarla'sı, Maslak'ı şutlayan gökdelenler ve rezidans sitelerle dolmuş.. Caddeleri nasıl ışıl ışıl, nasıl pırıl pırıl.. Girdiğimiz her gündüz gibi ışıyan yol, her türlü yemek sunan mekânlarla dolu.. Hatay Mutfağı'ndan Boşnak Lokantaları'na.. Anacadde, bizim Nispetiye Caddesi'ni katlar, öylesi.. Ya AVM'ler.. Sonunda vardığımız Köfteci Yusuf, Akmerkez gibi devasa bir AVM'nin ikinci katında..
İçeri girdik ki, tıklım tıklım.. 3 metre ötemizde bir masa boşaldı. Biz davranırken, bir yaşlı kadın koştu oturuverdi.. Üçe ayrıldık, nerdeyse iki basket sahası büyüklüğündeki salonda boşalan yeri en evvel biz kapalım diye..
Yok oğlu yok.. Benim durduğum yerin az ilerisinde 4 kişilik masada bir genç oturuyor tek başına.. Caner'e işaret ettim. Gitti, sordu "Oturabilir miyiz?" diye.. "Tabii" dedi o sevimli genç.. Oturduk, teşekkür ettik.. İki kelime de sohbet..
Türkmenistan göçmeniymiş o da..
Yahu hem de hafta arası, bütün yeme içme yerleri, hem de Köfteci Yusuf gibi devasa bir mekân "Bedava köfte ekmek" dağıtır gibi tıklım tıklım olur mu?. Girmek için bekle.. Hani maske-mesafe kuralı. Masa bulmak için bekle.. Hesap kasaya ödeniyor. Kasa önünde bekle.. Beklemediğimiz siparişler. Anında geliyor. Bol ve leziz.. Rağbet o yüzden olmalı..
Nedir bu Gaziosmanpaşa'daki gece hayatı?.
Ertesi gün bu yazıyı yazmak için biraz araştırdım, Taşlıtarla ve Gaziosmanpaşa'yı da..
Meğer daha o göçlerle gelişmeye başladığı yıllarda Taşlıtarla, İstanbul'un Beyoğlu'ndan sonra en büyük eğlence mekânı olmuş. Özellikle Balkan göçmenleri genelde akşamcılar ya.. Yığınla irili ufaklı meyhane.. Canlı müzik.. Ama ödenen hesaplar, Beyoğlu'nun onda biri bile değil. Yani İstanbul orta kuşağı, Beyoğlu'na değil, Taşlıtarla'ya gidermiş, keyif çatmaya iyi mi?.
Şimdi bir de, bugünün modern kenti, Maslak'tan ileri Gaziosmanpaşa'yı düşünün..
Dönerken "İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı" diyen Orhan Veli'yi hatırladım..
Ben de meğer, İstanbul'da yaşıyormuşum, gözlerim kapalı..
Caner'e "Buraya daha sık gelelim. Gaziosmanpaşa'yı daha iyi keşfedelim.. Belli buraya belediye eli de çok değmiş.. Başta parkları, çok iyi halk mekânlarına da rastladım, internette.. Onları da gezelim, görelim. İlgili ve bilgililerle konuşalım.. 'Taşlıtarla'dan Gaziosmanpaşa'ya' üniversite tezi olur yahu" dedim.
Olur mu, olmaz mı?. O günden bugüne bazı değişimleri resimledim ve köşeme aldım..
Bakın siz karar verin, olur mu, olmaz mı?.



BÖYLEYDİ!..

İşte Taşlıtarla'nın ilk günlerinden bir resim. Köy evlerinde akarsu olmadığı için, içme dahil her türlü kullanma suyu çeşmeden tenekelerle taşınırdı. Eşekli sakalar da, dört teneke doldurur, köy evlerine tenekesi 25 kuruştan satarlardı. Köylerdeki çeşme başları, bugünkü "internette tanışma" uygulamalarının doğuşuydu aslında. Bakışmalar, fısıldaşmalar öyle başlardı. Sadece çöpçatanlık değil tabii. Asıl kamuoyunun oluşma yerleriydi, çeşme başları. Ülkenin, yörenin, köyün sorunları da çeşme başlarında tartışılırdı. Mekteb-i Mülkiye'deki ünlü sosyoloji hocamız İbrahim Yasa anlatmıştı, çeşme başının önemini.. Tabii her gün birkaç defa gitmek zorunda kalınan çeşmeye uzak olmasın diye, köy de çeşmenin civarında gelişirdi.



BÖYLE OLDU!..

Şimdi ilk resimdeki çeşme başına bir daha bakın.. Orası, bugün burası, ister inanın, ister inanmayın.. O çeşme başı köy gelişir, ilerlerken, köy merkezi oldu. Bütün eğlence ve dinlence mekânları, lokantalar, meyhaneler, kahveler, müzikholler orada açıldı. Sonra da işte size sanki Taksim Meydanı.. Soldaki devasa binanın içinde gittiğimiz tiyatro var.. Karşısında yeşiller içinde cami.. Arası, bayramlarda, seyranlarda halkın toplandığı alan.. Şehirleşme ve de son yılların "kentsel değişim" uygulamasının örnek modeli sanki Gaziosmanpaşa..



ESKİ TAŞLITARLA'DAN...
Fotoğraf renkli de olabilir, renklendirilmiş de.. Ama Taşlıtarla büyümüş.. Ama hâlâ köy..



Taşlıtarla'da bir Cumhuriyet Bayramı.. Yıl 1958.. İzciler, arnavut kaldırımı sokaklardan geçerken selam yürüyüşü yaptıklarına göre, solda "Protokol Tribünü" olmalı..



GAZİOSMANPAŞA'DAN...
Şu çağdaş görüntüye bakar mısınız?. Ve de benim bu Gaziosmanpaşa'dan haberim bile olmadığına.. Benim, 40 yıldır, sözcük anlamı ile 40 yıldır İstanbul'da yaşayan, hayır yaşadığını sanan Hıncal'ın bu İstanbul'dan haberi yoksa eğer.



Burası da Akmerkez örneği devasa bir ortak yaşam yeri ve AVM içinde yer alan Köfteci Yusuf.. Yani tiyatro öncesi yemek yediğimiz tıklım tıklım yer.. Gaziosmanpaşa, büyük değil, "yaşayan" bir uydu kent olmuş.. Bana "Ezberi bırak İstanbul'u keşfet" öğüdü veren bir âlem kent!..

***

TAŞLITARLA'DAN BİR 'AKBAY' HABERİ...

Taşlıtarla, 70'li yıllarda pek bir moda olan Yeşilçam kovboy filmlerine de mekân olurdu.
İşte o günlerden bir Ertuğrul Akbay haberi.. Sözcü gazetesini çıkaran, ışıklar içinde yatsın, çok iyi dostum Akbay'ın tam sağ alt köşedeki imzasını ben pertavsızla okuyabildim, kupürde.. "Cesur Yabancı" adlı filmden, bir sokakta köyün kahraman kovboylarını karşılayan kadınlar, bir de bardaki düello sahnesi var, haberin resimlerinde.. Taşlıtarla köylüleri de, hemen orda kurulan o kovboy kasabası setinde figüranlık da yapmış olabilirler. Muhabirlik en önemli gazetecilik bölümüydü o devirde



En ünlü gazeteciler de, yazarlardan önce muhabirlerdi. Onun için "Gazete" idik zaten.. Kafamızdaki "Ne var, ne yok" sorusuna yanıt bulduğumuz için. En acar, en koşan, en, hem de fotoğrafları ile en haber çıkaranların başında geliyordu, Ertuğrul..

***

TAŞLI TARLA...

Güneşin kızıl tepsi
Mor dağların tepesinde.
Emekleyen çocuk,
Büyümeye doğru...
İçindeki özlem türküsü
Yaylaya çıkan sürülerin sesinde.
Uyanmaya doğru bir eğilim
Kalk artık, Ahmet'im, Mehmet'im
Uğraşın bekliyor seni
Taşlı tarlanda
Alın terin emeğin.
Doğada;
Bir kıpırdanış var, sabahta
Sabanın da dillendi
'Hadi' diyor sana
Ter dökmeye çağırıyor, yorulmaya.
Hadi bacım uyan
Öküzün ayakta
O ki elinde son kalan.
Sabanın kuşakları yerde
Kaldır onu uyumasın.
Dolacak tarlalar birazdan.
Güneş sıyrılınca,
Bulutların arasından.
Umut dolacak bir kez daha yüreğine
Sonu her zamanki gibi olsa da
Bırakma savaşı
Bir gün;
Boyun eğmeden ağalara, beylere
Öğreneceksin yaşamayı.
Sabanın söz veriyor sana
Hadi kalk.
Fatma bacı, Güllü gelin
Sen de kalk be,
Sütteki bebe.
Kanımsın, damarlarımda dolaşan
Ağıdımsın, topraklarımda söylenen
Sallarken çapanı,
Sürerken sabanını
İsyanımsın yüreğimden.
Hadi can kardaşlar kalkın
Bekliyor nasırlı elleri saban
Yokluğa bir lokma aş
Alacağın pay
Taşlı tarladan.
Faruk Sangi

***


TEBESSÜM

Öğretmen: "Tavuk bize ne verir?."
Küçük Temel: "Yumurta!."
Öğr.: "Aferin.. Peki koyun ne verir?."
K.T.: "Yün!."
Öğr.: "Aferin.. Peki şişman inek ne verir?."
K.T.: "Ev ödevi.."

***

SEVDİĞİM LAFLAR

"Hükümetlerin en kötüsü, suçsuzu korkutandır." Beydeba

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar