Hıncal Uluç

Hıncal Uluç

Mail: jdgklgkd@homail.com

İran'ın Kürt bölgesinden bir.. bir.. bir.. film.. mi?.

Bir.. bir.. bir.." deyip kaldım başlıkta.. Ne olduğuna karar veremedim çünkü.. Neden?. Okuyunca anlayacaksınız..
Yazacaklarım bir tatil günü boşluğu ve keyfi içinde okunmak için tam. Ondan bugünü seçtim.. Filmi haftanın taa başında, Salı gecesi TRT2 de izlediğim halde..
O gece maç falan da yoktu. Netfli ya da Bein Connect'ten bir film seçip izlemeyi planlarken, gazetelerde TRT2'deki "Rüzgar Bizi Sürükleyecek" adlı İran filmini gördüm. Valla ordan gelen filmlere pek meraklı olduğumu söyleyemem.. Ama filmin İran'ın Kürt bölgesinde geçtiğini ve Venedik Film Festivali'nde "En İyi Film" ödülü aldığını okuyunca "Hele bir bakayım" dedim.. "Sıkılırsam, o zaman başka film ararım.."
Başladı.. Karşıda bir yamaç.. Yamacın en tepesinde, uzaktan bir otomobil geliyor, virajları döne döne.. İçinde kim var görmüyorsunuz ama, konuşmalarını duyuyorsunuz. Otomobil döndü, döndü, sabit kameraya yaklaşıyor. Biz de bakıyor ve dinliyoruz..
Bu başlangıcı hatırladınız mı?.
Nuri Bilge Ceylan (NBC).. Bir Zamanlar Anadolu!.
"Vay be" dedim, "İranlı Abbas Kiarostami, bizim NBC ile ayni açılışı yapmış adeta..
"O zaman sık dişini Hıncal" dedim.. "Bakalım daha kaç NBC sahnesi izleyeceğiz?.
Dişimi sıkmanın faydasını da gördüm..
Kasabaya iki meslektaşı ile gelen bizim mühendis, pansiyon gibi kiralanan üç ikinci kat odasına yerleşmişler. Bizim kahraman dört elma almış, masasında soyuyor.. Sonuncuyu yere düşürüyor.. Elma yuvarlanmaya başlıyor.. Odadan dışarı çıkıyor, önündeki damda gidiyor.. Gidiyor.. Gidiyor.. Damın kenarında yağmur suyu için bir yalak yapmışlar. Ordan aşağı yuvarlanıyor. Yere düşüyor, Yerde yuvarlanıyor, yuvarlanıyor ve orada mühendisle buluşmaya gelen küçük Kürt çocuğun ayağına takılıp duruyor.. Orda ben de duruyorum ve tabletimden tüm dünyaya film bilgileri veren site, IMBD'yi tıklıyor ve bakıyorum..



"Rüzgar" için verilen bilgiler arasında aynen şu satırlar var..
"Bir Zamanlar Anadolu'da (2011).. Elma sahnesi hemen hemen tüm kamera kayması çekimiyle ile aynen bu sahneyi anımsatıyor.."
..ve sonra.. Mühendis elindeki bir kaval kemiğini köprüden dereye fırlatıyor. Kemik suda yüzmeye başlıyor.. Yüzüyor.. Yüzüyor.. Yüzüyor.. Sonra dere kenarında bir taşa takılıp duruyor.. O kadar..
"Rüzgar Bizi Sürükleyecek" filminin yapım tarihi 1999.. Yani, İranlı Abbas, bizim Bilge'den tam 12 yıl önce çekmiş bu nerdeyse birebir sahneleri..
Ne varki, NBC'nin filmi de Cannes'da Altın Palmiye'den sonra gelen "Jüri Büyük Ödülü"nü kazanmıştı..
Dönelim "Rüzgar"a..
Mühendis ve film boyunca hiç görülmeyen arkadaşları Tahran'dan iş kadını olduğunu tahmin ettiğimiz biri tarafından, Kara Vadi denen bu köye gönderilmişler. Orada ölmek üzere olduğu söylenen bir Melek Hanım var. Onu da hiç görmüyoruz zaten.. Ve o üç mühendisin niçin onun ölümünde orda olmak için gönderildiklerini de bilmiyoruz zaten..
Ertesi gün telefonu çalıyor mühendisin..
Karşıdan ses alamıyor.. Çekmiyor belli.. Mühendis "Beni duyuyorsanız bekleyin. Kesilirse tekrar arayın. Ben yüksek bir yere gidiyorum" diyor.. Atlıyor arabasına.. Köyün içinden geçip, karşı vadiye virajlarla tırmanmaya başlıyor.. Dönüyor.. Dönüyor.. Tek başına duran ağaçlar var, yol kenarında birkaç tane.. Uzaktan bakınca "Ahlat Ağacı.." NBC'nin filmi.. Hatırladınız mı?.
Sonra köy mezarlığının yanına geliyor. Orada iniyor. Orada çekiyor cebi.. Tahranlı Hanımla konuşuyor ama, karşının ne dediğini duymuyoruz. Bizimki Melek Hanımın henüz ölmediğini söylüyor. Telefonu kaparken, altında dikildiği ağacım hemen ötesindeki dik yamacın altından sesler duyuyor. Oraya gidiyor. Bizim görmediğimiz aşağıdaki biriyle konuşuyor. Anlıyoruz ki, adam o köyden ve orada bir kuyu kazıyor..
Melek Hanım hala sağ.. Ertesi gün gene telefon çalıyor.. Adam gene arabasına atlıyor.. Gene mezarlığın oradaki ağacın altına gidiyor arabasıyla. Biz de bütün yolu gene gidiyoruz. Gene o Tahranlı Hanıma, "Melek Hanım ölmedi" diyor.. Gene aşağıda kuyu kazanla konuşuyor.. Gene köye dönüyor.. Ertesi gün gene telefon.. Gene ayni yol.. Gene ayni mezarlıkta duruş.. Ayni telefon ve kuyu kazanla konuşmalar dönüş.. Ertesi gün.. Bıktınız mı?. Hayır.. Abbas Yönetmen, Kara Vadi denen köyün tam karşısında duran ve tepesinde mezarlık olan o yolu bize ezberletiyor adeta.. Kırk defa gidip gelerek..
Sonra.. Sonra saatime bakıyorum.. Filmin sonu yaklaşıyor.. Melek Hanım hala ölmemiş. Ama ölecek yakında.. Mühendis ve arkadaşları niye ordalar hala bilmiyoruz.. Tahran'daki kadın kim, onları niye yollamış, ne bekliyor, onu da bilmiyoruz.. Ama süre doluyor.. Birkaç dakikamız kalmış.. Abbas filmi nasıl bitirecek?. Bunca şeyin sonunu nasıl birkaç dakikaya sığdıracak?.
Bizim mühendis konuşmak için gene mezarlıktayken kuyu çöküyor. Sohbet arkadaşı toprak altında kalıyor. Mühendis köylülere haber veriyor. Onlar da kuyu başına koşarken, hastaneyi arayıp doktoru da çağırıyorlar. Elbirliği ile kazaya uğrayan, bizim hiç görmediğimiz köylüyü çıkarıyorlar. Mühendis arabasını veriyor, "Yaralıyı hastaneye götürün" diyor.. Doktor da geldiği üzerinde Hilal-i Ahmer, yani Kızılay simgesi olan motorunun arkasına mühendisi alıyor.. O vadinin manzaralı virajlarından, ağaçlarının arasından döne döne inerlerken, Doktor, Mühendise şöyle diyor..
"Manzarayı seyretmek, gözlemek, farkına varmak, tavla oynamak ve hiçbir şey yapmamaktan çok daha iyidir. Ölüm, gözlerinizi doğanın bütün güzelliklerine kapadığınız an olan şeydir."
.. mühendis motordan iniyor. Elinde kuyu kazıcının çıkarıp ona verdiği kaval kemiği var. Derenin üzerindeki küçük köprüye çıkıyor ve o kemiği suya fırlatıyor.. Kemik sürüklenmeye başlıyor. Gidiyor, gidiyor o minik ama dünya güzeli derenin içinde.. Gidiyor.. Gidiyor ve sahne kararıyor..
"SON"
Film bir yığın soru yaratarak, ama hiç birine cevap vermeyerek bitiyor. Neden?.
Çünkü filmde bir hikaye yok. Kimsenin hikayesi yok.. Ne var?. Doktorun söyledikleri..
"Manzarayı seyretmek, gözlemek, farkına varmak, tavla oynamak ve hiçbir şey yapmamaktan çok daha iyidir. Ölüm, gözlerinizi doğanın bütün güzelliklerine kapadığınız an olan şeydir."
Yani Abbas, aslında o bitmez tükenmez, manzara sahneleriyle bize, hepimize diyor ki..
"Filmi boş verin.. Hikayeyi boş verin.. İçinde yaşadığınız doğanın güzelliklerini görün, fark edin ve izleyin. Çünkü gözlerinizi kapadığınız anda bunların hepsi bitecek."
Benim aklımda bir şey daha kaldı..
Mühendisle kuyucu hemen hergün mezarlığın orda konuşuyorlar ya.. O kuyucunun bir de yavuklusu var köyde.. Onu da siluet olarak görüyoruz sadece.. Mühendisle o kuyucunun bir diyaloğu.. Herkes ezberlemeli gibi geldi bana..
"Kuyucu- Ferhad da, benim gibi dağları delmişti!.
Mühendis- Ama dağları delen Ferhad değildi.
Kuyucu- Biliyorum.
Mühendis- Peki, kimdi?
Kuyucu- Aşktı.. Şirin'in aşkı!.
Mühendis- Bravo.. Sen aşkı biliyorsun demek..
Kuyucu- Aşkı bilmeyen insan yaşamış olmaz!."

***

HANDE'NİN DANSI..

Hem medya, hem de sosyal medyada Haftanın Kadını Hande olmalı. Soyadı Sarıoğlu.. Kilis Müftüsü dedemin ailesi "Sağıroğulları" diye bilinir.. Öbür büyük aile de Topaloğlulları'ydı. Hani bugün, Sağır, Topal, Dilsiz, Kör demeyi aşağılama hatta hakaret sayıp "Görme özürlü, duyma özürlü, yürüme özürlü" gibi aptal bileşik kelimeler yarattık ya.. Yüz yıllar boyu adeta Aşiret adı olan sıfatları karalayıp..
Efendim bu Hande, Haber Spikeri. Üzerinde günlük kıyafetiyle oryantal dans etmiş. Bunu da videoya çekip sosyal medyada yayınlıyor. Kurumu da işine son veriyor.
Her bi b.ka bölünmeye meraklıyız ya.. İş sonunda feminizme, patron düşmanlığına vardı. Hemen her köşe yazarı yazdı. Öyle bölündük, Hande için.
Eh, ben de yazayım bari..
Doğrudur, herkesin olduğu gibi, her kadının da istediği, eğlendiği halini videoya çekip, sosyal medyaya koyma hakkı vardır.
Ama "Kime ne" sorusu pek doğru değildir.
Hande haber spikeri.. Siz hangi spikerin, benzeri bir eylemini sosyal medyaya koyduğunu duydunuz, dünyada?.
Haber, habercinin, yani sunucunun kimliği ile eş değerlidir. Haberin güvenirliği, sunucunun güvenirliği, haberin saygınlığı, sunucunun saygınlığı ile paralel gider..
İnsan Instagram'a, Facebook'a, Tik Tok ya da başka karın ağrısına niye kendini koyar?. Bir paparazzi çekse ve yayınlasa "Özel yaşama tecavüz" diye hatta dava konusu olacak görüntüleri niye kendi yayınlar?.
"Tık almak, beğeni almak, takipçi kazanmak için.."
Peki tık, beğeni ve takipçi için özel hayatını kullanan bir haber sunucusuna ne derece güvenirsiniz?. Jestleri ve mimiklerini haberlerine katan bir ünlü spikerin sonunu biliyorsunuz.. Yarın bu da, okuduğu haberleri o yolda seçer ve kullanırsa..
Haberci, içinize şüphe düşürdüğü an, artık o alanda kalamaz..
Oryantal dans yapıp sosyal medyaya koyan bir kadının televizyonlarda yapacağı çok şey var.. Mesela bir eğlence programı, ya da güldüren bir talk şov sunuculuğu..

***

DERBİ TRİBÜNLERİ..

Ali Koç'un, Nihat Özdemir'i kandırarak, ya emreder, Saraçoğlu Stadına doldurduğu "Küfürbaz"lar maçın kendisinden fazla yankı yarattılar. Ortam giderek gerginleşiyor. Müdahale etmesi gereken Devlet'ten, yani Yürütme (Spor Bakanı) ve Yargı'dan (6222 savcısı) çıt çıkmıyor.
Fener cephesi "Bütün iddialar külliyen yalan" dedi ve arkasından Fenerbahçe Kongre Üyesi dostum Kemal Belgin iki satır yazdı.. Aynen alıyorum, Sayın Bakanım ve Savcım..
"Gerçekten de çok ömürsün Türkiye Futbol Federasyonu... Sen tut, Fenerbahçe'ye, sokağa çıkma yasağının olduğu saatlerde tribünlere 3 bine yakın tuhaf sağlıkçı aldığı için 72 bin lira para cezası kes... Bunun yanı sıra soyunma odasındaki cep telefonu görüntüsünden yararlanıp Arda Turan'a da iki maç ceza biç... Türk tiyatrosunun büyük ustası rahmetli Muammer Karaca sağ olsaydı öyle bir komedi oyun yazar ve oynardı ki, salonlar dolar taşardı. Gelelim mi sadede... Ben olsam diğer kulüplerin yerinde, bundan böyle aynı uygulama ile her maçıma 3 bine yakın seyirci alırım. Ne olmuş ki yani? Alt tarafı 72 bin lira.."

***

TEBESSÜM

"Şu coronanın ettiklerine bak..
Evvelden 'Ev alma komşu al' vardı.
Şimdi 'Komşu alma ev al' var!.."
(Ali Kestaneci'ye teşekkürlerimle..)

***

SEVDİĞİM LAFLAR

"Zamanla sana inanabilirim ama şimdi güvenemiyorum."
William Shakespeare

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar