Hıncal Uluç

Hıncal Uluç

Mail: jdgklgkd@homail.com

Işık Doğu’dan yükselir!..

Burası Çok Önemlı!..

Ahmet Çalık, Sabah'ın patronu iken tanıştığımız gurubun CEO'su Berat Albayrak ile kanımız, tıpkı Çalık'la olduğu gibi çabuk ısınmıştı.
Hem yurt içi, hem de dışında, özellikle Türk cumhuriyetlerinde dostlar ve yakınlar edinen Albayrak, sonra siyaseti tercih etti. Ülkemizin önce Enerji, sonra Hazine Bakanı oldu.
Sonra göz önünden çekildi. Gören, duyan olmadı. "Kaçıyor, saklanıyor"a dek uzandı dedikodular..
..Ve o Albayrak, geçen ay 290 sayfalık bir kitapla ortaya çıktı.
"Burası Çok Önemli!."
Hayır!. Bir cevap kitabı değildi bu..
Bakanlığı yaptığı iki konunun, enerji ve hazinenin kendi dönemindeki tarihçesi, nereden nereye geldiğiydi.
Biraz da o zaman Başbakan'ın damadı olduğu için, onu kullanıp Erdoğan'a yüklenmek isteyenlerin iddia, itham ve dedikodularına cevap olsun diye yazılmamış yani...
Hele Rus-Ukrayna Savaşı devam ederken dünyayı etkileyen ve sarsan enerji konusunda Türkiye'nin geleceğinin sağlam olduğunu anlatan bir kitabın zamanlamasına bakar mısınız?.
"Burası Çok Önemli"yi bizim gazete okurları çeşitli yazarlarımızdan, en son dün, Mehmet Barlas'tan okudunuz ve büyük ölçüde tanıdınız..
Ben "Burası Çok Önemli" derken, asıl önemli olanın, Enerji, Hazine ve Maliye'nin çok ötesinde olduğunu düşünüyorum. Bunları hem bakanlığı sırasında hem de ayrıldığında, arkasından yazdım..

Berat Albayrak, 
bizi yarım asırdır oyalayan ve bin bahaneyle içine almayan bir Hıristiyan Kulübü Avrupa Birliği'nden de, Amerika'nın Avrupa'yı oyuncak gibi kullanmak için kurduğu NATO'dan da, ülkemize bir hayır gelmeyeceğini fark etmişti. Hem AB, hem NATO için Türkiye, 80 milyonluk nüfusuyla iyi bir tüketim ortamı, NATO'nun Avrupa'daki en büyük ordusuyla, Amerika'nın Orta Doğu ve Orta Asya heveslerinde rahatça kullanmak istediği bir güçtü. AB ve NATO, yüzü Batı'ya dönük Türkiye Cumhuriyeti halkı ve ordusunu, kendi işlerine ve keyiflerine göre kullanmak istiyorlardı. Türkiye de ilişkileri bakımından onlara mahkûmdu..
Ya da biz öyle sanıyorduk..
Ama özellikle Türk cumhuriyetlerinde büyük işler yapan Çalık Holding'in CEO'su Albayrak, sık sık Doğu'ya gidiyordu ve Mevlânâ gibi, Sezen Aksu gibi, "Işık Doğu'dan yükselir" lafının ne kadar doğru olduğunu gördü..
Tarih boyu Anadolu'yu zengin eden İpek Yolu, Türkiye'de bitiyordu. Dünya tarihinin ilk ve en büyük ticaret yoluydu o.. Peki nerden başlıyor, nerden geçiyordu..
Çin'den başlıyor, Hind'den, Afganistan'dan ve İran'dan geçip Anadolu'ya giriyordu.
İpek Yolu'nda, Avrupa Birliği'nin tümünden en az 10 misli büyük bir nüfus, çok daha misli bir ekonomi vardı..
Yani Avrupa Birliği'ne karşı "İpek Yolu"nu, Batı'ya karşı Doğu dostluğunu yaratmak muhteşem bir tercih olacak, o zaman, 1959'dan bu yana bizi oyalayan Avrupa, bu defa ayaklarımıza kapanacaktı, büyük olasılıkla..
Albayrak yüzünü Doğu'ya döndü.. "Burası Çok Önemli" işte..
İpek Yolu'nu ihya için Çin'e, Hind'e, Pakistan'a, Azerbaycan'a gitti. Anlaşmalar yaptı.. "Ezeli düşman" diye bilinen ve Moskof diye anılan Rusya ile de..
Önce Başbakan, sona Başkan olan Erdoğan işin arkasında ve desteğindeydi tabii..
Önce, daha güneydeki İpek Yolu'na paralel, demiryolu tamamlandı. Çin Denizi'nden başlayıp Türk cumhuriyetlerinden geçerek gelen demiryolu, Azerbaycan'da bitiyordu.
İzmir'den gelen Türk demiryolu da Kars'ta.
Azerilerle anlaşıldı ve aradaki kısa mesafeye, her ülke kendi sınırı içinde ray döşeyince, trene Çin'den binip İzmir'de inmek mümkün oldu.
"Burası çok ama çok önemliydi" işte..
"Işık Doğu'dan yükselir" diyen Türkiye ilk adımı atmıştı. Arkasını da getirdi.
Erdoğan, Rus-Ukrayna Savaşı'nda bir dünya lideri olarak ortaya çıkarken, İsrail, Yunanistan, Ermenistan gibi aramızın açık olduğu ülkelere de elini uzattı ve bu eller ayni sıcaklıkla tutuldu.
Çünkü, bu ülke liderlerinin hepsi, bizi uşağı, sömürgesi gibi kullanmak isteyen Batı'nın karşısında, Türkiye'nin artık Doğu'yu yanına alarak güçlendiğini biliyorlardı.
Önünüze bir dünya haritası açın ve Türkiye'ye bakın..
Dünkü Türkiye ile bugünkü ayni mi?.
Doğu'nun korkusundan Batı'ya adeta köle olmuş Türkiye ile Doğu'yu yanına alıp Batı'yla nihayet eşit koşullarla sahaya çıkma fırsatını yakalayan ve tekrar ediyorum, son olaylar gösterdi ki, bunu kullanmaya başlayan Türkiye ayni mi?.
Siyaseti, kin ve nefreti bir yana bırakabilirseniz, söyleyin ayni mi?.
"Burası Çok Önemli" dediğim şey, işte bu sorunun cevabında apaçık duruyor!.

***


BU GENÇLER NASIL BULUNDU?..
Son haftalarda, sadece futbol, genelde de sadece üç büyükler yazan (Trabzon nerdeyse şampiyonluğu garantilemişken bile hâlâ öyle) spor sayfalarımızın manşetlerinde, üç büyükler için yazacak övücü şey kalmadığı için, kazandıkları palavra maçlar destanlaştırılıyor, tamam.. Ama yanında bazı gerçekler de var.
Kerem (Galatasaray), Arda (Fenerbahçe) ve Rıdvan (Beşiktaş) gibi gençler göklere yükseltiliyor.
Haklı olarak yükseltiliyorlar ama. Bu defa palavra değil övücü laflar.. Çünkü bu gençler, girdikleri maçın görünüşünü hemen değiştiriyorlar. Sadece oyunu değil, skoru da değiştiriyorlar..
Peki, bu üç büyükler, ne idükleri, kim oldukları ve nasıl milyonlarla dolar kazandıkları ve kimlerle üleştikleri belirsiz "menecer" denen çağdaş köle tüccarlarının ülkemize bol keseden sattıkları çöplerle, Fener, Galatasaray ve Beşiktaş başta kulüpleri iflas noktasına getirirken nerdeydiler?.
Mesela, Galatasaray'da işe başlar başlamaz, altyapısı en başta gelen İngiliz takımlarında senelerce oynadığı için Galatasaray'ın altyapı sorumlusu yapılan Tugay'ı görevden alarak Galatasaray'ı yedeklerine kadar "Milli Marşımız"ı okumayı bilmeyenlerden kuran Fatih Terim devrinde niye çıkmadı bir Kerem de, bugün Avrupa'nın gözdesi bir genç..
Rıdvan da öyle.. Arda da.. Daha başkaları da var..
Mesela, bu hafta derbiyi kaybeden Beşiktaş Hocası Önder Karaveli'ye en ağır eleştiri neydi?.
Rıdvan'ı oyuna geç alması ve 37. dakikada genç Güven'i oyundan alıp, o yabancı çöplükten birini, hem de eşek yükü dövizle alınan birini oyuna sokması oldu.
Peki nasıl oldu da oldu bu "genç" patlaması?.
Çünkü, Süper Lig, Süper Sahtekârlar Ligi'ne dönerken, yapabileceği bin şey varken, kılını bile kıpırdatmadan rezilliği izleyen ve bu yüzden, çekilmez, izlenmez hale gelen maçlara naklen yayın talibi bile bulamayan TFF ve onun Başkanı Nihat Özdemir, 8+3 diye bilinen bir karar aldı..
"Süper Lig: Süper Lig kulüpleri kadrolarında en fazla 14 yabancı uyruklu futbolcuyu tescil ettirerek A Takım listesi ile müsabaka isim listesinde bulundurabilecek. Bu futbolculardan en fazla 8 futbolcu aynı anda sahada yer alabilecek.." Yani artık alabildiğin kadar yabancı transfer edip lisans çıkarma yok.. En fazla 14..
Bunların 8'i sahada yer alabilecek, 6 sı da kenarda..
Yani her takım sahaya 3 Türk uyruklu futbolcuyla çıkmak zorunda. Kenarda oturan 6 yabancıdan ötesi de Türk olacak mutlak..
Bu mecburiyet olmasa, bu gençlerin hangisi, bırakın ilk 11'de sahaya çıkmayı, A takımı ile antrenmanlara alınırdı?.
Kulüpler, tüccar menecerlerden çöpleri alacak parayı altyapı için harcarlar mıydı?.
Yarın Nihat Özdemir adı, Türk futbol tarihine geçerse, en büyük, en unutulmaz "artı"sı, 8+3 diye başlayan, sonra 7+4 ve 6+5 diye devam edecek kararı alması, Türk gençlerinin yolunu açması ve kime hizmet ettiği bilinmeyen (Çok iyi biliniyor ya-Menecer savaşını başlatan Burak Elmas'ı kimler susturdu, sizce) köle ticaretine son vermesi olacaktır.
O gençleri her gün manşete çekenler bunu bilmiyorlar mı?.
Peki neden bir teki bile, tek satır yazmıyor?.
Güldürmeyin beni, şimdi!.

***


PERA PALAS VE NEFRET!..
Hele Ahmet Hakan'a hiç yakışmayan "Nefret" sözcüğü, bir tartışma kampanyasına yol açmasa, "Pera Palas'ta Gece Yarısı" dizisini izleme niyetim yoktu, Pera Palas'ı ve onun tarihe, sanata ve kültüre verdiği değeri çok sevmeme rağmen.
Kıyamet kopunca "Farz oldu" dedim.. Her gece bir, en fazla 2 bölüm izleyerek diziyi bitirdim.
Oyunculuk iyi, hatta çok çok iyi.. Ahmet Hakan'ın "Nefret ettim" dediği Hazal Kaya dahil. Tabii kimse sevmek zorunda değil, ama hele "nefret" sözcüğü, hele de milletin kin ve nefret nutuklarıyla adeta ikiye bölünmeye çalışıldığı günümüzde, bir yandan da Hürriyet'i ve TV'de tartışma programını yöneten Ahmet Hakan'a hiç yakışmamış.. Tarihi çekimler ve kostümler de iyi.. Öykü de fena sayılmaz.. Efendim, falan filmden, falan diziden araklamaymış.. Yahu "Zamanda seyahat" üzerine bin film sayayım mı size?.
Geçiniz.. Bunlar bilgiçlik taslama gösterileri..
Mehmet Açar ve Alin Taşçıyan'ın TRT 2'deki "Film Öncesi" de bana öyle geliyor.
Tabletimde 2 tıkla ulaşacağım bilgileri ellerindeki kartlara yazıp yazıp okuyor, genel seyirciyi zerre ilgilendirmeyen ve akılda kalması mümkün olmayan isim dolu ayrıntıları o karttan sayıyorlar.
1969 yılından beri TV'de program yaparım. Elimde not kartı gören oldu mu?.
Bana kişisel fikriniz lazım, Mehmet ve Alin.. Bu film nedir?.
Seyredelim mi, seyretmeyelim mi?. Kimler mutlaka izlemeli, kimler izleyecek başka şey aramalı..
İşiniz bu.. Havaya uçacak, havada ve de benim tabletimin IMDB uygulamasında iki saniyede bulacağım şeylerle vakit doldurmak ne işe yarıyor..
O kartlardan okumasanız belki de "Vay bunlar ne çok biliyorlar sinemayı" diyeceğim ama, o bile değil artık.
Neyse..
Ben "Pera Palas'ta Gece Yarısı"nı sevmedim. Zavallı yönetmen, kanallara her hafta 180 dakikalık bir bölüm çekmeye mecbur yönetmenlerin tuzağına düşmüş, birtakım sahneleri uzatmış da uzatmış ki, inanılmaz. 2 bölümlük lafı olan mini dizi, çıkmış 8 bölüme. Dizide tempo yok, ritim hiç yok. Sonunu bildiğiniz sahneyi bekle Allah bekle..
Yani kopan kıyamet yüzünden "Neymiş bakalım" inadım olmasa, ilk bölümde bırakırdım, öylesi sıkıcı uzatmalar..
180 dakikalık dizilere alışkın olanlar seyredebilir tabii.
Hepsi o..

***


ESKİ DOSTLAR!..
Çok yazdım, Gültekin Çeki'nin "Eski Dostlar" şarkısı bizim ailenin milli marşı gibidir.

Unutulmuş birer birer
Eski dostlar, eski dostlar
Ne bir selâm, ne bir haber
Eski dostlar, eski dostlar

Unutulmuş isimlerde
Bilinmez ki nasıl, nerde
Şimdi yalnız resimlerde
Eski dostlar, eski dostlar

Son zamanlarda "Eski Dostları" ölümleriyle anar olmuşken, hafta sonu iki "eski dost"tan çok güzel haber aldım.
Haftada en az üç-dört kez Ertekin'de buluştuğumuz Cemil İpekçi, Bodrum'a yerleşip tasarımcılıktan da vazgeçerek kendini ve izini unutturmuştu. Baktım 20 yıl sonra podyuma çıkmaya karar vermiş. Hem de içinde onları Türkiye Güzeli seçen jürilerde bulunduğum eski mankenlerle defile yapmaya karar vermiş İstanbul'da.. Arzum Onan, Azra Akın, Sema Şimşek, Ebru Ürün başta, 90'ların efsane isimleri podyumda olacakmış.. Mart sonunda..
Hemen cebime davrandım. Yok.. Yıllardır çalmayan ve çaldırılmayan numarayı cebim otomatik silmiş olmalı..
Gene Hürriyet'te dosttan öte kardeşim Coşkun Aral. Müthiş fotoğrafçıydı. Savaş muhabirliği yaptı.. Sonra belgeselci oldu, belgesel diziler çekti, belgesel kanallar kurdu. Savaş Özbey'in o tiryakisi olduğum "O mu, Bu mu" röportaj dizisine konuk olmuş. Okurken, Coşkun'la yıllar sonra yeniden buluşmuş gibi olduk.
Ben ona ne soracaksam, Savaş çoğunu sormuş..
Ne mutlu sizden iyi haberler almak, Cemil ile Coşkun!.

***


SEVDİĞİM LAFLAR
Ağlamak insanın zayıf olduğu anlamına gelmez. Kalbi olduğu anlamına gelir. Anonim

***

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar