Orta Doğu’da çok önemli bir stratejik konuma sahip aynı zamanda bolca petrol rezervleri ile hep gündemde olan, kuruluşundan bugüne kadar onca zenginliğine rağmen huzura hasret kalmış çok milletli, çok dinli ve çok dilli ülkenin adıdır IRAK. Yaklaşık 42 milyon nüfusa sahip Irak; kuzeyde Türkiye, doğuda İran, güneyde Suudi Arabistan ve Kuveyt, batıda Ürdün ve Suriye ile komşudur. Resmi dili Arapça ve Kürtçe olan Irak’ta farklı etnik kimlikler, farklı mezhepler, farklı diller ve farklı dinler mevcuttur. Bu farklılıklar başka coğrafyalarda çok zenginlik ise de Irak’ta ise tam tersine tarihin her döneminde çatışma konusu olmuş, var olan zenginliği dahi bitirmiştir. 1968 yılında milliyetçi Baas’ındarbeyle yönetime el koymasıyla 35 yıl sürecek Baas iktidarı döneminde bastırılan etnik ve mezhepsel farkındalıklar ABD’nin işgali sonrası yeniden ortaya çıkmış ve bu bölünmelerin getirdiği uyuşmazlıklar ülkenin bekasını tehdit edecek boyuta varmıştır. Saddam Hüseyin ülkeyi tam bir diktatörlükle yönetmiş, kendi halkını savaşlara sürüklemiş, halkına karşı bile kimyasal silah kullanmaktan hiç mi çekinmemiştir. (Halepçe Katliamı gibi…) Saddam Hüseyin, Irak’ı Orta Doğu’nun en güçlü ve dinamik ülkelerinden birisi yaptığı gibi Irak’ta masum yüz binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın hapishanelerde çürümesine sebep olmuştur. ABD güçlerinin Irak topraklarına girmesiyle birlikte Irak’taki otorite tamamen yok edilmiş ve ülke sınırları kontrolsüz girişlere maruz kalmıştır. Sorunun ülke içinde yarattığı tehdide ilaveten komşu ülkeler İran, Suriye ve Türkiye gibi ülkelere de ciddi yansımaları olmuştur. Sorunun ulaştığı boyut hem iç hem de dış aktörler tarafından yeterince fark edilememesi problemin çok büyük daha geniş bir alanı etkileme potansiyeli yüksektir. Şiilik ve Sünnilik ekseninde ortaya çıkan çatışmalara ilaveten etnik çatışmalarda yaşanmıştır. Irak’ta çatışma ve ölüm için farklı bir etnik kökenden, mezhepten veya aşiretten olmak ya da olmamak pek durumu değiştirmiyor. Çünkü güçlü olan diğerlerinin üstünde mutlak bir otorite kurmak için her türlü katliamı, zulmü yapmaktan çekinmemiştir. Örneğin aynı etnik yapıya sahip olan Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği ile Mesut Barzani önderliğinde ki Kürdistan Demokrat Partisi arasında meydana gelen iç savaşta 10 binlerce kişi hayatını kaybetmiştir. (Mesut Barzani ve Celal Talabani 1998'de ABD'de barış anlaşması imzaladı.) Irak için benzer hadiseler o kadar sıradanlaşmış ki aynı mezhebe ait kişilerin birbirinin canına kıydığı herkesçe bilinmektedir. Misal; 1980-1988 yıllarında İran ve Irak arasında yapılansavaşta en az bir milyon kişi ölmüş, iki milyon kişinin yaralanmışlardır. Bunun sonucunda haksızlığa uğradığını düşünen birçok etnik ve dinsel grup iktidarla mücadele etmek için çeşitli örgütler kurmuş ve şiddetin her türlüsüne başvurmuştur. Kısacası Irak ve diğer Orta Doğu ülkeleri Osman İmparatorluğu’ndan ayrıldıktan sonra, bir daha huzur bulamamışlardır. Bu bölgede son yüzyılda meydana her olayın bir birine bağımlı olduğu ve Siyonist devletlerin planladığı gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Petrol coğrafyası olan bu toprakların her anı kan ve ölüm ile hatırlansın diye oyun kurucuları öylesine bir plan yapmışlar ki değişen tek şey zaman ve oyunculardır. Bugün aynı oyun Filistin ve Suriye’de sahne almaktadır.
Dr. İmbat MUĞLU .
Yorum Yazın